İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor
  • Ana Sayfa
  • Haberler
    • All
    • Bilim ve Teknolji
    • Dünya
    • Ekonomi
    • Kültür - Sanat
    • Politika
    • Spor
    • Yaşam
    İş dünyasının önerileriyle 2025'e özel yeni eylem planı oluşturulacak

    İş dünyasının önerileriyle 2025’e özel yeni eylem planı oluşturulacak

    Emlak Sektörüne Sıkı Denetim! Ev İlanlarında Fahiş Fiyat Dönemi Bitti

    Emlak Sektörüne Sıkı Denetim! Ev İlanlarında Fahiş Fiyat Dönemi Bitti

    Trump vergilerinin finans piyasalarına etkisi

    ABD Uluslararası Ticaret Mahkemesi’nden Trump’ın gümrük tarifelerine engel

    Ensar Nur

    ABD Çinli öğrencilerin vizelerini iptal edecek; Pekin’den sert tepki

    Riha’da Belgesel Film Festivali başladı

    Riha’da Belgesel Film Festivali başladı

    Binlerce Kamu İşçisini İlgilendiriyor! Ek Ödeme Tarihi Belli Oldu

    Binlerce Kamu İşçisini İlgilendiriyor! Ek Ödeme Tarihi Belli Oldu

    Trending Tags

  • İnsan Hakları
    DEM Partili Kamaç: Diyanet’in 19 dilli yayınında Kürtçe yok!

    DEM Partili Kamaç: Diyanet’in 19 dilli yayınında Kürtçe yok!

    ‘Mansur Yavaş her şart altında aday’

    Adliye binalarımız güzel ama adalet var mı?

    Batman’da sert müdahalede bulunan polisler hakkında soruşturma başlatıldı

    Batman’da sert müdahalede bulunan polisler hakkında soruşturma başlatıldı

    Esenyurtlular kayyıma tepkili: Hukuksuzluk ve adaletsizliktir

    Esenyurtlular kayyıma tepkili: Hukuksuzluk ve adaletsizliktir

    En Yakınındaki İsim Konuştu: Mansur Yavaş Esenyurt'taki Mitinge Neden Katılmadı?

    En Yakınındaki İsim Konuştu: Mansur Yavaş Esenyurt’taki Mitinge Neden Katılmadı?

    Hasta tutsak yoğun bakımda yaşam mücadelesi veriyor

    Hasta tutsak yoğun bakımda yaşam mücadelesi veriyor

    Trending Tags

  • 15 Temmuz
    Şehit Semih Terzi neden infaz edildi?

    Şehit Semih Terzi neden infaz edildi?

    Hakan Fidan’dan 15 Temmuz itirafı: ”Önceden koordine ettiği askerler Darbeci gibi davranıp sonra geri çekilmiş”

    Hakan Fidan’dan 15 Temmuz itirafı: ”Önceden koordine ettiği askerler Darbeci gibi davranıp sonra geri çekilmiş”

    25 ülkeye ihracat yapan şirket konkordato ilan etti

    15 Temmuz öncesi Genelkurmay’da MİT ajanı: Fişleme ödülü olarak Tuğgeneralliğe yükseltildi

    İdam isteyen sahte 15 Temmuz gazisinin foyası ortaya çıktı

    İdam isteyen sahte 15 Temmuz gazisinin foyası ortaya çıktı

    MİT’e 15 Temmuz ihbarının sırrı çözüldü; Eski İstihbaratçıdan, Binbaşı Osman Karaca hakkında şok itiraflar

    MİT’e 15 Temmuz ihbarının sırrı çözüldü; Eski İstihbaratçıdan, Binbaşı Osman Karaca hakkında şok itiraflar

    15 Temmuz’da mafyanın rolü: Tek tek görüntüleriyle, kim hangi görevde sahadaydı?

    15 Temmuz’da mafyanın rolü: Tek tek görüntüleriyle, kim hangi görevde sahadaydı?

  • Kürt Meselesi
    Bakırhan: Kürtlerle barış Türkiye’ye refah getirir

    Bakırhan: Kürtlerle barış Türkiye’ye refah getirir

    DEM’li Tuncer Bakırhan: “Biz CHP’nin eylemci kitlesi değiliz, bizim başka bir meselemiz var”

    DEM’li Tuncer Bakırhan: “Biz CHP’nin eylemci kitlesi değiliz, bizim başka bir meselemiz var”

    DEM Partili Kamaç: Diyanet’in 19 dilli yayınında Kürtçe yok!

    DEM Partili Kamaç: Diyanet’in 19 dilli yayınında Kürtçe yok!

    Tabip odaları: Kayyımlar  Kürt sorunu çözümsüzlüğünün sonucu

    Tabip odaları: Kayyımlar Kürt sorunu çözümsüzlüğünün sonucu

    Batman’da sert müdahalede bulunan polisler hakkında soruşturma başlatıldı

    Batman’da sert müdahalede bulunan polisler hakkında soruşturma başlatıldı

    DEM Parti'den Ahmet Özer Yorumu: Bu Ne Perhiz Bu Ne Lahana Turşusu

    DEM Parti’den Ahmet Özer Yorumu: Bu Ne Perhiz Bu Ne Lahana Turşusu

    Trending Tags

  • Görüş & Analiz
    Ne işin vardı senin Kupa 3’te Chelsea!

    Ne işin vardı senin Kupa 3’te Chelsea!

    Nefret söyleminin hegemonik gücü!

    Nefret söyleminin hegemonik gücü!

    ABD’de okuyan binlerce Türkiyeli öğrenci ne olacak?

    ABD’de okuyan binlerce Türkiyeli öğrenci ne olacak?

    ‘1 oy’ için kızını terk eden baba!

    ‘1 oy’ için kızını terk eden baba!

    Hizmet Hareketi’ne saldırmanın dayanılmaz hafifliği!

    Hizmet Hareketi’ne saldırmanın dayanılmaz hafifliği!

    Şampiyonluğun şifresi; Antonio Conte

    Şampiyonluğun şifresi; Antonio Conte

  • Gizlilik politikası
No Result
View All Result
  • Ana Sayfa
  • Haberler
    • All
    • Bilim ve Teknolji
    • Dünya
    • Ekonomi
    • Kültür - Sanat
    • Politika
    • Spor
    • Yaşam
    İş dünyasının önerileriyle 2025'e özel yeni eylem planı oluşturulacak

    İş dünyasının önerileriyle 2025’e özel yeni eylem planı oluşturulacak

    Emlak Sektörüne Sıkı Denetim! Ev İlanlarında Fahiş Fiyat Dönemi Bitti

    Emlak Sektörüne Sıkı Denetim! Ev İlanlarında Fahiş Fiyat Dönemi Bitti

    Trump vergilerinin finans piyasalarına etkisi

    ABD Uluslararası Ticaret Mahkemesi’nden Trump’ın gümrük tarifelerine engel

    Ensar Nur

    ABD Çinli öğrencilerin vizelerini iptal edecek; Pekin’den sert tepki

    Riha’da Belgesel Film Festivali başladı

    Riha’da Belgesel Film Festivali başladı

    Binlerce Kamu İşçisini İlgilendiriyor! Ek Ödeme Tarihi Belli Oldu

    Binlerce Kamu İşçisini İlgilendiriyor! Ek Ödeme Tarihi Belli Oldu

    Trending Tags

  • İnsan Hakları
    DEM Partili Kamaç: Diyanet’in 19 dilli yayınında Kürtçe yok!

    DEM Partili Kamaç: Diyanet’in 19 dilli yayınında Kürtçe yok!

    ‘Mansur Yavaş her şart altında aday’

    Adliye binalarımız güzel ama adalet var mı?

    Batman’da sert müdahalede bulunan polisler hakkında soruşturma başlatıldı

    Batman’da sert müdahalede bulunan polisler hakkında soruşturma başlatıldı

    Esenyurtlular kayyıma tepkili: Hukuksuzluk ve adaletsizliktir

    Esenyurtlular kayyıma tepkili: Hukuksuzluk ve adaletsizliktir

    En Yakınındaki İsim Konuştu: Mansur Yavaş Esenyurt'taki Mitinge Neden Katılmadı?

    En Yakınındaki İsim Konuştu: Mansur Yavaş Esenyurt’taki Mitinge Neden Katılmadı?

    Hasta tutsak yoğun bakımda yaşam mücadelesi veriyor

    Hasta tutsak yoğun bakımda yaşam mücadelesi veriyor

    Trending Tags

  • 15 Temmuz
    Şehit Semih Terzi neden infaz edildi?

    Şehit Semih Terzi neden infaz edildi?

