MAHMUT AKPINAR | YORUM
Büyük Orta Doğu Projesi’nin (BOP) temel iki hedefi olduğunu yıllardır söylüyoruz: Bölgeyi mezhep ve etnik temelde parçalamak ve İsrail’i daha güvenli hale getirmek. Bu stratejinin ilk adımı, Arap-İsrail savaşlarında İsrail’e karşı savaşan ülkelerin askeri ve siyasi olarak etkisizleştirilmesiydi. Bu hedef, son 30 yılda gerçekleştirilen operasyonlarla büyük ölçüde hayata geçirildi.
Mısır, Müslüman Kardeşler’in etkisinden tamamen arındırıldı, artık İsrail için tehdit değil. Saddam sonrası Irak parçalandı; devasa kara ordusu dağıtıldı, silahlı kuvvetler etkisizleştirildi. Suriye ise “Arap Baharı” bahanesiyle iç savaşa sürüklendi. İsrail’in yanı başındaki bu ülke, artık İsrail hava kuvvetlerinin hava sahasını rahatça kullandığı, fiilen çökmüş bir tampon bölgeye dönüştü. Libya hala kaos içinde.
Bugün gözler İran’a çevrilmiş durumda. Körfez Savaşları sonrası Irak ve Suriye’de oluşan güç boşluğunu İran, Şii yayılmacılığı politikasıyla doldurdu. Yemen’den Lübnan’a kadar uzanan bir nüfuz hattı kurdu. Bu geniş etki alanı, İsrail açısından tahammül edilmez bir tehdit haline geldi. İran sadece Araplar’ı değil, Hizbullah, Hamas, Husiler gibi örgütlerle birlikte bölgeyi şekillendiriyor, İsrail’i de rahatsız ediyordu.
Bu nedenle son yıllarda İran’ın kolları, yani dış operasyon kapasitesi hedef alınmaya başlandı. Hamas büyük ölçüde tasfiye edildi, Hizbullah zayıflatıldı. Esed sonrası İran Suriye’den çıkarıldı. Ancak bunlar İsrail için yeterli değil. Tel Aviv artık doğrudan İran’ın kendisinin hedef alınmasını istiyor.
İsrail’in ve ABD’nin İran’da tam olarak neyi hedeflediğini bilmiyoruz. Ancak İran’ın tamamen yok edilmesini arzu etmezler. Mezhepçi yapısı sayesinde İran, hem Arap ülkelerini korkutmak hem de Müslümanları bölmek için ideal bir enstrüman olarak görülüyor. ABD, İran’la korkutarak Arap ülkelerine muazzam silah satışı yapıyor. İran korkusu Arapları Batı’ya mecbur ediyor. Küçültülse de mezhepçi bir İran rejimi BOP için hâlâ işlevsel olacaktır
Geçtiğimiz haftalarda İran ordusunun üst düzey isimleri birer birer suikastlarla etkisiz hale getirildi. Nükleer tesislerine yönelik saldırılar da sürüyor. Öncelikli hedefin, İran’ın füze ve hava savunma sistemlerini çökertip rejimi kör ve sağır etmek olduğu anlaşılıyor. İsrail, çevreye tehdit oluşturamayan ama içeride halkını bastırabilen bir İran’a rıza gösterebilir.
Gündemdeki tartışmalara rağmen Trump yönetiminin İran’a doğrudan savaş açıp açmayacağı hâlâ belirsiz. ABD, Irak’ta yaşadığı maliyetli tecrübeyi unutmamış olmalı. ABD kamuoyu savaşa doğrudan müdahil olmaya karşı çıkıyor.
Öte yandan İran, Irak’tan çok daha büyük ve güçlü bir ülke. Ayrıca bu kez Çin ve Rusya gibi aktörler İran rejimine istihbarat, silah desteği verebilir. Bu durum, ABD’yi bir bataklığa sürükleyebilir. Eğer karadan da girerse İran coğrafyası Amerika için Affanistan, Vietnam gibi olabilir. Rejim devrilse dahi, kontrolsüz kalan askerler, milis güçler Afganistan’dakine benzer bir direniş örgütleyebilirler.
