VEYSEL AYHAN | YORUM
Hizmet Hareketi’nin kendi sahih sütunları üzerinde devamı, Hizmet gönüllülerinin zihnini meşgul ettiği gibi son yıllarında belki de Hocaefendi’nin en büyük endişesiydi. Bu tehlikelere karşı ancak şu an anlayabildiğimiz önemli bir tercihte bulundu. Bunu kendisinden geriye ‘bir şahıs’ veya ‘baskın ve fevri hareket edecek’ kişiler barındıran bir heyet bırakmayarak önledi. Baskın bir karakter öne çıksaydı, o şahsın alacağı kararlar sistemi bozabilirdi. Otoriter, iddialı ve karizmatik tiplerin oluşturacağı bir heyet sıkıntı doğurabilirdi.
O sebeple kendisi eline kalem alıp on iki kişilik bir heyet belirlemiş. Değişim periyot ve biçimi bırakmış; ki ilk değişim üç ay önce gerçekleşti.
Ben bu isimlerin bazılarından hoşlanmayabilirim. Bir kısmıyla nizalı olabilirim. Oraya daha iyi isimleri de layık görebilirim. Peki ben ölçü müyüm? Severim-sevmem bu isimler ‘legal’. Legal olmayan benim bunları ‘tanımamaya’ kalkmam. Eleştirilerimi kendilerine iletirim. ‘Legal’ olan kişilerin bana göre ‘illegal’ olduklarını onlara anlatabilirim.
Daha ötesi Risale-i Nur’un telkin ettiği ahlaki esaslarla bağdaşmaz.
İnsanın olduğu yer hatadan âri olmaz. Ben tarihteki hatalardan ders alınmasını istiyorsam veya anlatacaklarımla müspet anlamda bazı yanlış bilinenleri tashih etme niyetim varsa bu çok ciddi bir iştir. Bunu, bildiklerimi, hedefi belirsiz formatlara gelişigüzel serpiştirerek yapmam. Vefat etmiş ve üçüncü şahısların hukukuna riayet ederim.
Şahitliklerimin kişisel kırgınlıkların arasında kaybolmasına izin vermem. İnsicam içinde makaleler yazarım. Belgelerle delillendiririm. Böylece “Şahitliklerini araçsallaştırıyorsun!” ithamına maruz kalmam. Hüsnü niyet sahibi olmam, benim bu usûl hatamı ortadan kaldırmaz. Hasıl olan inkisarı tamir etmez. Sebep olduğum moral bozukluklarını gidermez.
BAŞÖĞRETMEN
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin vefatıyla önemli bir paradigma değişmesi oldu. Öncelikle bunu fark etmek gerekir. Hizmet artık yerelleşti. Hemen herkes Hizmet’in kaide ve kurallarını en çok bildiğini sananlar kadar biliyor. Kimsenin ‘başöğretmen’e ihtiyacı yok. Kimsenin dünyanın falan ülkesinin filan şehrindeki birilerine icrai bir şekilde emir verme, istikamet değiştirtme gibi bir imkanı da yok.
Zaten böyle bir yapıyı dünya kaldırmaz; ki muhtemelen kaldırmayacağı için Hocaefendi yeni dönem için böyle bir tercih yaptı. Son yıllarında kenara çekilerek her işi yerele ve yerel heyetlere bıraktı. Bu, vefat sonrası tarihte benzeri olmayan sarsıntısız bir geçişi sağladı. İstisnası pek olmayan olaylı makam değişimlerini veya bölünmeleri netice veren vefatları hatırlayalım. Bu sürpriz durum gözlerini dört açmış, bölünme, parçalanma bekleyen; falancılar, filancılar çıkmasını gözleyen ‘mahalle’ sakinlerinin sevinçleri kursaklarında bıraktırdı.
Yeni dönemi okuyamıyorlar. Bir film diyaloğuyla anlatmaya çalışayım.
Tabur komutanlığı yoğun saldırı altındadır. Ama tüm birlikler geniş arazilere yayılmıştır. Komuta merkezine artık telsizle ulaşılmaz.
Uzak bir bölükte çavuş çadıra girip komutanına sorar: “Komutanım komuta merkezine ulaşamıyorum.”
Komutan cevap verir: “Evladım ben neredeysem komuta merkezi orasıdır!”
O nedenle bırakalım birileri ‘tabur komutanlığına’ saldırarak mutlu olsun.
Bu önemli dönüşümü sağlayan şey, -abartılı bir teşbih olacak belki- Hocaefendi’nin kendisinden geriye bir ‘direksiyon’, ‘kumanda kolu’ veya ‘dümen’ bırakmaması oldu. Bunun tersini düşünseydi yerine dominant bir karakteri miras bırakırdı.
Hizmet artık tek bir mega gemi veya transatlantik değil. Her belde ayrı bir tekne veya gemi. Hizmet’in berraklığı, şeffafiyeti; yanlışı, doğrusu o geminin yereldeki sakinlerinin sorumluluğunda.
Hepsinin ayrı ayrı dümeni var. O da “Hizmet’in Temel Değerleri”. Bir başka ülkedeki teknenin yanlış rotası beni ilgilendirmiyor. Ben kendi beldemdeki tayfadan, mürettebattan ve yolculardan sorumluyum. Elim ve dilim yettiğince bunu yaparım. Yapmak zorundayım. Geçmiş hatalarımızdan ders alarak aynı yanlışları yapmamaya yaptırmamaya çalışırım. Ama önceliği bugünü okumaya veririm. Çünkü “sürekli arkaya bakanlar önünü göremez!”