    Hakan Fidan’dan 15 Temmuz itirafı: ”Önceden koordine ettiği askerler Darbeci gibi davranıp sonra geri çekilmiş”

    Hakan Fidan’dan 15 Temmuz itirafı: ”Önceden koordine ettiği askerler Darbeci gibi davranıp sonra geri çekilmiş”

    25 ülkeye ihracat yapan şirket konkordato ilan etti

    15 Temmuz öncesi Genelkurmay’da MİT ajanı: Fişleme ödülü olarak Tuğgeneralliğe yükseltildi

    İdam isteyen sahte 15 Temmuz gazisinin foyası ortaya çıktı

    İdam isteyen sahte 15 Temmuz gazisinin foyası ortaya çıktı

    MİT’e 15 Temmuz ihbarının sırrı çözüldü; Eski İstihbaratçıdan, Binbaşı Osman Karaca hakkında şok itiraflar

    MİT’e 15 Temmuz ihbarının sırrı çözüldü; Eski İstihbaratçıdan, Binbaşı Osman Karaca hakkında şok itiraflar

    15 Temmuz’da mafyanın rolü: Tek tek görüntüleriyle, kim hangi görevde sahadaydı?

    15 Temmuz’da mafyanın rolü: Tek tek görüntüleriyle, kim hangi görevde sahadaydı?

  • Kürt Meselesi
    Bakırhan: Kürtlerle barış Türkiye’ye refah getirir

    Bakırhan: Kürtlerle barış Türkiye’ye refah getirir

    DEM’li Tuncer Bakırhan: “Biz CHP’nin eylemci kitlesi değiliz, bizim başka bir meselemiz var”

    DEM’li Tuncer Bakırhan: “Biz CHP’nin eylemci kitlesi değiliz, bizim başka bir meselemiz var”

    DEM Partili Kamaç: Diyanet’in 19 dilli yayınında Kürtçe yok!

    DEM Partili Kamaç: Diyanet’in 19 dilli yayınında Kürtçe yok!

    Tabip odaları: Kayyımlar  Kürt sorunu çözümsüzlüğünün sonucu

    Tabip odaları: Kayyımlar Kürt sorunu çözümsüzlüğünün sonucu

    Batman’da sert müdahalede bulunan polisler hakkında soruşturma başlatıldı

    Batman’da sert müdahalede bulunan polisler hakkında soruşturma başlatıldı

    DEM Parti'den Ahmet Özer Yorumu: Bu Ne Perhiz Bu Ne Lahana Turşusu

    DEM Parti’den Ahmet Özer Yorumu: Bu Ne Perhiz Bu Ne Lahana Turşusu

    Trending Tags

  • Görüş & Analiz
    Ne işin vardı senin Kupa 3’te Chelsea!

    Ne işin vardı senin Kupa 3’te Chelsea!

    Nefret söyleminin hegemonik gücü!

    Nefret söyleminin hegemonik gücü!

    ABD’de okuyan binlerce Türkiyeli öğrenci ne olacak?

    ABD’de okuyan binlerce Türkiyeli öğrenci ne olacak?

    ‘1 oy’ için kızını terk eden baba!

    ‘1 oy’ için kızını terk eden baba!

    Hizmet Hareketi’ne saldırmanın dayanılmaz hafifliği!

    Hizmet Hareketi’ne saldırmanın dayanılmaz hafifliği!

    Şampiyonluğun şifresi; Antonio Conte

    Şampiyonluğun şifresi; Antonio Conte

  • Gizlilik politikası
No Result
View All Result
İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor
No Result
View All Result
Home Görüş & Analiz

Hizmet Hareketi’ne saldırmanın dayanılmaz hafifliği!

SG by SG
28 Mayıs 2025
in Görüş & Analiz
0
Hizmet Hareketi’ne saldırmanın dayanılmaz hafifliği!
PaylaşPaylaş


Gökhan Bacık’ın Gülen hareketine yönelik “kendini feshet” çağrısı, “ezenlerin pedagojisi” çerçevesinde değerlendirilmeli. Bacık, mağdurları kendi durumlarının sorumlusu ilan ederek adaletsizliği normalleştiriyor ve devletin hegemonik söylemini pekiştirmeyi deniyor.

M. NEDİM HAZAR | YORUM

Aslında birazdan bahsini edeceğim topa girmeye hiç niyetim yoktu. Ahmet Dönmez, İsmail Sezgin gibi kıymetli isimlerin yaptıkları işin iştahına (bakın şehveti demiyorum) kapılıp, işlerini güçlerini cemaat magazinine çevirmelerini izlemekle beraber, çok fazla ilgimi çektiğini söyleyemem. Hele hele en ufak bir eleştirimde Ahmet Dönmez’in bir anda “Yuh, yalancı!” gibi seviyeli bir üslupla şarlaması sonrasında benim için hükmü artık tamamen ‘zaid’ olmuştu.

İşte Gökhan Bacık’ın Ruşen Çakır’ın platformunda kaleme aldığı ve anlaşılan o ki bir süredir zihninin içinde geveleyip durduğu fikirleri nispeten toparlayarak bir eleştiriye ve sözümona çözüm önerisine dönüştürdüğü yazısını istifade etmek amacıyla okumaya başladım. Ne zaman ki şu cümleye geldim, açıkçası bende şalter attı:

“Kişisel kanaatim vitrindeki bu ilahiyatçı ve gazetecilerin büyük bir kısmı mahrem yapının PR ekibi olarak çalışıyor.” 

Evet aynen böyle yazmış Gökhan Bacık…

Tanımladığı küme içerisine giren biri olarak, bu pespayeliğini aynen Bacık’a iade ediyor ve kendisinin Ruşen Çakır gölgesinde Ergenekon ve gizli Erdoğan PR’cısı olduğuna kişisel kanaat getirdiğimi belirtmek istiyorum.

Birazdan, tel tel dökülen argümantasyonlarla süslenmiş yazısına da bakacağız. Ancak Bacık ile ilgili kişisel bir gözlememi de öncelikle aktarmak isterim.

Evet; Bacık ve türdeşleri diyebileceğim bir kitle var. Bunlar vaktiyle cemaatin kurum ve kuruluşlarında bulunmuş, nimetlerinden yararlanmış, malum süreç sonrasında köşelerine çekilmiş, ellerine fırsat geçtiğinde yeni gücün ‘aferinlerini’ alıp (sanırım bir tür yeniden meşruiyet kazanma kaygısı ile ki, bu anlaşılabilir bir şeydir) görünür olmaya çalışan bir kitle bu…

Bu kitle de homojen değil elbette.

Samimi ve harbi olanları da mevcut, suret-i haktan görünüp saman altından muhtelif ebatta akarsu yürütmeye çalışanları da. Ancak nicedir Türkiye’nin derdi Cemaat olmadığı için, hele hele insanlar zulüm altında inim inim inlerken kalkıp bunlara, “Siz de şöyle böylesiniz!” deyip yüzlerine bir şeyler vurmanın anlamı olmadığına inandım hep.

Merhum Aliya’ya atfedilen bir söz var, şöyle der İzzetbegoviç: “Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır!”

Bu kadar zulüm yaşanırken, en ufak bir tepki ve vicdan emaresi göstermekten çekinen (bakınız ‘korkan’ demiyorum) ve görünür olmaktan şiddetle kaçınan tanımlamaya çalıştığım bu güruh, Hizmet Hareketi’nin en ufak bir tartışma ya da polemiğinde saklandıkları yerden çıkıp, bir tekme de kendileri atarak tekrar gizlendikleri yere geri dönmeleri benim için zaten ibretlik ve unutulmazdır.

Gökhan Bacık’ın böyle bir şey yaptığını görmedim, ancak yaşanan zulümlerle ilgili herhangi bir itirazının, mazlumlara sahip çıkışını da keza görmedim. Tanımam etmem kendisini lakin bunun da anlaşılabilir bir durum olduğunun bilinmesini isterim ve kimseyi, mazlumlara sahip çıkmıyor diye kınamam, tıpkı zalime itiraz etmiyor diye kınamadığım gibi.

Ancak, böyle bir tavır alan alakasız bir kişinin şirinlik muskası olmak uğruna ortalığa “Doğum gününüz kutlu olsun!” nevinden sosyal medya paylaşımı yapması dikkatimden kaçmaz benim.

Her neyse…

Gökhan Bacık, iftira ve kul hakkı gibi kaygılara ve hassasiyetlere sahip olmayabilir. Ancak bizim de ne elimiz armut topluyor, ne zihnimiz mefluç olmuş durumda. Böylesi bir bühtanı, pespayeleştirerek fikir ve kırıntıdan da olsa akademik kılıfa sarmalayan bir bakış açısına diyecek sözüm var elbette.

Başlayalım… Bakalım kim kimin PR ekibiymiş, görelim. İsterseniz akademik tarzda yapalım bunu daha afili olabilir zira!

Giriş

Türkiye’de 15 Temmuz 2016 sonrası yaşanan süreçte, Gülen Hareketi’ne yönelik gerçekleştirilen kapsamlı tasfiye ve baskı politikalarının ardından, hareketin içinden çıkan bazı isimler tarafından kaleme alınan “eleştirel” metinler dikkat çekmekte. Gökhan Bacık’ın “Devlet, Cemaat, Siyasi Çözüm: Bir Yol Haritası Önerisi” başlıklı yazısı da bu türden metinlerin son örneklerinden birisi. Ancak bu yazı, sadece içeriği değil, yazıldığı mecra ve zamanlaması itibariyle de önemli etik ve siyasi sorunlar barındırmakta.

Makalemizde, Bacık’ın yazısını “ezenlerin pedagojisi” kavramı çerçevesinde ele alarak, tarihsel ve güncel bağlamda mağdur edilen toplulukların kendi varlıklarını sorgulamaya ve “normalleşme” adına kendilerini feshederek çözüm arayışına yönlendirilmesinin sorunlu doğasını incelemesini yapacağız.

Kavramsal Çerçeve

Paulo Freire’nin “Ezilenlerin Pedagojisi” kavramının tersine, “ezenlerin pedagojisi” mağdur edilenleri kendi durumlarının sorumlusu addederek, sistemi değil kendilerini değiştirmeye yönlendiren düşünce biçimini ifade eder. Bu pedagoji şu temel unsurları içerir:

Suçu mağdura yükleme: Yaşanan sorunların kaynağını sistemin yapısal özellikleri yerine mağdurun eylem ve tercihlerinde arama.

