MAHMUT AKPINAR | YORUM
Mümtazer Türköne Hoca (belki vefası gereği), Devlet Bahçeli’nin her tavrına hikmet ve basiret yüklüyor. Ayrıca kendisine zulmeden otoriter rejimi de “devlet” parantezi altında tezkiye edebiliyor. Milliyetçi kökenlerine rağmen, demokrat, zulme maruz bir entelektüelin, devleti kutsayan söylemleri çelişki içeriyor. Hoca da bilir ki devlet yalnızca faşizm ve nasyonal sosyalizmde kutsaldır. Diğer tüm din ve ideolojilerde devlet değil, insan ve hakları öncelenir.
Devlet, insanların yerleşik hayata geçip sosyal düzene ihtiyaç duymalarıyla ortaya çıkmıştır. İlk devletin ortaya çıkışına yönelik farklı tezler vardır. Ancak bütün tezlerde devlet bir araçtır; toplumsal ihtiyaca yönelik bir organizasyondur. Kutsal, dokunulmaz ya da değiştirilemez değildir. Bin türlü formu vardır, insanlık tarihi boyunca değişmiş ve gelişmiştir. Tıpkı diğer aletler gibi insana hizmet ettiği kadar ve hizmet ettiği sürece değerlidir. Denetlenmeyen devlet insanlık için en büyük tehdittir.
Türkiye toplumunda devlete hikmet, feraset ve dokunulmazlık yüklemek yaygındır (bakınız: Türk Toplumunun Gizli Putu). Demokratik ülkelerin aksine bizde devlet ve devlet adamları yarı tanrısaldır, kutsaldır ve eleştirilmezdir. Devletle ters düşenler haklı da olsa kınanır, ısrar ederse yalnız bırakılır.
Önde gelen filozofların devlete dair felsefi yaklaşımlarına baktığımızda, şu anda devlete hakim Erdoğan rejiminin kutsanacak, kollanacak bir yanının olmadığı açıktır. Platon, Devlet (MÖ 380) eserinde, “devletin adaleti sağlamak için var olduğunu” söyler ve “Devlet, bireylerin iyi bir yaşam sürmesi için bir araçtır, amaç değildir.” der.
Aristoteles, Politika (MÖ 350) eserinde, “devleti insanın erdemli bir yaşam sürmesi için doğal bir gereklilik” olarak görür. Platon gibi, “devleti bireylere hizmet eden bir yapı” olarak tanımlar.
Thomas Hobbes, Leviathan (1651) eserinde, mutlak otoriteye sahip bir devleti savunur. Ancak “Devletin meşruiyeti, bireylerin güvenliğini sağlamasına bağlıdır, kendi başına bir amaç değildir.” der.
John Locke, Two Treatises of Government (1689) eserinde, “devletin bireylerin doğal haklarını (yaşam, özgürlük, mülkiyet) korumak için kurulduğunu ve bu hakları ihlal ederse devrilebileceğini” belirtir.
Jean-Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi (1762) eserinde, “devletin genel iradenin bir yansıması olduğunu savunur, ancak bu iradeden saparsa tiranlığa dönüşebileceği” uyarısında bulunur.
Karl Marx, (Komünist Manifesto 1848) ve Engels (Devlet ve Devrim), “devletin egemen sınıfın baskı aracı olduğunu belirtir, devletin yüceltilmesini reddeder.”
Klasik liberalizmin öncüsü Adam Smith, Wealth of Nations, 1776), “devletin bireysel özgürlükleri korumakla sınırlı” olmasını savunurken, modern liberaller sosyal adaleti sağlamada daha aktif rol öngörür.
Şaşırtıcı olan, “liberal”, “özgürlükçü” bilinen, teorilere hakim, devletin hışmına uğramış, devleti sorgulaması gereken kimselerde de devlet kutsaması görmemizdir. Fesih tartışmalarında Gökhan Bacık ve Mümtazer Türköne gibi aydınlar mealen: “Devlet güçlüdür, onunla uğraşılmaz. Zulme uğrasanız da haklarınızdan feragat edin! Devletle uzlaşma yolları arayın!” dediler.
Son CHP dalgaları dahil, her kesimden insana bunca yaygın tutuklama, zulüm, hukuksuzluk sürerken, “Cemaat kendini feshetsin, tavizler verip iktidarla uzlaşsın!” noktasına gelmeleri, meşruiyeti tartışmalı rejime teslim olmayı önermeleri, çoğumuzu hayrete düşürdü.
Mümtazer Türköne, teorilere vakıf, siyasetçilere danışmanlık yapmış bir akademisyen. 17/25 Aralık sonrası yazılarıyla konuşmalarıyla hukuk, adalet, demokrasi yanında omurgalı duruş sergiledi. Dört yıldan fazla hapis yatarak faturasını da ödedi. Cezaevi sonrası “rejime hesap sormaktan” bahsediyordu.