İran çok etnikli bir ülke. Güney Azerbaycan’da yaşayan Türkler, bugünkü rejimin bel kemiğini oluşturuyor. Hem dini lider hem de Cumhurbaşkanı Azeri kökenli. Ancak Güney Azerbaycan’da yükselen bir Fars karşıtlığı ve Türk milliyetçiliği var. Ancak Kürt ayrılıkçılığı, PJAK üzerinden oldukça örgütlü. Beluçlar, Araplar ve Türkmenler de ciddi etnik unsurlar. Rejimin çökmesi durumunda farklı bölgelerde ayrılıkçı oluşumların doğması ve. İran’ın çok sayıda parçaya bölünmesi muhtemel.
İran’ın tamamen çökmesi sadece Orta Doğu değil, Avrupa için de bir kâbus olacaktır. Suriye göç dalgası Avrupa’yı nasıl sarstıysa, 90 milyonluk İran’dan doğabilecek bir göç krizi, başta Türkiye, sonra Avrupa için çok daha yıkıcı sonuçlar doğurabilir.
Ne yazık ki bu ihtimaller karşısında en çok itiraz etmesi gereken Avrupa ülkeleri , “İsrail’in kendini savunma hakkı vardır!” diyerek savaşa örtülü destek veriyorlar. Bu tavır, İsrail’in saldırgan politikalarını cesaretlendiriyor.
Bugün en çok konuşulan soru, Trump liderliğindeki ABD’nin İsrail’le birlikte İran’a doğrudan savaş açıp açmayacağı. Üçüncü bir uçak gemisinin daha bölgeye gönderilmesi, sivil tahliyeleri, silah sevkiyatları; tüm bunlar savaşa hazırlık sinyalleri veriyor. ABD’nin güçlü teknolojik ve istihbari altyapısı, havadan İran’daki rejim unsurlarını hedef alabilir. Ancak ortaya çıkacak kaos, başta Türkiye olmak üzere tüm bölge ve Avrupa için istikrarsızlık anlamına gelir.
Merkezi otorite çökerse İran’da, silahlı ve örgütlü gruplar hızla avantaj kazanacaktır. Suriye’de Rojava örneğinde olduğu gibi, İran Kürtleri de hızla harekete geçip geniş bir alanı kontrol edebilir. Muhtemelen ABD-İsrail ittifakı bu ayrılıkçı güçlere hava koruması, istihbarat ve lojistik destek sağlar. Azeriler, rejimin önemli destekçisi olsalar da, silahlı bir yapılanmaları yok. Olası bir rejim çöküşünde savunmasız kalabilirler.
Peki, İran’dan sonra sıra Türkiye’ye gelir mi?
İsrail, güvenliği için bölgede potansiyel tehdit oluşturabilecek tüm unsurları etkisiz hale getirmek istiyor. Türkiye, İsrail’i ilk tanıyan ülkelerden biri. 28 Şubat sürecinde Genelkurmay başkanlarımız (İlker Başbuğ) Ağlama Duvarı’nda dua ediyordu!
Yıllar boyu Türkiye-İsrail ilişkileri hep sıcak kalmıştı. Erdoğan dönemi söylem düzeyinde farklı gibi görünse de, fiilen Türkiye hâlâ İsrail’le yakın işbirliği içinde.
Ancak İsrail güçlü ve yekpare bir Türkiye’nin ileride tehdit olabileceğini düşünür. Bu nedenle uzun vadede Türkiye’nin de hedefe konması olasıdır. AKP kendi konsolidasyonu için bu ihtimali öne çıkarsa da, bu senaryo kısa vadede gerçekleşecek gibi görünmüyor.
Her yıkımın, çıkarılan savaşın bir hazım süresi var. İran gibi büyük bir ülkenin yıkımı ve sonrasındaki istikrarsızlık süreci, ABD-İsrail için en az on yıl sürecek bir uğraş olacaktır.
Dolayısıyla Türkiye için benzer bir senaryonun 10 yıl içinde uygulanması zayıf ihtimal. Ne var ki bu tür projelerin uzun soluklu ve adım adım ilerlediği unutulmamalı. On yıl sonra dünya ne durumda olur, güç dengeleri nasıl değişir, Türkiye kendisini nasıl konumlandırır; bunu zaman gösterecek.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***