Normalleşme dayatması: Mevcut güç ilişkilerini değişmez kabul ederek, mağdurun bu düzene uyum göstermesini “gerçekçilik” olarak sunma.

Kendini feshetme önerisi: Sorunların çözümünü mağdurun kimliğini, örgütlenmesini ve varlığını sona erdirmesinde görme.

Güçlü merkezli bakış: Devlet ve egemen güçlerin mantığını evrensel ve doğal kabul ederek, tüm çözüm önerilerini bu merkezden türetme.

İlk düğmeden başlayan hata!

  1. Yanlış Analoji: Silahlı Örgüt ile Sivil Hareketin Eşitlenmesi

Birinci maddeye geçmeden önce önemli bir hususu söylemem gerekiyor. Tayyip Erdoğan malum olduğu üzere bir önceki seçim kampanyasını Kürt, dolayısıyla DEM partisi karşıtlığı üzerine kurmuştu. Ana muhalefet partisi hakkında kurgu kasetler hazırlayıp bunları mitinglerde göstermiş ve “Ama montaj ama şu ama bu; ne olmuş yani?” diye işi siyasi pişkinliğe vurmuştu.

Şimdi hayatının son evresinde (hem siyasi, hem biyolojik) bir kez daha makas değiştirerek bu kez, vaktiyle “Seni başkan yaptırmayacağız!” dediği için tekmelediği barış masasını, sözümona tekrar kuruyor.

Açıkçası Erdoğan ile DEM Partisi ya da Kürtler arasındaki son siyasi cilveleşmenin barış ve demokrasi için olduğuna inanacak kadar budala var mıydı memlekette emin değildim! Erdoğan’ın en son derdinin özgürlükçü anayasa, barış, özgürlük, demokrasi olacağını bilmeyen biri, belki amazon ormanlarındaki Corubo kabilesinde vardır bilemiyorum.

Erdoğan, bedeli ne olursa olsun bir kez değil, birden fazla kez tekrar seçilmek zorunda olduğunu çok iyi biliyor. Kürtler ise, Reis’in köşeye sıkıştığını net olarak görmüş durumdalar ve bu pazarlıktan ne kadar kâr elde ederlerse o kadar iyi olacağını biliyorlar.

Belediyelere kayyımdan vaz mı geçilecek, harika! Tutuklu PKK’lılar mı salınacak, enfes! Öcalan ev hapsine mi çıkacak, âlâ!

Eh buna karşılık, anayasa için evet de deyiverirler yani ne olacak! Ayrıca örgüt silah bıraksa ne olur ki, zaten yıllardır bir fonksiyonu yok!

Sanırım Bacık, bu konuda masanın her iki tarafına da inanıyor ve bizden de sadece inanmamızı istemiyor, buradan bir korelasyon oluşturmamızı talep edecek kadar da cüretle yazıyor.

Bacık’ın yazısının temel argümanı, PKK-devlet müzakere sürecini Gülen Hareketi için bir “emsal” olarak sunmasına dayanıyor. Yazının hemen başında şu ifadeyi kullanıyor: “Devletin, PKK ile yaptığı deneme ifade ettiğim gibi bizlere bir emsal sunuyor.” 

Bu analoji, hem tarihsel gerçekleri hem de hukuki mantığı görmezden alan temel bir yanılgı içermekte.

PKK, 1984’ten bu yana silahlı mücadele yürüten, binlerce sivil ve askerin ölümüne sebep olan, Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği tarafından terör örgütü olarak tanınan bir yapı. Devletin PKK ile müzakere süreci başlatması, bu silahlı çatışmanın sebep olduğu insani ve ekonomik maliyeti sona erdirme amacını taşıyabilir ki, bu anlaşılmaz bir şey değildir. Kaldı ki, şu ana kadar konuşulan “silahların bırakılması” meselesidir.

Prusyalı general Carl von Clausewitz, muazzam eseri “Savaş Üzerine”de şöyle der: “Savaş siyasetin başka araçlarla sürdürülmesidir.”

Bu tanımdan hareketle, PKK ile müzakere süreci de silahlı çatışmanın siyasi araçlarla çözümüne yönelik bir girişim olarak değerlendirmek farklı, gereksiz bir ham hayal ile hoşuna gitmeyen bir hareket için bu analojiyi kullanabilecek kadar çaresiz olmak ayrı bir şey olsa gerek.

Gökhan Bacık, 10 yıl öncesine kadar hareketin yakınlarında olan biri olarak unutmuş gibi görünüyor ama hatırlatalım; Gülen Hareketi ise hiçbir dönemde silahlı mücadele yürütmemiş, sivil toplum örgütlenmesi çerçevesinde eğitim, medya ve iş dünyasında faaliyet göstermiş bir toplumsal harekettir.

2016 öncesine kadar tamamen yasal zeminde varlığını sürdürmüş, hatta devletle işbirliği içinde olmuş bir sivil oluşumdan bahsediyoruz. Biri tamamen sivil, diğeri daha kuruluşunda silah ile kendini tanımlayan bu iki farklı yapıyı aynı kategoride değerlendirmek, temel hukuki ve siyasi ayrımları görmezden almak anlamına gelir. Bakınız rencide etmemek adına en hafif tabirleri seçmeye özen gösteriyorum.

Dahası, Gökhan Bacık’ın bu analojiyi kurmasının altında yatan zihniyete dikkat etmek gerekiyor. PKK örneğini kullanarak, aslında Gülen hareketini de dolaylı olarak “devlete karşı silahlı mücadele yürüten” bir yapı statüsüne indirgemekte ki bu vicdansızlık ölçüsünü aşan bir art niyettir. Hadi daha kibarca söyleyelim: Bu yaklaşım, gerçekleri çarpıtan ve kamuoyunda yanıltıcı algı oluşturan bir yaklaşımdır. Hannah Arendt’in meşhur “Şiddet Üzerine” eserinde de ifade ettiği gibi; şiddet ve politik eylem arasındaki ayrımı bulanıklaştırmak, politik alanın kendisini tahrip etmek anlamına gelir!

Ayrıca, PKK sürecinde devletin “siyasi çözüm” arayışının altında yatan pragmatik nedenler Gülen hareketi için asla geçerli değildir. PKK ile müzakere, süregiden bir savaşın maliyetini azaltma amacı taşırken, Gülen hareketine yönelik “siyasi çözüm” önerisi hangi somut sorunu çözmeyi hedeflemektedir acaba? Bacık bu soruya net bir cevap vermiyor, sadece “şartlar bu iken ne yapılabilir?” sorusuna odaklanıyor.

  1. Kendini İmha Etme Dayatması: Demokratik Hakların Feda Edilmesi

Gökhan Bacık’ın yazısının belki de en rahatsız edici önerisi, Gülen hareketinin “tıpkı PKK gibi halihazır örgütlenme biçimini feshetmesi” gerektiği yönündeki ısrarı. Bu öneri, sadece hukuki değil, aynı zamanda felsefi ve etik açıdan da derin sorunlar barındırmakta.

Gökhan Bacık bu önerisini şu sözlerle gerekçelendiriyor: “Siyasi çözüm, ‘kim haklıdır?’ meselesi değildir; ‘şartlar bu iken ne yapılabilir?’ meselesidir.” 

Bu ifade, adalet kavramını tamamen rafa kaldırarak, güç ilişkilerini tek belirleyici faktör olarak sunmak gibi ahlaki bir sorun taşımakta. Bilen bilir; John Bordley Rawls, 20. yüzyılın en etkili siyaset filozoflarından biridir. Başucu kitabı “A Theory of Justice” (Adalet Teorisi), toplumsal adaleti “eşit özgürlük” ve “en dezavantajlıların lehine farklılık” ilkeleriyle temellendirirken ezenin pedagojisinin adaletin en büyük düşmanı olduğunun altını önemle çizer. Rawls, adaletsizliği normalleştiren ve güçlünün haklılığını “a priori” kabul eden bir anlayışa dayanıyor.

Biliyorum biraz akademik ağda içerir duruma geldi yazı. Siz okumaya, ben de -kitaplarım- dışında yazmaya pek alışık değilim bu üslupta. Basitleştirerek izah edeyim o halde: “A priori” kelimesini (Latince: “önceden, deneyimden bağımsız olarak”); yani herhangi bir inceleme yapmadan, kanıt aramadan, sorgulamadan önce kabul etme anlamında kullandım.

Yani Bacık’ın yaklaşımında:

Devlet güçlüdür → Otomatik olarak devlet haklıdır.

Gülen hareketi güçsüzdür → Otomatik olarak onlar hatalıdır/suçludur.

Bu mantık şöyle işliyor: “Kim güçlüyse o haklıdır” mantığı.

Güç = Hak denklemi kuruluyor.

Adaletsizlik sorgulanmıyor, “doğal” kabul ediliyor.

Örnek: Bacık şöyle diyor: “Siyasi çözüm, ‘kim haklıdır?’ meselesi değildir; ‘şartlar bu iken ne yapılabilir?’ meselesidir.”

Bu cümle tam da bunu gösteriyor:

“Kim haklı?” sorusunu sormayı reddediyor. Mevcut güç dengesini sabit kabul ediyor. Adaletsizliği “şartlar böyle” diyerek normalleştiriyor.

Bu yaklaşım John Rawls’ın adalet teorisinin tam zıttıdır: Rawls “cehalet peçesi” arkasından objektif adalet arar, Bacık ise mevcut güç ilişkilerini sorgulamadan kabul eder!