EYVAH DİREKSİYONDA FALAN VAR!
Dünyanın her coğrafyasında kök salmış, yerelleşmiş Hizmet eskisi gibi merkezi bir direksiyona bağlı yapıda devam etseydi şu endişelerin gerçekliği olabilirdi:
“Eyvah direksiyonda falan var, bizi buzdağına çarptıracak!”
“Eyvah dümeni istihbarat örgütleri ele geçirecek!”
“Eyvah Hizmet’in geleceği ipotek altına alınıyor!”
Bunlar boş vehimler… Dünyanın en ücra köşesinde bile kuralları ve kurullarıyla yaşayan bir Hizmet’e kendi gönüllüleri dışında hiç kimse zarar veremez. O nedenle şu an Hizmet’i ne şahıslar kurtarabilir, ne de şahıslar batırabilir. Her Hizmet gönüllüsü bizzat Hizmet’in kurtarıcısıdır. Bulunduğu beldede eliyle düzeltebileceği her hatanın bizzâtihi sorumlusudur.
Ne zaman bana iş düşer?
Hizmet’te A, B, C, D, E gibi iş kalemleri var. Uçuk örnekler vereyim. Bir gün baktım ki Heyet yeni Hizmet kalemleri icat etmiş:
“Artık her ülkede rehberlik sorumlusu olduğu gibi bir de bitcoin sorumlusu olacak.”
“Artık her ülkede ‘cin’ hizmeti başlatıyoruz. Hizmet’te cinleri de istihdam edeceğiz.”
“Artık Himmet gelirleri borsada tutulabilir, oradan da gelir elde edilecek…”
Diyelim ki bir gün asli misyonla ilgisiz böyle tuhaf gündemler gelmeye başladı.
O gün ne deriz?
“Hayır bunlar Hocaefendi’nin bize miras bıraktığı “Hizmet’in Temel Değerleri” ile çelişiyor.”
Bunu sadece biz de demeyiz. Herkes söyler ve itiraz eder.
SON ON YIL
Son on yılda böyle bir şey oldu mu?
Mesela ben bir Avrupa ülkesinde küçük bir kasabadayım. Ufak bir derneğimiz var. Kültür merkezimiz gürül gürül çalışıyor. Dört öğrenci evimiz var, cıvıl cıvıl. Kadın-erkek on ayrı haftalık sohbetimiz var.
Buna nezaret eden arkadaşa soruyorum. Hani “uzaklarda ve bizden habersiz şaibeli karar alıcılar” var ya… Son 10 yılda buralarda alınmış -veya yeni Heyet’in aldığı- yapıyor olduğunuz iş kalemlerine mugayir veya muhalif bir karar size ulaştı mı?
“Hayır!” diyor.
E, o zaman neyi şikayet edeceğiz?
Bugün artık bütünü bağlayıcı devasa adımlar atılma ihtimali yok. Atılabileceğini düşünmek hala eski yapıda olduğumuzu sanmaktan geliyor. Yerelleşmiş ve bireyselleşmiş bir tabanın bunu kabul etmesi de mümkün değil.
“HERKES YARALI”
Şunu unutmayalım: “Herkes yaralı.”
Heyet veya heyetlere hatta hepimize düşen ana bir misyon var:
Herkesin yarasına hürmet etmek, şaz/aykırı çıkışlara anlayışla yaklaşmak.
Asla öfkelenmemek, üst perdeden kimseye had bildirmemek.
Lugatındaki en önemli kelimeler “Acz, fakr, şefkat ve tefekkür” olan bir cemaate şahince bir üslup, üstenci bakış yakışmaz.
Her kim her ne yaparsa yapsın şefkatle davranmak bu sürecin en önemli yol azığı ve güzergah teminatı.
Hocaefendi’nin fiili hayatı; ötekileştirci ve dışlayıcı, “Kalan sağlar bizimdir!” düşüncesini değil; dışa karşı olduğu gibi içe karşı da ‘herkesi kendi konumunda kabul etme’ kapsayıcılığını telkin ediyor.
İSTİHBARAT TEŞKİLATLARI
Hizmet’in tek bir şekilde bitebilir: İç çürüme.
Bir gün Hizmet gönüllüleri asli vazifeleri olan ilâ-yı Kelimetullah’tan uzaklaşır; Hizmet’i folklorik ritüellere dönüştürürse işte o gün Hizmet bitmiş olur! Bunun başka bir yolu yok.
Peki, “İstihbarat teşkilatları, dış düşmanlar” Hizmet’i bölebilir mi veya bitirebilir mi?
Cevabını Bediüzzaman Hazretleri yıllarca önce veriyor:
“Bana deseler ki İngiliz, Fransız, Rusya üçü aleyhimizde ittifak etmiş. Rusya mekanize birlikleriyle üzerimize geliyor. Ben bacak bacak üstüne atar, ‘Zübeyir bana bir kahve yap!’ derim. Fakat bana deseler ki içte arkadaşlar arasında bir kırılma ve çatlama var. İşte o zaman bana odama kapanıp ağlamak düşer.”
Bundan çıkaracağınız temel ders şu: “Dış düşmanın” kim olduğunun ve ne yaptığının hiç bir önemi yok; yeter ki biz birbirimize düşmeyelim. Göz göre göre hata yapmayalım. Şeytandan kaçar gibi kizbden kaçıp ‘şu ne der, bu ne der’ basitliğine düşmeyelim. Siyaset manevralarını değil hak perestliği tercih edelim.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***