AHMET KURUCAN | YORUM
Diyanet İşleri Başkanlığı’na ‘Kur’an meallerini denetleme, sakıncalı bulduklarını mahkemeye taşıma ve imha ettirme yetkisi verildiğine’ dair bir haber duydum. Meğer söz konusu olan bir kanunmuş. Meclis’te tartışılmış ve geçmiş. Gerekçe ise bazı meallerin “İslam’ın temel niteliklerine aykırı unsurlar taşıması.”
İyi de, İslam’ın temel niteliklerini kim tanımlayacak? Diyanet İşleri Başkanlığı! Bir başka ifadeyle Diyanet’te çalışan uzman devlet memurları. Yani devlet! Hakikat tekelciliği desem ne dersiniz?
Dikkatlice düşünürsek, burada yalnızca teolojik bir problemle karşı karşıya değiliz. Bu mesele, özgürlükle, hukuk devletiyle, çoğulculukla doğrudan ilişkilidir. Oysa İslam tarihi boyunca istisnai dönemler hariç farklı yorumlara, mezheplere, hatta birbirinden oldukça farklı kelâmî ve fıkhî görüşlere tahammül gösterilmiş; hiçbir otorite kendisini Allah adına nihai hüküm makamı yerine koymamıştır.
Şimdi ise devlet eliyle “tek doğru yorum” oluşturulmak isteniyor. Bu, Kur’an’ın ruhuna da, Nebevî öğretilere de, 14 asırlık geleneğimize de, anayasal özgürlüklere de açıkça aykırıdır.
Devletin dini kendi tekelinde yorumlama çabası, kimden gelirse gelsin karşı durulması gereken bir tehlikedir. Bugün Mustafa Öztürk’ün, İhsan Eliaçık’ın, Mustafa İslamoğlu’nun, Mehmet Okuyan’ın, Edip Yüksel’in, Muhammed Esed’in mealleri, yarın başka bir ilahiyatçının, öbür gün de sizin, benim, hepimizin ifade hakkı gasp edilebilir.
“İslam’ın temel nitelikleri” gibi muğlak bir ifade, her türlü keyfîliğe kapı aralar. Bu, düşünceyi, inancı, yorumu, ilmi boğar.
Devletin ‘din’ kalıbı!
İslam dini, devletin tanımladığı dar kalıplara sığmaz. Meallerin, tefsirlerin, yorumların imha edilmesi yalnızca kitapların değil, aynı zamanda aklın, vicdanın ve farklı düşüncelerin yok edilmesidir.
Biz, mealleri değil, bu zihniyeti imha etmeliyiz: Tek doğruyu dayatan, muhalefeti bastıran, dini devletin bekasına indirgemeye çalışan zihniyeti. Buna sessiz kalamayız, kalmamalıyız. Düşünceye, yoruma, farklılığa sahip çıkmak yalnızca akademisyenlerin değil; mütedeyyinlerin, hukukçuların, vicdan sahibi herkesin görevidir. Zira bu ateş, yalnızca bir meali değil, ortak geleceğimizi yakabilir.
Bu süreçte en yüksek perdeden tepki gösteren isimlerden biri Prof. Dr. Mustafa Öztürk oldu. Öztürk, kendi hazırladığı mealin de hedef alınacağını belirtti ve yayınevine eserlerini imha etmeleri talimatı verdiğini açıkladı.
Videolu tepkisi hem sosyal medyada geniş yankı uyandırdı hem de kamuoyunda bir tartışma başlattı. Doğrusu, bir ilahiyatçının düşünce özgürlüğü adına gösterdiği bu çıkışı önemsiyorum. Ancak bu noktada hafızamızı da devreye sokmalıyız.
Mustafa Öztürk aynı ilkeselliği, geçmişte Hizmet Hareketi mensuplarına yönelik cadı avında göstermedi — hâlâ da göstermiyor. Bugün devletin “İslam’ın temel nitelikleri” gibi muğlak bir ifadeyle meal imha etmesini haklı olarak eleştiriyor. Ama dün aynı devletin Suat Yıldırım’ın İslam Ansiklopedisine yazdığı maddelerin kaldırılmasına itiraz etmedi.
Zaman gazetesinin hediye ettiği Elmalılı tefsirini, Vehbe Zuhayli’nin “Dört Mezhebe Göre Fıkıh”ını, merhum İbrahim Canan’ın tercüme ettiği Kütüb-i Sitte’yi gündemine almadı. Hocaefendi’nin kitaplarının “örgüt delili” sayılmasına karşı tek bir cümle kurmadı. O günleri hatırlamak isterseniz ‘Fotoğrafa İyi Bakın’ başlıklı yazımı okuyabilirsiniz.
Tekrar edeyim, 12 yıldan beri devam eden devletin orantısız gücüyle saldırdığı Cemaat mensuplarına yönelik zulümler karşısında bir söz etmedi. Devletin zulmünü görmedi, görmek istemedi, umursamadı. “Kermeste börek yapan annem yaşındaki kadından terörist olmaz!” diyemedi. Aksine, 15 Temmuz sonrası darbe komisyonuna verdiği ifadelerden, çeşitli platformlardaki konuşmalarına kadar rejimin söylemini pekiştiren öncü isimlerden biri oldu.
Ben meseleleri şahsîleştirmekten yana değilim. Ne bir şahsı hedef alma ne de kişisel bir hesaplaşma derdindeyim. Öyle bir niyetim olsaydı şimdiye kadar çoktan onlarca yazı kaleme alırdım. Ama adalet ve tutarlılık adına, dün başkaları için susanların bugün kendileri için feryat etmesini tarihin hafızasına not düşmek gerekiyor. Bu yazı, işte bunun için yazıldı.
Ve bitirirken… Bir zamanlar “tağut” dedikleri devlete karşı mücadele ettiğini söyleyerek yola çıkan, iktidara geldikten sonra ise o devlete secde eden AKP kadrolarına ve sempatizanlarına birkaç kelamım var:
Bir dönem “Diyanet, halkın değil, devletin Diyanet’i oldu” diye dertlenenler, şimdi bu yasa karşısında sus pus. Dün başörtüsüyle, imam hatiple, Kur’an kürsüsüyle sınanan bir iktidar, bugün mealle, yorumla, düşünceyle sınıfta kalıyor.
Ne garip, değil mi?
Siz! Evet siz! Bu düşüncenin yasalaşması için TBMM’de el kaldıran sizler, devletin gölgesini Allah’ın nuru sanacak kadar gözünüzü kaybettiniz. Kalbiniz artık sadece iktidarın alkışına çarpıyor; kulaklarınız sadece talimat duyuyor; vicdanınız ise çoktan mühürlendi.
Siz artık Allah’a değil, devlete ya da kendini devlet sanan şahsa secde ediyorsunuz.
Fotoğrafa iyi bakın
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***