Daha da vahimi, Bacık bu “fesih” önerisini sunarken şu açıklamayı yapıyor: “Bunun ‘ne yani haksız olduğumuzu mu kabul edelim?’ gibi bir itirazla alakası yoktur.” 

Bu cümle, aslında tam da bunun istendiğini gizlice kabul ediyor. Çünkü bir toplumsal hareketin kendini feshetmesi, o hareketin varlık nedeninin ve meşruiyetinin reddedilmesi anlamına geldiğini anlamak için allame olmaya gerek yoktur.

Tarihsel olarak bakıldığında, böyle “kendini feshetme” önerilerinin benzerlerini totaliter rejimlerde görmek mümkün. Nazi Almanyası’nda Yahudi organizasyonlarına “gönüllü olarak” kendilerini kapatmaları önerilmiş, Sovyet Rusya’da muhalif partilere “devrim yararına” faaliyetlerini durdurmaları telkin edilmiştir. Bu tür yaklaşımlar, görünürde “gönüllülük” esasına dayansa da, aslında sistemin baskısı altında gerçekleşen zoraki tercihlerdir.

Bacık’ın önerisinin hukuki boyutuna bakıldığında ise durum daha da sorunlu hale geliyor. Gülen hareketi 2016 öncesinde tamamen yasal çerçevede faaliyet gösteren bir sivil toplum örgütlenmesiydi. Hiçbir mahkeme kararı ile yasaklanmamış, hiçbir yasal prosedür ile suçlu bulunmamıştı. Böyle bir yapıdan “kendini feshetmesi” istemek, hukukun üstünlüğü ilkesini hiçe saymak anlamına gelir ki bu çok ciddi ahlaki bir yanlış duruştur.

Bu noktada Antonio Gramsci’nin “hegemonya” kavramına başvurmak sadece aydınlatıcı değil, aynı zamanda Bacık’ın yazısının toplumsal işlevini anlamak için kritik önem taşıyor. Gramsci’nin “Hapishane Defterleri”nde geliştirdiği hegemonya teorisi, iktidarın nasıl sadece zor kullanarak değil, rıza üretimi yoluyla da sürdürüldüğünü açıklamakta.

Gramsci’ye göre “hegemonya” iki temel unsurdan oluşur: “Zor” (coercion) ve “rıza” (consent). Klasik Marksist teori iktidarı sadece ekonomik temelde ele alırken, Gramsci kültürel ve ideolojik boyutun önemine dikkat çeker: “Egemen sınıflar gücü sadece zor kullanarak değil, ezilen sınıfları kendi çıkarları doğrultusunda düşünmeye ikna ederek de korurlar” der mesela.

Öte yandan bu süreç, Louis Althusser’in “İdeolojik Devlet Aygıtları” kavramıyla da örtüşür ki, okul, kilise, medya gibi kurumlar aracılığıyla egemen ideoloji yeniden üretilir bu kavramda.

Organik entelektüel transferi!

Hegemonyanın en etkili olduğu an, ezilenlerin kendi durumlarını “doğal” ve “değişmez” olarak görmeye başladığı andır. Gramsci bunu “ortak duyu” (common sense) kavramıyla açıklıyor. Ortak duyu, toplumsal gerçekliğin doğal ve kaçınılmaz olarak algılanmasıdır. Hegemon güçler, kendi çıkarlarını evrensel çıkarlar olarak sunarak bu ortak duyu algısını şekillendirirler.

Bacık’ın yazısı, tam da bu hegemonik sürecin mükemmel bir örneği. Kendisi bunun ne kadar farkında bilemiyorum ama; Gülen hareketinin içinden çıkan bir akademisyen olarak, hareketin “kendini feshetmesi” gerektiğini söylerken, aslında devletin hegemonik söylemini içselleştirmiş durumda. Bu durum, Gramsci’nin “pasif devrim” (passive revolution) kavramını andırıyor. Pasif devrim, egemen sınıfların radikal değişimi önlemek için küçük tavizler vererek sistemi koruma stratejisine deniyor.

Gramsci’nin “organik entelektüel” kavramı tam da burada devreye giriyor. Gramsci’ye göre her sınıf kendi organik entelektüellerini üretir. Bu entelektüeller, o sınıfın dünya görüşünü artiküle eder ve yaygınlaştırır. Bacık’ın durumunda ise bir “organik entelektüel transferi” söz konusu. Başlangıçta Gülen hareketinin organik entelektüeli olan Bacık, artık egemen sınıfların söylemini benimser hale gelmiş ne yazık ki.

Bu transferin gerçekleşmesinde “transformizm” süreci de etkili. Gramsci’nin İtalya bağlamında geliştirdiği bu kavram, muhalif unsurların sisteme entegre edilerek etkisizleştirilmesi anlamına geliyor. Bacık’ın Medyascope’taki yazısı, tam da böyle bir transformizm örneği. Gülen hareketine yönelik eleştiriler, sistemin meşruluğunu sorgulamak yerine, hareketi “kendini reforme etmeye” çağırıyor.

Hegemonyanın en sinsi yanı ise, “rıza üretimi” süreci. Antonio Gramsci’nin “Hapishane Defterleri”nde belirttiği gibi; “eski düzen ölürken yeni düzen doğmaya hazır değildir” ve bu ara dönemde çeşitli “morbid fenomenler” ortaya çıkar. Bacık’ın yazısı da bu kavrama “cuk” oturuyor! Çünkü ne eski sistemin savunusunu yapıyor ne de yeni bir alternatif sunuyor, sadece mevcut adaletsizliği normalleştiriyor.

Gramsci’nin “savaş konumu” (war of position) ve “hareket savaşı” (war of maneuver) ayrımı da burada önemli. Hareket savaşı doğrudan çatışmayı ifade ederken, savaş konumu kültürel ve ideolojik alanda hegemonya mücadelesini kasteder. Bacık’ın yaklaşımı, Gülen hareketinin savaş konumunu terk etmesini, yani ideolojik mücadeleyi bırakmasını önermekte.

“İntellektüel ve ahlaki reform” ise Gramsci’nin hegemonya teorisinin en önemli diğer unsurlarından biri. Egemen sınıflar, sadece ekonomik çıkarlarını değil, aynı zamanda kendi değer sistemlerini de evrenselleştirmeye çalışıyor. Bacık’ın “siyasi çözüm” önerisi tam da böyle bir ahlaki reform girişimi; “makul olmak”, “gerçekçi olmak”, “pragmatik olmak” gibi değerler üzerinden Gülen hareketini kendi değer sistemini terk etmeye çağırıyor.

Hegemonyanın içselleştirilmesinin en çarpıcı örneği ise, “subaltern” (alt-sınıf) grupların kendi seslerini kaybedemeleri. Gramsci’ye göre subaltern gruplar, egemen sınıfların dilini konuşmaya başladığında kendi tarihsel aktörlüklerini yitiriyor. Bacık’ın yazısı bu duruma şahane bir örnek, argümanlarını sunarken Gülen hareketinin kendi dilini değil, devletin dilini kullanıyor.

Bu hegemonik sürecin kırılması için Gramsci “karşı-hegemonya” kavramını geliştiriyor. Karşı-hegemonya, alternatif bir dünya görüşü ve değer sistemi inşa etme süreci. Ancak Bacık’ın önerisi tam tersine, mevcut hegemonyayı pekiştirici nitelikte. Mağdur edilen topluluktan çıkan birinin, o topluluğun kendini “gönüllü olarak” yok etmesini önermesi, hegemonyanın içselleştirilmesinin en derin biçimini temsil etmekte.

Bu analize son olarak, Gramsci’nin “tarihsel blok” kavramıyla da bakmamız gerekiyor. Önemli, çünkü tarihsel blok, belirli bir dönemde egemen olan ekonomik, siyasi ve kültürel unsurların bütünü. Bacık’ın yazısı, mevcut tarihsel bloğun sürdürülmesine hizmet ederken, alternatif bir tarihsel blok oluşturma olasılığını reddediyor.

Ayrıca Bacık, bu önerisiyle birlikte alternatif olarak “en azından Türkiye’de kendini ve faaliyetlerini lağvetmelidir” diyerek bir tür “leitmotif” kullanma kurnazlığı da sergiliyor. Bu “alternatif” de aslında aynı mantığın daha “yumuşak” versiyonu. Bir toplumsal hareketin sadece belirli bir coğrafyada kendini feshetmesi, o hareketin evrensel değerlerinin reddedilmesi anlamına geldiğini elbette bilmek zorunda Bacık. Ve bunun da demokratik çoğulculuk ilkesiyle bağdaşmayacağını da…

  1. Travmanın Banalizasyonu ve Mağdur Psikolojisinin Çarpıtılması

Bacık’ın yazısında en insafsızca yaklaştığı konulardan biri de yurtdışındaki Gülen hareketi mensuplarının durumu: “Yurtdışı taban: Gizli konformizm” başlığı altında, bu insanların yaşadığı travmayı “konfor” kelimesiyle önemsizleştirmekte ve hayatta kalma mücadelelerini “kayıtsızlık” olarak yorumluyor Bacık.

Şöyle yazıyor: “Yurtdışındaki cemaat mensuplarının farkında olsun olmasın içine girdikleri konfordur… İnsan Almanya’da taksi şoförü olsa iyi bir düzen kurar.” Bu ifadeler, sürgün yaşamının gerçekliğini hiçe sayan ve travma psikolojisini görmezden gelen bir yaklaşımı yansıtmakta.

