TARIK TOROS | YORUM
AKP ve Erdoğan iktidarının, 2013’ten bu yana sistematik ve etkili biçimde takip ettiği yegâne siyaset; kendi suçlarını ve günahlarını, dönemsel olarak belirlediği günah keçilerine yansıtmaktan ibaret.
Geçmişi özetlemeye lüzum yok; yalnızca son 3 ayda yaşananlar bile bu yöntemin artık nasıl mekanikleştiğini göstermeye yeter, artar:
- Erdoğan’ın diploması, özellikle ilk cumhurbaşkanlığı adaylığından bu yana problem. Doğrudan dava açamadı; çünkü mesele mahkemeye taşınırsa, iktidarı için kontrol edilemez bir sürece dönüşebilirdi. Lakin konuyu gündeme getiren isimler, farklı gerekçelerle cezalandırıldı, baskı altına alındı. Muhalefet vaktinde sorması gereken hesabı soramayınca, Erdoğan diploma sorunsalını bu kez doğrudan Ekrem İmamoğlu’nun boynuna astı.
- 16 Nisan 2017’de yapılan “Türk tipi başkanlık” referandumu da benzer biçimde şaibeli bir süreçti. 2,5 milyon mühürsüz oy geçerli sayıldı. Erdoğan daha o gece, “Atı alan Üsküdar’ı geçti!” diyerek sonucu ilan etti. CHP ise bu hukuksuzluğun üzerine gitmedi. Dönemin ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “şaibeli referandum” ifadesini ancak iki buçuk ay sonra telaffuz edebildi. İktidar bunu unutmadı; şimdi benzer bir şaibe kurgusunu CHP kurultayı için devreye soktu.
- Aynı mantık, 2013’teki rüşvet ve yolsuzluk soruşturmaları için de geçerli. Erdoğan, bu soruşturmaları dönemin darbecileriyle geçici ittifaklar kurarak savuşturdu. On yıl sonra ise rüşvet ve yolsuzluk dosyaları bu defa CHP’li belediyelerin önüne kondu.
***
Bu süreçte muhalefet cephesinde en çok dikkat çeken isim ise Özgür Özel. Gerçekten çok aktif bir liderlik sergiliyor. Neredeyse her gün sahada; evine, makamına uğramadan koşturuyor. Cezaevindeki yol arkadaşlarını ziyaret ediyor, mitingler yapıyor, TBMM’ye ancak haftada bir uğrayıp CHP grup toplantısına katılabiliyor.
Özgür Özel aynı zamanda sert ve iddialı konuşuyor. Ankara’ya doğrudan “diktatör”, “darbeci” gibi ağır ifadelerle sesleniyor. Bu çıkışlar elbette önemli. Ancak benim ölçüm biraz farklı:
- Gerçekten iktidarın konfor alanına dalıyor musunuz?
- Ataklarını durdurup gündemini bozabiliyor musunuz?
- Kısaca, canını sıkacak bir eylem ortaya koyuyor musunuz?
***
Ne yazık ki henüz bu düzeyde bir etki görebildiğimi söyleyemem. İktidar, planlı biçimde kendi ajandasına uygun şekilde ilerliyor ve adımlarını hiç sektirmiyor.
Misal, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne şimdiye dek 5 ayrı operasyon düzenlendi. Son dalgada başkanlar, kameralar önünden tek sıra halinde geçirildi; açıkça medya mühendisliği yapıldı.
İşin başında, “içi boş” bir dosyayla harekete geçildiği belliydi; savcı da bunun farkındaydı. Ancak soruşturma zamana yayıldı. Yılgınlık, korku ve tehdit ortamında yeni ifadeler alındı ve dosya yavaş yavaş doldurulmaya başlandı. Operasyonlar, etkin pişmanlık ve itirafçılık üzerinden genişletiliyor.
Bu aşamada muhalefetin -özellikle medyanın- yaptığı başka bir hata daha var: Soruşturmanın savcısı Akın Gürlek’in hedefe konması. Oysa Gürlek, sadece talimatla yemeği pişiren ve servis eden kişi. Mekânın sahibine yürüyeceksiniz!
Benzer şekilde, muhalefetin yıllardır aşamadığı bir başka takıntı da mütemadiyen 15-20 yıl önceki emniyet ve yargı kadrolarıyla bugünküler arasında kıyaslama yapması. Oysa tablo artık bambaşka: Türkiye’de, insanların adeta “nefes aldığı” için hapse atıldığı böylesine bir dönem yaşanmadı.
***
Yeri gelmişken Gaziosmanpaşa örneğine bakalım: CHP’li başkan Hakan Bahçetepe’nin tutuklanmasıyla boşalan makam için belediye meclisinde seçim yapıldı ve yeni başkan bu kez AKP’den seçildi.
Hemen ardından, bu kişinin geçmişte yaptığı “Cemaat övgüsü” içeren paylaşımlar gündeme getirildi. Ve asıl mesele “ustaca” atlandı.
Eğer konu geçmişteki sosyal medya paylaşımlarıysa, kendine muhalif diyen medya mahallesinden de onlarca kişiyi çıkarırım size. Oysa Gaziosmanpaşa’daki konu, iktidarın belediye meclisindeki çoğunluğu kullanarak süreci sandıkla mı, yoksa kayyımla mı sürdüreceğine karar vermesiydi.
Seçimle yürüdü; çünkü o an için en uygun araç buydu. Bu kadar basit.
Muhalefet, merkeze dokunamadığı için geçmişe; artık fena halde iğreti duran, naftalin kokulu anlatılara ve garson kılıklı figürlerin eski tweet’lerine sarılıyor.
Bu belki de bir tür çaresizlik.
Ortada kalmış, oradan oraya savrulan kitleyi anlıyorum. Ancak arkadaki “beyin yapıcıların” maksadı daha net: AKP’nin bir gün “Cemaat’in siyasi ayağı” olmaktan yargılanacağına dair bir umut besliyorlar ve bu umudu diri tutmak istiyorlar. Bu hayalle on yıldır strateji kuruyorlar. Koşullar değişmezse, bir on yıl daha bekleyebilirler.
Oysa soru çok basit: Var olan düzene karşı ne yapıyorsunuz?
Yoksa… Siz de bu düzenin bir parçası mısınız?
***
Ülke, tarihinin en büyük ekonomik çöküşünün eşiğinde. Hayat pahalılığı kontrolden çıkmış durumda. Artık iktidara oy vermiş seçmen bile, bu yönetimin ülkeyi ayağa kaldıramayacağının farkında.
Erdoğan ve Bahçeli, zihinsel ve fiziksel olarak ömürlerinin son evresindeler. İktidar, “puf” desen çökecek halde. Ve yeni bir sistem kurmak, hiç bu kadar mümkün ve bu kadar yakın olmamıştı.
Böylesine bir eşiğe gelinmişken, hâlâ bir ayağı gazda, diğerini frende tutmak… Bu topluma yapılabilecek en büyük kötülük olur.
Aylardır yazmaya, anlatmaya çalıştığım şey tam olarak bu.
Şimdi değilse ne zaman?
Adamlar yoğun bakımda.
Fişi çekmek elinizde ama yapmıyorsunuz.
Bu tereddüdün vebali ağırdır.
Kılıçdaroğlu ve Akşener, bu veballe yerle bir oldular.
Siz yapmayın…
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***