Ancak son zamanlarda Hoca, ya bizim anlayamadığımız stratejik bir kısım denemeler yapıyor veya kafa karışıklığı yaşıyor. Zira demokrat aydın tavrına uymayan konuşmaları var. Bizi çelişkiler içinde bırakan konu onun da “Cemaat kendini fesh etsin!” kafilesine katılması. Gökhan Bacık‘ın yazısına atfen yazdığım makalede de ifade etmiştim. Hizmet şiddetten uzak, demokratik haklarını kullanan örgütlü sosyal, dini bir yapı. Elbette hataları olabilir, ancak böylesi sivil yapılara “Kendini fesh et!” demek, en başta temel demokratik değerlerle bağdaşmaz. İnsanların örgütlenme hakkına aykırıdır. Bunu bir siyaset bilimcinin söylemesi ise fecaattir.
Günün sonunda kamuya mal olmuş sosyal, dini yapılar eleştirilebilir. Mesela, “Cemaat daha şeffaf, demokratik yapıya kavuşmalı, yerelleşmeli!” vb denebilir. Ama “Kendini fesih et!” denilemez.
Örgütlü sosyal, dini yapılar sosyolojik meşruiyetiyle ve toplumsal destekle var olurlar. Meşruiyetini ve desteğini yitirdikçe sönümlenir, yok olur giderler. Dini/sosyal bir grubu devlet baskısıyla, zulümle bitiremezsiniz.
Eğer devlet, böylesi bir toplumsal grubu imha etmeye yönelmişse, asgari aydın namusu öncelikle siyasi iradeye itirazı gerektirir. Aksi halde iktidara paralel konuşan kişilerin, platformların devletle veya devlet için çalıştığı ihtimali akla gelir.
Bu dostlarımızı AKP iktidarının verdiği “güçlü” poz yanıltıyor olabilir. Allah ömür verirse çoğumuz, Erdoğan rejiminin devrilip gittiğini ve ardından lanetler okunduğunu, ama pek çok dini-sosyal grup gibi Hizmet Hareketi’nin yoluna devam ettiğini göreceğiz.
Her şeyin normal ve olağan işlediği bir ülkede fesih tartışmaları “aydın saçmalaması” diye geçiştirilebilir. Lakin devletin, acımasızca Cemaat’in boğazına çöktüğü zamanda, gücün yanında hizalanıp, mağdurlara “Kendinizi tasfiye edin!” demek hüsnü zanna alan bırakmıyor.
Fonksiyonlarını yitirmiş, misyonu bitmiş bir siyasi, sosyal, dini örgüt, şartları dikkate alıp kendisini fesih etmeyi tartışabilir. Ne var ki mevcut Anayasa’yı ve cari yasaları dahi dikkate almayan, bebeklere, ninelere kadar ağır zulmeden bir rejim iş başındayken bunu demek asgari insafa, vicdana, hukuk anlayışına sığmaz.
Bu tablo, tecavüzcünün gücünden çekinip, gündüz vakti, sokak ortasında herkesin gözü önünde tecavüze uğrayan kadına, “Sen de açık-saçık giyinmeseydin!” demekten farklı değil.
Devletin toplum ve kolektif birimler (sivil toplum kuruluşları, cemaatler) ile ilişkisi, demokratik bir sistemde denge üzerine kuruludur. Örgütlenme hakkı, BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde (1948) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (1950) garanti altına alınmıştır. Türköne ve Bacık’ın cemaatin kendisini feshetmesi önerisi, bu hakkı tehdit ediyor.
Örgütlenme özgürlüğü, bireylerin ortak çıkarlarını savunmak için bir araya gelmesini sağlar. Türkiye’de sivil toplum zaten baskı altındayken, demokrat liberal bilinen bazı aydınların bu önerisi devletin otoritesini güçlendirmeyi, kolektif hakları zayıflatmayı netice verir. Devletin halka hizmet eden ve hesap verebilir bir araç olması gerektiğine dair felsefi geleneklerle çelişir.
Devletin varlığını bireylerin ve sosyal, dini örgütlenmelerin önüne koymak, bireysel hakların devlet çıkarları uğruna feda edilebileceği bir anlayışı ima eder. Türkiye gibi devlet baskısının sıkça görüldüğü bir ülkede bu tehlikelidir.
Örneğin, 2016 darbe girişimi sonrası KHK’larla uygulanan kitlesel tasfiyeler, Türköne’nin kendi hapis cezası, Bacık’ın üniversitesinin kapatılıp işsiz bırakılması devletin hak ihlallerine örnektir. Devleti yüceltmek, bu tür uygulamaları meşrulaştırma riski taşır. Bu çelişkili tutum, bazen korkudan, bazen pragmatizmden, bazen de otoriteye uyum sağlama arzusundan kaynaklanabilir, ancak aydın olarak güvenilirliğinizi zedeler. Ayrıca bu argümanlar rejim tarafından baskıyı meşrulaştırmak için kullanılır.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***