Edward Said’in “Sürgünlük Üzerine” eserinde belirttiği gibi, sürgün “yaşamları parçalanan insanların çaresizliği”dir ve “bu deneyimi yaşamamış olanlar için sürgünün romantikleştirilmesi kolaydır.” Bacık tam da bu romantikleştirme tuzağına düşerek, insanların yeni ülkelerinde hayatlarını yeniden kurma çabalarını “konformizm” olarak etiketliyor.

Gerçekte ise bu insanların çoğu gece yarısı evlerinden alınan eşleri, tutuklanan yakınları, kaybedilen meslekleri ve parçalanan hayat planlarıyla derin bir travma yaşamış. TSSB (Travma Sonrası Stres Bozukluğu) literatürüne göre, böyle travmatik deneyimler yaşayan insanların önceliği hayatta kalmak ve güvenli bir yaşam kurmaktır. Bu da doğal bir iyileşme sürecidir, “kayıtsızlık” asla değil!

Bu noktada Judith Herman’ın “Travma ve İyileşme” kitabındaki şu sözler aydınlatıcı: “Travma mağdurları önce güvenliği yeniden kurmalı, sonra travmatik olayı hatırlayıp yas tutmalı, en son olarak da normal yaşamla yeniden bağ kurmalıdır.” Bacık’ın eleştirdiği “düzen kurma” çabası, aslında bu iyileşme sürecinin üçüncü aşaması.

Dahası, Bacık “yazın insanlar Yunanistan, Hırvatistan, İspanya yahut İtalya’da tatil yapmaktadır” diyerek, bu insanların yaşadığı kayıpları küçümseyerek ciddi bir ahlaki zaaf gösteriyor. Kaldı ki bu yaklaşım, mağdurların yaşamlarını dondurması, sürekli yas tutması gerektiği yanılgısına dayanıyor. Oysa travma psikolojisi araştırmaları gösteriyor ki, yaşamına devam etmek ve gündelik hazlar almak, iyileşmenin önemli işaretleri.

Bacık ayrıca şu ifadeyi kullanıyor: “Hatta bazı kişiler farkında olmadan ‘aman toz kalkmasın biz kendimizi kurtardık’ psikoloji içindedir.” 

Bu suçlama, hem temelsiz hem de etik açıdan sorunlu. Zira Türkiye’deki akrabalarına sürekli maddi yardım gönderen, hukuki süreçlerini takip eden, onların durumunu uluslararası platformlarda dile getiren on binlerce insan var. Bu çabaları görmezden gelerek, genelleme yapmak en hafif tabirle adaletsizliktir.

Bu yaklaşım, Victor Frankl’ın “İnsanın Anlam Arayışı” kitabında bahsettiği “mağdur suçlama” mekanizmasını andırıyor. Frankl, toplama kampı deneyimi yaşadıktan sonra, bazı insanların kamptan kurtulanlara “neden yeterince direnmediler” diye sorduğunu ve bunun ne kadar yanlış olduğunu anlatır. Bacık da benzer şekilde, sürgün yaşamı kurmaya çalışan insanları “Türkiye’deki kardeşlerine yeterince sahip çıkmamakla” suçluyor.

  1. Devletin Kutsallaştırılması ve Ontolojik Üstünlüğü

Gökhan Bacık’ın yazısının belki de en sorunlu yanı, devleti aşkın ve sorgulanamaz bir varlık olarak konumlandırması.

“Hiçbir siyasi çözümden devlet yenilerek çıkmaz. Yenilmek devletin ontolojisine zıttır.” ifadesi, bu yaklaşımın çarpıcı bir özeti mahiyetinde. Bu cümle, devletin varlık felsefesi gereği “yenilemez” olduğunu, dolayısıyla her türlü çözümün devletin üstünlüğünü kabul ederek şekillendirilmesi gerektiğini öne sürmekte.

Bu yaklaşım, modern siyaset teorisinin temel ilkelerinden olan “devletin halk tarafından ve halk için” olduğu anlayışını tamamen tersine çeviriyor. John Locke’dan bu yana gelişen liberal demokratik gelenekte devlet, vatandaşların haklarını korumak için kurdukları bir araçtır ve bu araç işlevini yerine getirmediğinde değiştirilebilir, dönüştürülebilir hatta feshedilebilir. Ancak Bacık’ın sunduğu perspektif, devleti Hegelci bir mutlak ruh olarak konumlandırıyor ve onun karşısında bireyleri ve toplulukları hiçe indirgiyor.

Yazının genelinde kullanılan dil de bu yaklaşımı pekiştirmekte: “Devlet dönüşür, reform yapar ancak siyasi bir çözümde kuralı belirleyen devlettir.” ifadesi, devlete değişim konusunda tekel hakkı tanırken, toplumsal aktörleri sadece devletin belirlediği çerçevede hareket edebilecek pasif özneler olarak görmekte. Bu anlayış, Carl Schmitt’in “egemen, istisna haline karar veren kişidir” tanımlamasını andırıyor ve demokratik katılım ilkelerini boşa çıkarıyor.

Daha da vahimi, Bacık devletin “siyaseten” bir grupla uğraşma hakkını meşru görmesi ve buna karşı “Hukuksal argümanlarla karşı gelmek mümkün değil.” demesi. Bu ifade, hukuk devleti ilkesini açıkça reddediyor ve devletin keyfi gücünü kutsallaştırıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Öcalan kararını örnek vererek, Türkiye’nin bu kararı tanımamasını normal karşılaması, uluslararası hukuku da devletin mutlak iradesinin altında gören bir zihniyeti yansıtmakta.

Bu devlet merkezli düşünce yapısı, tarihsel olarak totaliter rejimlerin meşrulaştırma araçlarından biri olmuş. Nazi Almanyası’nda “Devlet her şeydir, birey hiçtir” anlayışı, Sovyet Rusya’da “Devrim devletinin yanılmazlığı” dogması, bugün Bacık’ın savunduğu “devletin ontolojik üstünlüğü” ile aynı felsefi temellere dayanıyor. Bu yaklaşım ise, devletin her eylemini “a priori” meşru görerek, muhalefeti sistemsel bir soruna değil, devlete “başkaldırı”ya indirgiyor.

Tarihsel Bağlam: Ezenlerin Pedagojisinin Melankolik Mirası

“Ezenlerin pedagojisi” kavramı, tarihte pek çok örnekle karşımıza çıkıyor ve bu örneklerin ortak özelliği, mağdur edilenlerin kendi durumlarının sorumlusu addedilerek “uyum” göstermeye çağrılmasıdır. Bu yaklaşımın tarihsel örneklerini incelemek, Bacık’ın yazısının hangi geleneğin devamı olduğunu anlamak açısından kritik önem taşıyor.

1920’li ve 1930’lu yıllarda Nazi partisinin yükselişi sırasında, Alman Yahudilerinin önemli bir kısmı “görünürlüklerini azaltarak” antisemitizmi körüklememeye odaklanmıştı. “Centralverein deutscher Staatsbürger jüdischen Glaubens” (Yahudi İnançlı Alman Vatandaşlar Birliği) gibi organizasyonlar, Yahudilerin “aşırı Yahudi” görünmemesi, Alman kültürüne daha iyi entegre olması gerektiğini savunmuştu.

Bu yaklaşımın önde gelen temsilcilerinden biri olan Naumann, 1932’de yazdığı bir makalede şöyle der: “Bizler öncelikle Alman vatandaşlarıyız. Yahudi kimliğimizi öne çıkararak toplumsal barışı bozmak istemiyoruz.”

Bu tavır, Bacık’ın Gülen hareketine yönelik “kendini feshet” önerisini andırıyor.

Hannah Arendt, “Totalitarizmin Kaynakları” eserinde bu durumu şöyle analiz ediyor: “Yahudiler kendilerini ‘iyi Yahudiler’ ve ‘kötü Yahudiler’ olarak ayırarak, antisemitizmin hedefi olmaktan kurtulabileceklerini sanıyorlardı. Oysa antisemitizm yapısal bir sorundu ve bireysel davranış değişiklikleriyle çözülemezdi.”

ABD’de “Uncle Tom” Sendromu

19. yüzyıl Amerika’sında kölelik karşıtı mücadele sırasında, bazı siyah liderler “tedricici” yaklaşımı savunarak, kölelerin önce “eğitilmesi” sonra özgürleştirilmesi gerektiğini ileri sürmüştü. Bu yaklaşımın en bilinen temsilcisi Booker T. Washington’dı.

Washington, 1895’teki ünlü “Atlanta Compromise” konuşmasında şöyle der: “Siyah insanlar olarak bizler, siyasi hakları talep etmek yerine, ekonomik ilerlemeye odaklanmalı ve beyaz toplumla çatışmadan kaçınmalıyız.” Bu yaklaşım, W.E.B. Du Bois tarafından sert şekilde eleştirilmişti.

“Çifte bilinç” kavramının mucidi ve Harvard’dan doktora alan kişi (1895) ilk Afrikalı tarihçi olan Du Bois, “The Souls of Black Folk” eserinde şöyle yazıyor: “Bay Washington, ırkımızın en büyük düşmanının önyargı değil, ‘aşırı itaat’ olduğunu görmüyor. Haksızlığa boyun eğerek adaleti sağlayamayız.”

Ayrıca Martin Luther King Jr. da “Birmingham Hapishanesi’nden Mektup”unda benzer bir eleştiri getirir: “Adaletsizliği kabul eden ‘ılımlı’ zenciler, açık ırkçılardan daha tehlikelidir. Çünkü adaletsizliği normalleştirirler.”

