AHMET KURUCAN | YORUM
Dün akşam, bundan tam 25 yıl öncesine uzanan dostlukların temsilcisi üç kıymetli aileyle bir araya geldik. Masada üç saati aşan sohbet süresi boyunca, geçmişin anılarıyla bugünün gerçekleri harmanlandı. Laf döndü dolaştı, elbette yine Türkiye’ye geldi. Kiminin sesi biraz buruk, kiminin kelimeleri daha sertti. Ama herkesin kalbinde aynı ağırlık: Memleketin hali!
Sohbetin bir yerinde, içimizdeki en deneyimli tüccar dostumuz lafı şöyle koydu ortaya: “Türkiye’de insanlar mutsuz yaşamayı öğrendiler.”
İlk anda bir cümle gibi geçip gitti. Ama sonra herkesin zihnine çivilendi.
Mutsuz yaşamayı öğrenmek… Ne büyük bir iddia! Ama galiba tam da böyle. Dışarıdan gördüğümüz kadarıyla insanlarımız artık şikâyet etmekten bile yorulmuş durumda. Mutsuzluk bir sızlanma değil, bir alışkanlık hâline gelmiş gibi. Aksi halde iktidar partisi ve ortaklarının oy oranı toplumun yarısını içine alacak bir oranda olur mu?
Bizim çocukluk ve gençlik dönemlerimizde bir yerde haksızlık varsa, adaletsizlik varsa en azından konuşulurdu. Şimdi ise konuşulmuyor. Korku hemen herkesi esir almış durumda. “Devlete karşı gelinmez!” diyerek susmayı meziyet sayıyorlar. Konuşanlar da hedef gösteriliyor, dışlanıyor, damgalanıyor, şikâyet ediliyor.
Dostumuz sözlerine devam etti: “Camilerde ruhaniyat kalmamış. İçeri giriyorsun, mekân var ama ruh yok. İnsanî ilişkiler akrabalar arasında bile gevşemiş. Herkes kendi kabuğuna çekilmiş, telefon ekranlarında kaybolmuş. Televizyonlarda hâlâ en çok izlenen program Survivor. Düşünün: İki at ölüyor, ülke ayağa kalkıyor. Ama bir annenin çocuğu cezaevinde çürüyor, kimsenin umurunda değil.”
Bu cümlelerin ardından bir sessizlik oldu.
Herkes kendi iç sesiyle baş başa kaldı. Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun ismi geçti mesela. “Allah razı olsun!” dedi birimiz. Çünkü onun dışında sesini hâlâ duyurabilen kaç kişi kaldı mağdurlar ve zulme uğrayanlar için? İnsan hakları adına konuşan herkes ya işinden oldu ya vatanından…
Ve sonra geldi o kilit cümle: “Halk, ‘Devlet yapıyorsa vardır bir bildiği’ diyor. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz diyor. Gözünün önündeki gerçekleri görmemekte ısrar ediyor. Görenler de rejimin diskurlarını kullanıyor, ardından ‘ama sen başkasın, sen onlar gibi değilsin’ diyor. Bu anlayışın kırılması lazım.”
Evet, tam da bu. Çünkü devlet eleştirilemez bir kutsal değil, insanların adaletle yaşayabilmesi için var olan bir yapıdır. Yanlışa yanlış demek vatanseverliğe aykırı değil, bilakis onun bir gereğidir. Ve hiç kimse başka değil. Herkes aslında benim gibi.
O akşam sofrada yediklerimiz midemize, konuştuklarımız ise yüreğimize oturdu. Masadaki her cümle, memleketin bir yarasına dokundu. Ama bu konuşmalar, bir hüzün topluluğu değil; hâlâ içimizde tüten adalet özleminin, insan kalabilme çabasının dışavurumuydu.
Çünkü vatan sadece doğulan yer değil; insanın onurla yaşayabildiği, hakkını arayabildiği, evladına başı dik bir gelecek bırakabildiği yerdir.
İnşallah bir gün, adaletin sesi yeniden semaya yükselecek. İnsan onurunun ayaklar altına alınmadığı bir Türkiye mümkün… Umut hâlâ diri, dualar hâlâ göğe açık.
Ve biz, o günü görebileceğine inanmak istiyoruz.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***