“Makul Kürt-Makul Cemaatçi” Analojisi

1990’larda Türkiye’de Kürt sorunu tartışılırken, bazı Kürt aydınları “makul Kürt” profilini benimsemeleri gerektiğini savunmuştu. Bu yaklaşımın temsilcilerinden biri olan Mehmet Metiner, o dönem yazdığı yazılarda şöyle diyordu: “Kürtler olarak bizler, devletle çatışma yerine, sistem içinde yer alarak haklarımızı elde etmeye çalışmalıyız.”

Bu yaklaşıma karşı HDP eski eş-genel başkanı Selahattin Demirtaş şu eleştiriyi getirmişti: “Makul Kürt söylemi, aslında ‘susan Kürt’ demektir. Haklarımızı talep etmekten vazgeçelim ki, bizi rahatsız etmesinler diyor.”

Ortak Patern: Yapısal Sorunları Bireyselleştirme

Bu tarihsel örneklerin ortak özelliği, sistemik adaletsizlikleri mağdurların “yanlış davranışlarına” bağlamak ve çözümü onların “uyum göstermesinde” aramaktır. Paulo Freire bu yaklaşımı şöyle tanımlıyor: “Ezenlerin kültürü, ezilenleri kendi ezilmişliklerinin sorumlusu gösterir ve onları ‘kültürel invazyon’ yoluyla kendi değer yargılarını benimsetmeye çalışır.”

Bacık’ın yazısı da tam bu geleneğin devamı niteliğinde. Türkiye’de yaşanan demokratik gerilemeyi ve hukuk devletinin çöküşünü Gülen Hareketi’nin “yanlış örgütlenmesine” bağlamak, yapısal sorunları bireyselleştirmek anlamına geliyor.

Michel Foucault’nun “Bilginin Arkeolojisi” eserinde belirttiği gibi, tarihsel anlatılar hiçbir zaman masum değildir ve her zaman belirli güç ilişkilerini yansıtır. Ezenlerin pedagojisi de tarihsel hafızayı şekillendirerek, mağdurları suçlu ilan eden bir anlatı inşa eder.

Bu anlatının tehlikesi, gelecek kuşakların bu “dersleri” öğrenerek, adaletsizlik karşısında boyun eğmeyi “akıllılık” olarak görmeye başlamasıdır. Bacık’ın yazısı da bu açıdan sadece bugünü değil, geleceği de etkileyen bir metin.

Medyascope Tercihi: Sembolik Şiddet

Gökhan Bacık’ın bu yazısını Medyascope’ta yayınlaması bence tesadüf değil. Her fırsatta cemaate nefretini kusan Ruşen Çakır’ın yayın mahfili Medyascope, Gülen hareketine yönelik sistematik bir düşmanlık yürüten, Ergenekon davalarının “komplo” olduğunu savunan ve 15 Temmuz sonrası sürecin meşruluğunu sorgulamamış bir yayın organı.

Bu tercih şu açılardan sorunlu:

Meşruiyet Arayışı: Hareketin içinden çıkan bir ismin, harekete düşman bir mecrada yazı yazması, o mecranın anti-Gülen söylemlerini meşrulaştırmakta.

Sembolik Şiddet: Bu durum, mağdur edilen topluluktan birinin kendi topluluğunu “düşman” medyada eleştirmesi anlamına geliyor ki bu bir tür sembolik şiddet anlamı da çıkarılabilir.

Güvenilirlik Sorunu: Bu mecranın seçimi, yazının içtenliğini ve samimiyetini sorgulanır hale getirmekte.

Felsefi ve Etik Çöküş

Bacık’ın yazısı, sadece siyasi bir öneri sunmakla kalmıyor, aynı zamanda “Aydınlanma”dan bu yana gelişen temel felsefi ve etik ilkeleri de reddediyor. Bu reddediş, yazının en problemli yanlarından birini oluşturuyor zira modern demokratik toplumların temel dayanaklarını sarsıcı nitelikte. Yazarın “pragmatik çözüm” kisvesi altında sunduğu öneriler, aslında çağdaş siyaset felsefesinin temel ilkelerini hiçe sayan bir yaklaşımı yansıtmakta.

  1. Özgürlük ve Kimlik Sorunu

Bacık’ın önerisi, temelde insanların kimliklerini ve inançlarını devletin istediği şekilde değiştirmeleri gerektiği varsayımına dayanıyor. Bu yaklaşım, John Stuart Mill’in “Özgürlük Üzerine” eserinden Isaiah Berlin’in “İki Özgürlük Kavramı”na kadar uzanan liberal geleneğin temel ilkeleriyle köklü bir çelişki içinde.

Mill’in “zarar ilkesi” (harm principle) bağlamında değerlendirildiğinde, Gülen hareketinin sivil örgütlenmesi başkalarına doğrudan zarar vermediği sürece devlet müdahalesine konu olamaz. Ancak Bacık, bu ilkeyi tamamen görmezden gelerek, devletin “ontolojik üstünlüğü” adına bireylerin özgürlük alanlarının kısıtlanabileceğini varsayıyor.

Vicdan Özgürlüğünün Metafizik Temelleri: Locke’un “Hoşgörü Üzerine Mektup”undan bu yana, vicdan özgürlüğü liberal demokratik geleneğin temel taşı olduğunu bilen bilir. Locke’a göre, “insanın vicdanı tanrıya karşı sorumludur, devlete değil.” Bu ilke, sadece dini inançları değil, aynı zamanda dünyevi inanç sistemlerini de kapsamakta. Bacık’ın yaklaşımı, bu temel ilkeyi “siyasi pragmatizm” adına feda etmeyi öneriyor.

Örgütlenme Özgürlüğünün Sosyolojik Boyutu: Tocqueville’in “Amerika’da Demokrasi” eserindeki analiz, sivil toplum örgütlenmelerinin demokrasinin hayat damarı olduğunu anlatır. “Dernek ve cakıf kurma sanatı, özgür kurumların anasıdır” der Tocqueville. Bacık’ın “fesih” önerisi ise, bu temel demokratik hak ve beceriyi yok etmeyi hedefliyor.

  1. Adalet ve Eşitlik Sorunu: Hukuk Devletinin Reddi

Bacık’ın yazısında en çarpıcı nokta, adalet mekanizmalarını tamamen rafa kaldırarak, sadece “güç ilişkilerine” odaklanması.

Prosedürel Adaletin Feda Edilmesi: Yukarıda da bahsini ettiğimiz filozof John Rawls’ın “pure procedural justice” kavramına göre, sonuçların adaleti büyük ölçüde süreçlerin adaletine bağlı. Tom Tyler’ın ampirik araştırmaları da gösteriyor ki, insanlar kendilerine karşı alınan olumsuz kararları bile, eğer süreç adil yürütülmüşse, kabul edebiliyorlar. Bacık ise süreçleri tamamen görmezden gelerek, “güç ne diyorsa o olur” mantığını benimsiyor.

Hukuki Eşitlik İlkesinin Çiğnenmesi: Aristoteles’ten bu yana “eşitlere eşit, eşit olmayanlara eşitsiz” muamele ilkesi hukukun temelini oluşturmakta. Bacık’ın yaklaşımı, vatandaşlar arasında “devlet yanlısı” ve “devlet karşıtı” ayrımı yaparak, bu temel ilkeyi çiğniyor. Böyle bir ayrım, hukuk devleti yerine “çifte standart devleti” inşa etmekten geri durmuyor.

  1. İnsan Onuru Sorunu: Kantçı Etiğin Reddi

“Kendini feshetme” önerisi, belki de yazının en sorunlu yanı, çünkü insanın temel onuruyla doğrudan çelişmekte. Malum; Kant’ın (Immanuel) “Pratik Aklın Eleştirisi”ndeki kategorik imperativ, insanı “hiçbir zaman sadece araç olarak görmeme” emrini verir.

Varoluşsal Onurun İnkârı: Jean-Paul Sartre’ın “varoluşçu hümanizm” anlayışına göre, insan “mahkûm edilmiş özgürlük”tür ve kimliğini kendi seçimleriyle inşa eder. Bacık’ın önerisi, bu varoluşsal özgürlüğü devletin onayına bağımlı hale getiriyor. Bu, sadece politik bir baskı değil, aynı zamanda ontolojik bir şiddet anlamına geliyor.

Kolektif Kimliğin Fenomenolojisi: Edmund Husserl’ın fenomenoloji geleneğinden hareketle, Maurice Halbwachs kolektif hafızanın bireysel kimlik inşasındaki rolünü vurgularken, bir topluluğun “feshi”, o topluluğun üyelerinin varoluşsal referans noktalarını yok ettiğini işaret eder. Bu durumu Charles Taylor’ın “tanınma politikası” bağlamında değerlendirdiğimizde ortaya çıkan tablonun insanların temel onuruna saldırı anlamına geldiğini anlamak için yüksek IQ’ya sahip olmamıza gerek yok.

Bu felsefi ve etik sorunlar, Bacık’ın yaklaşımının sadece politik düzlemde değil, aynı zamanda entelektüel olarak da sorunlu olduğunu gösteriyor. Modern demokrasinin temel değerlerini reddeden böyle bir yaklaşım, uzun vadede toplumsal barışa değil, daha derin çatışmalara yol açacak mahiyette.

Yorulmadıysanız, birkaç noktaya daha değinerek meseleyi kapatacağım. Zira Gökhan Bacık’ın onlarca problemle tıka basa doldurduğu sözüm ona önerisini başta türlü tam olarak anlamamız mümkün olmayacak. Ha şunu da söyleyeyim, bunları X platformunda odalar açarak “kenar mahalle ablası” tadında geyiklerle tartışmak meseleye hiçbir derinlik katmaz, faydası da olmaz.

Gelelim yazının güncel bağlamdaki sorunlarına…

  1. Otoriterleşme Süreci

Türkiye’de 2016 sonrası yaşanan otoriterleşme süreci görmezden gelinen:

Basın Özgürlüğü: Medya üzerindeki baskılar artarken, bu durum “normal” kabul ediliyor.

Yargı Bağımsızlığı: Yargının siyasallaşması sorgulanmıyor.

Sivil Toplum: STK’lar üzerindeki baskılar meşru görülüyor.

  1. Uluslararası Boyut

Türkiye’nin uluslararası insan hakları normlarından uzaklaşması problem olarak görülmüyor.

AİHM Kararları: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye aleyhindeki kararları önemsizleştiriliyor.

AB İlerleme Raporları: Demokrasi ve hukuk devleti alanındaki gerilemeler dikkate alınmıyor.

Ezilenlerin Pedagojisi ve Emancipatör Siyaset

Bu vesileyle, yani Bacık’ın “ezenlerin pedagojisi”ne karşı, Paulo Freire’nin “Ezilenlerin Pedagojisi” (Pedagogy of the Oppressed (1970)) eserinden ilham alarak alternatif bir yaklaşım geliştirmek mümkün. Freire’nin temel tezi, eğitimin ve siyasetin asla nötr olamayacağı, ya ezenleri ya da ezilenleri destekleyeceği yönünde. Bu bağlamda, Türkiye’deki mevcut duruma ezilenlerin perspektifinden yaklaşmak, hem daha adil hem de daha sürdürülebilir çözümler üretebilir.

Sorunun Gerçek Kaynağı

Gökhan Bacık’ın yaklaşımının temel sorunu, yaşanan krizin nedenlerini bireysel tercihlerde ve toplumsal hareketlerin “hatalarında” araması. Oysa ezilenlerin pedagojisi, sorunları yapısal bir perspektifle ele alır ve sistemin kendisini sorgulatır.

Türkiye’de yaşanan demokratik gerilemenin kökleri, tek bir hareketin varlığında değil, demokratik kurumların zayıflığında, hukuk devletinin işlemeyişinde ve çoğulcu siyasetin gelişememesinde aranmalı. Fukuyama’nın (Francis) “Siyasi Düzen ve Siyasi Çürüme” eserinde belirttiği gibi, demokratik kurumlar sürekli yenilenmezse çürümeye yüz tutar ve bu da otoriterleşmeye zemin hazırlar.

Türkiye’nin demokratikleşme ihtiyacı, 15 Temmuz sonrası süreçte daha da belirginleşti. Freedom House’un 2023 raporuna göre Türkiye, siyasi haklar ve sivil özgürlükler açısından “kısmen özgür” kategorisinde ve puanı sürekli düşmekte. Bu durum, tek bir hareketin “feshi”yle değil, demokratik kurumların güçlendirilmesiyle çözülebilir.

Hukuk devleti ilkesi de bu bağlamda kritik önem taşıyor. Bacık “Hukuksal argümanlarla karşı gelmek mümkün değil!” ifadesi, hukuk devletinin reddedilmesi anlamına geldiğinin farkında olması lazım! Oysa Robert Dahl’ın “Demokrasi Üzerine” eserinde belirttiği gibi, hukuk devleti demokratik sistemin vazgeçilmez unsuru. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye aleyhindeki kararları bu açıdan sadece “dış müdahale” olarak görülmemeli, demokratik standartlara uyum için fırsat olarak değerlendirilmeli.

Çoğulculuk ise demokratik toplumun can damarıdır. Isaiah Berlin’in “İki Özgürlük Kavramı” makalesinde vurguladığı, farklı yaşam biçimlerinin ve dünya görüşlerinin bir arada var olabilmesi, özgür toplumun temel şartı. Türkiye’de ihtiyaç duyulan şey, tek sesliliğe dayalı bir toplum değil, farklılıkları zenginlik olarak gören çoğulcu bir demokrasidir.

Mağdurun Güçlendirilmesi: Emancipatör Praxis

Ezilenlerin pedagojisinin ikinci temel ilkesi, mağdur edilenlerin kendi güçlerini keşfetmeleri ve haklarını arama kapasitelerini geliştirmeleridir. Bu ise aklımıza, Freire’nin “praxis” kavramını getiriyor: Düşünce ve eylemin birleştiği dönüştürücü pratik.

Hukuki bilinç bu sürecin temel taşlarından biri. Mağdur edilen toplulukların kendi haklarını bilmeleri, hukuki süreçleri anlayabilmeleri ve bu süreçlere etkin katılabilmeleri, demokratik mücadelenin ön koşulu. Bacık’ın “hukuka başvurmak boş” yaklaşımının aksine, hukuki mücadele hem bireysel hakları korur hem de demokratik normları güçlendirir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan binlerce başvuru, bu mücadelenin somut örneği.

Sivil toplum örgütlenmelerinin güçlendirilmesi de bu bağlamda kritik önem taşımakta. Alexis de Tocqueville’in “Amerika’da Demokrasi” eserinde sivil toplum örgütleri demokratik yaşamın okulu işlevi gördüğünü anlatır. Bu örgütler aracılığıyla insanlar siyasi katılım becerilerini geliştiriyor, farklı görüşlerle karşılaşır ve demokratik müzakere kültürünü öğreniyor.

Farklı mağdur gruplar arasında dayanışmanın geliştirilmesi ise, ezilenlerin pedagojisinin en güçlü yanlarından biri. Martin Luther King Jr.’ın “Birmingham Hapishanesi’nden Mektup”unda şöyle der: “Herhangi bir yerdeki adaletsizlik, her yerdeki adaleti tehdit eder.”

Bu sebeple Türkiye’de Gülen Hareketi mensuplarının yaşadığı mağduriyet, sadece bu grubun sorunu değil, tüm demokratik güçlerin sorunu olarak görülmeli.

Diyaloğun Yeniden İnşası: Demokratik Müzakere

Ezilenlerin pedagojisinin üçüncü temel ilkesi, eşitlikçi diyalogun kurulması. Bacık’ın önerdiği “Devlet üstün, diğerleri boyun eğsin!” yaklaşımının aksine, gerçek diyalog ancak tarafların eşit şartlarda buluşabildiği ortamlarda mümkün olur.

Karşılıklı saygı ise bu sürecin temel şartı. Habermas’ın “iletişimsel eylem” teorisine göre, demokratik müzakere ancak tarafların birbirlerini eşit muhataplar olarak gördüğü durumlarda mümkün. Bu da her şeyden önce, farklı düşüncelerin var olma hakkının kabul edilmesini gerektiriyor. Takdir edersiniz ki, her sabah tazelenen ve her gece daha da büyütülen bir kinle yatıp kalkan birey ve zihniyet için böyle bir şey asla mümkün değil!

Çünkü hakkaniyetli şartlar diyalogun içeriğini belirliyor. Misal Rawls’ın “adalet olarak fairness” kavramından yola çıkarak, “Adil bir müzakere için tarafların güç dengeleri mümkün olduğunca eşitlenmeli. Türkiye’deki mevcut durumda, devlet gücü ile mağdur edilen topluluklar arasındaki büyük güç farkı dikkate alınarak, müzakere şartları düzenlenmeli.” dese Bacık’a hak verirdim emin olabilirsiniz.

Uluslararası gözlemcilerin sürece dâhil edilmesi de bu açıdan önemli. 15 Temmuz’un hemen akabinde Gülen’in uluslararası mahkeme talebinin önemini belki başka bir yazıda ele alabiliriz. Geçiş dönemi adaleti literatürüne bakılacak olursa, tarafsız olmasa bile en azından objektif ve düşman hukuku uygulamayan üçüncü tarafların arabuluculuk rolü sıklıkla vurgulandığı kolaylıkla görülür. Güney Afrika’nın apartheid sonrası deneyimi, Kuzey İrlanda barış süreci gibi örnekler, uluslararası desteğin önemini göstermekte.

Aslında elimizi korkak alıştırmayıp çerçeveyi genişletmek mümkün: Bu alternatif yaklaşımı, sadece Gülen Hareketi için değil, Türkiye’nin genel demokratikleşme süreci için de geliştirip faydalı hale getirebiliriz. Çünkü demokratik normların güçlendirilmesi, tüm toplumsal kesimlerin yararınadır ve sürdürülebilir barışın temelini oluşturuyor.

  1. Diyaloğun Yeniden Kurulması

Öznelerin üzerini kapatıp, tarafların kimliğine bakmadan prensip ve misliyet bakımından baktığımızda manzara çok net aslında: Eşit şartlarda diyalog ortamının oluşturulması.

Karşılıklı Saygı: Tarafların birbirlerinin varlığını kabul etmesi.

Hakkaniyetli Şartlar: Diyalog şartlarının adaletli olması.

Üçüncü Taraf: Uluslararası gözlemcilerin sürece dâhil edilmesi.

Entelektüel Dürüstlük 

Evet; Gökhan Bacık’ın “Devlet, Cemaat, Siyasi Çözüm” başlıklı yazısı, sadece Hizmet Hareketi bağlamında değil, Türkiye’nin demokratik geleceği açısından da kritik önem taşıyan sorunları gündeme getirmekte. Ancak bu yazı, ne yazık ki sorunları çözmeye değil, mevcut adaletsizlikleri pekiştirmeye hizmet etmekte.

Yazarın temel problemi, “ezenlerin pedagojisi” yaklaşımını benimseyerek, mağdur edilenleri kendi durumlarının sorumlusu addetmesi ve onları sistemle “uzlaşmaya” çağırması. Bu yaklaşım, tarihsel olarak totaliter rejimlerin meşrulaştırma araçlarından biri olmuş ve demokratik değerlerin aşınmasına katkıda bulunmuştur.

Hannah Arendt’in “Kötülüğün Sıradanlığı” eserinde vurguladığı gibi, büyük adaletsizlikler genellikle sıradan insanların “düşüncesizliği” sonucu gerçekleşiyor. Bacık’ın yazısı da bu “düşüncesizliğin” bir örneği. Yazar, muhtemelen iyi niyetle kaleme aldığı bu metinle, farkında olmadan otoriterleşme sürecine katkı sağlamakta.

Entelektüel olarak kendini tanımlayan bir kişinin, mağdur edilen topluluktan birini alıp “kendini feshet” demesi, Edward Said’in “entelektüelin görevi” tanımlamasıyla taban tabana zıt. Said’e göre entelektüel, “güçlülere karşı hakikati söyleyen” kişidir. Bacık ise tam tersine, güçsüzlere karşı güçlülerin dilini konuşmakta.

Bu durum, Antonio Gramsci’nin “organik entelektüel” kavramını da akla getiriyor. Gramsci’ye göre her sınıf kendi entelektüellerini üretir ve bu entelektüeller o sınıfın çıkarlarını savunmak durumundadır. Bacık’ın yazısı ise, hangi “sınıfın” organik entelektüeli olduğu sorusunu akla getiriyor.

Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde asıl ihtiyaç duyulan, Bacık’ın önerdiği gibi farklı seslerin susturulması değil, tüm seslerin eşit şartlarda duyulabileceği bir ortamın inşasıdır. Bu da ancak “ezilenlerin pedagojisi”ni benimseyen, sistemin yapısal sorunlarını gören ve adaleti merkeze alan bir yaklaşımla mümkün olabilir.

Walter Benjamin’in “Tarih Kavramı Üzerine Tezler”de şöyle diyor: “Geçmişin gerçek resmi geçip gider. Geçmişi ancak tehlike anında parlayan bir imge olarak yakalayabiliriz.” Türkiye şu anda böyle bir tehlike anından geçmekte ve tarih bize bu anı değerlendirme sorumluluğu yüklemekte.

Bu sorumluluk, sadece siyasetçilere ve devlet adamlarına değil, aynı zamanda entelektüellere de düşmekte. Entelektüellerin görevi, iktidarın söylemlerini tekrarlamak, ezici gücün anlatısına sarılmak ve meşrulaştırmayı hedeflemek değil, toplumsal adaletsizlikleri ifşa etmek ve alternatif çözüm yolları önermek olsa gerekir.

Bacık’ın yazısı, ne acı ki bu açıdan da büyük bir fırsatı kaçırıyor. Oysa Gülen Hareketi’nin içinde bulunmuş, akademik birikimi olan bir kişi olarak, hem hareketin öz eleştirisine katkıda bulunabilir hem de Türkiye’nin demokratikleşmesine yönelik yapıcı öneriler geliştirebilirdi. Bunun yerine, mevcut güç dengesini pekiştiren ve adaletsizlikleri normalleştiren bir metin kaleme alması en hafif tabiriyle bahtsızlıktır!

Türkiye’nin geleceği için gerekli olan, Bacık’ın önerdiği gibi mağdurların “kendini feshetmesi” değil, adaletin ve demokratik değerlerin güçlendirilmesidir. Bu da ancak “ezilenlerin pedagojisi” yaklaşımını benimseyen, yapısal sorunları gören ve gerçek çözüm arayışı içinde olan entelektüel bir duruşla mümkün olabilir.

Paulo Freire’nin dediği gibi, “dünya değişmez bir gerçeklik değildir, yapılmakta olan bir gerçekliktir.” Türkiye’nin demokratik geleceği de bu yaklaşımla şekillenebilir. Ancak bunun için, “ezenlerin pedagojisi”ne karşı durmak ve gerçek anlamda emancipatör bir siyaset geliştirmek gerekiyor.

Böyleyken böyle…

Aslında bu kadar yorulmaya, meramımızı anlatmak için bunca mesai harcamaya da gerek olmayabilir, sadece, yazıyı okuduktan sonra “Bu nasıl hadsizliktir” demek de mümkün olabilirdi. Dikkat ederseniz “PRcı senin babandır!” üslubunu bir seçenek olarak anmıyorum bile!

Vesselam.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Previous Post

Vahşetin Adresi Manisa! Sokak Kedisini Pompalı Tüfekle Katletti, Serbest Bırakıldı

Next Post

İBB soruşturmasında ‘Bizden rüşvet istendi’ diyen tanıklar ‘dolandırıcı’ çıktı

SG

SG

Next Post
İBB soruşturmasında 'Bizden rüşvet istendi' diyen tanıklar 'dolandırıcı' çıktı

İBB soruşturmasında 'Bizden rüşvet istendi' diyen tanıklar 'dolandırıcı' çıktı

  • Trending
  • Comments
  • Latest
Financial Times'dan Sedat Peker yorumu: Türkiye'yi şaşkına çevirdi

Financial Times’dan Sedat Peker yorumu: Türkiye’yi şaşkına çevirdi

30 Mayıs 2021
Sedat Peker, Rubicon’u geçti mi?

Sedat Peker, Rubicon’u geçti mi?

9 Haziran 2021
15 Temmuz’un gizemli ismi MİT görevlisi Sadık Üstün ve faaliyetleri

15 Temmuz’un gizemli ismi MİT görevlisi Sadık Üstün ve faaliyetleri

9 Ekim 2021
11 yılda 43 yabancı şirket Türkiye’yi terk etti

11 yılda 43 yabancı şirket Türkiye’yi terk etti

6 Temmuz 2021
İş dünyasının önerileriyle 2025'e özel yeni eylem planı oluşturulacak

İş dünyasının önerileriyle 2025’e özel yeni eylem planı oluşturulacak

0
Sirte neden herkesin kırmızı çizgisi?

Sirte neden herkesin kırmızı çizgisi?

0
Ekonomik kriz erken seçimi zorluyor

Ekonomik kriz erken seçimi zorluyor

0
Tutuklu Altı Gazetecinin Yargılanmasına Başlandı

Tutuklu Altı Gazetecinin Yargılanmasına Başlandı

0
İş dünyasının önerileriyle 2025'e özel yeni eylem planı oluşturulacak

İş dünyasının önerileriyle 2025’e özel yeni eylem planı oluşturulacak

30 Mayıs 2025
Gazetecilerin Youtube hesaplarına erişim engeli

Gazetecilerin Youtube hesaplarına erişim engeli

30 Mayıs 2025
Müzecilikte yeni yaklaşımlar düzenlenen çalıştayla ele alındı

Müzecilikte yeni yaklaşımlar düzenlenen çalıştayla ele alındı

30 Mayıs 2025
Erdoğan’dan ‘adaylık’ sorusuna yanıt: Millete kulak vereceğiz

Erdoğan’dan ‘adaylık’ sorusuna yanıt: Millete kulak vereceğiz

30 Mayıs 2025

Son Haberler

İş dünyasının önerileriyle 2025'e özel yeni eylem planı oluşturulacak

İş dünyasının önerileriyle 2025’e özel yeni eylem planı oluşturulacak

30 Mayıs 2025
3
Gazetecilerin Youtube hesaplarına erişim engeli

Gazetecilerin Youtube hesaplarına erişim engeli

30 Mayıs 2025
3
Müzecilikte yeni yaklaşımlar düzenlenen çalıştayla ele alındı

Müzecilikte yeni yaklaşımlar düzenlenen çalıştayla ele alındı

30 Mayıs 2025
3
Erdoğan’dan ‘adaylık’ sorusuna yanıt: Millete kulak vereceğiz

Erdoğan’dan ‘adaylık’ sorusuna yanıt: Millete kulak vereceğiz

30 Mayıs 2025
3

Kur Bilgileri

Exchange Rate TRY: Cum, 30 May.

Takip Edin

Kategoriler

  • 15 Temmuz
  • Bilim ve Teknolji
  • Dünya
  • Ekonomi
  • Genel
  • Görüş & Analiz
  • Güncel
  • İnsan Hakları
  • Kültür – Sanat
  • Kürt Meselesi
  • Politika
  • Sağlık
  • Spor
  • Yaşam
Görüş & Analiz Gönder

Son Dakika

İş dünyasının önerileriyle 2025'e özel yeni eylem planı oluşturulacak

İş dünyasının önerileriyle 2025’e özel yeni eylem planı oluşturulacak

30 Mayıs 2025
Gazetecilerin Youtube hesaplarına erişim engeli

Gazetecilerin Youtube hesaplarına erişim engeli

30 Mayıs 2025
  • Ana Sayfa
  • Haberler
  • İnsan Hakları
  • 15 Temmuz
  • Kürt Meselesi
  • Görüş & Analiz
  • Gizlilik politikası

© 2020 Serbest Görüş

No Result
View All Result
  • Ana Sayfa
  • Haberler
  • İnsan Hakları
  • 15 Temmuz
  • Kürt Meselesi
  • Görüş & Analiz
  • Gizlilik politikası

© 2020 Serbest Görüş