YÜKSEL DURGUT | YORUM
Bir sabah uyandığımızda, “Yine mi savaş?” diye sorduğumuz günlere geldik. Tıpkı Fransız filozof, yazar Albert Camus’ün Veba’sında doktorun pencereden sokağa bakıp “Yine mi ölüm?” diye mırıldanması gibi…
İnsanlık, tarihin karanlık dehlizlerinde yitirdiği canavarı yeniden besliyor. Bu kez maskesi daha parlak, sloganları daha “milli”, yalanları ise algoritmalarla sarmalanmış. Algoritma mı? Bildiğiniz sosyal medya yalanları.
Bu yazıyı kaleme almamın nedeni sosyal medyada yayınlanan nefret görseli. Gazze’de bir babanın enkaz altından çıkardığı çocuğun cansız bedeniyle İsrailli iki kadının, “Filistinlilere hayvan muamelesi yapılması” önerisi aynı ekranda yan yana düşüyor. Sanırsınız Goya’nın Savaşın Felaketleri serisi dijital çağa uyarlanmış.
Rusya’da bir teyze, New Yorker muhabirine “Putin Tanrı’nın bize lütfu” diyor. Nasıl ki Erdoğan’ın 15 Temmuz sonrası yaşanan yüzlerce ölümün ardından kameralar önünde, “Allah’ın bir lütfu” dediği gibi. Hindistan’daki bir esnaf, Pakistan’a füze atan Modi’ye övgüler düzüyor. Peki bu insanlığı ellerinden alan ‘hipnoz’ nasıl işliyor?
Faşizm, 20. yüzyılda üniformalı adamların sokaklarda marş söylemesiydi. 21. yüzyılda ise Twitter botları, TikTok trendleri ve deepfake kahramanlarla geliyor. Ukrayna’da 500. günü geçen savaş, “ZAFER” nidalarıyla evlerimize servis ediliyor. Rus askerlerin çocuklara şeker dağıttığı videolar, Erdoğan’ın 15 Temmuz’unu meşrulaştıran belgeseller…
Adolf Hitler, Mein Kampf (Kavgam) adlı kitabında, Yahudileri I. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yenilgisini büyük yalanlarla çarpıtmakla suçlamıştı. Hitler, “büyük yalan” kavramını, insanların küçük yalanlara inanmaktan utandığını, ancak devasa yalanların inandırıcılık gücü olduğunu iddia ederdi.
Nazi Partisi’nin baş propagandacısı Paul Joseph Goebbels, 12 Ocak 1941 tarihli Churchill’in Yalan Fabrikası (Aus Churchills Lügenfabrik) adlı makalesinde İngiliz propagandasını şöyle tanımlar: “…Yalan söylendiğinde, büyük yalan söyleme ve ona bağlı kalma ilkesi uygulanır; gülünç görünme riski bile göze alınır…” sözü, artık yapay zekânın sınırsız döngüsünde.
Faşizmin yükselişini yalnızca Putin, Netanyahu veya Erdoğan’a yüklemek kolaycılık. Oysa biz, her retweette, her ötekine atılan mesajda, her suskunluk anında bu duvara bir tuğla yerleştiriyoruz.
İsrail’deki kadınların Filistinliler hakkındaki sözleri nasıl viral oldu? Çünkü algoritmalar öfkeyi besliyor. Almanya’daki bir sosyal medya araştırmasında göçmenlere duyulan kinin nedeninin sosyal medyada kullanılan nefret sözcüklerinden kaynaklandığı ve bu şekilde viral olmasına bağlanıyor. Çünkü biz, ekranlarda dile getirilen nefreti LIKE’lıyor (Beğeni), ardından da öfke emojisiyle süslüyoruz.
Savaş artık cephede değil, zihinlerde kazanılıyor. Şu anda da dünyada bir savaş yaşanıyor. İnsan, gölgesiyle yüzleşmediği sürece onun kölesi olmaya mahkûm. Peki biz, kendi gölgemizle yüzleşmek yerine, ötekini gölgeyle karalıyoruz. 15 Temmuz’un hemen sonrası mahallenizdeki komşularınızın tepkilerini yeniden hatırlamanızı salık veririm.
Amerikalı Tarihçi Timothy Snyder, ‘Tiranlık’ adlı kitabında yazdığı, “Duyduğumuzla, gerçekler arasındaki farkı reddettiğimizde zorbalığa boyun eğeriz.” sözü günümüz diktatörlerine tutulan alkışı çok güzel özetliyor.
Gazze’deki çocuk, Kiev’deki anne, Türkiye’de tutuklanan gençler… Hepsi bizim aynamız. Aynayı kırmak yerine, içindeki yansımayla yüzleşme zamanı.
Faşizm, insanın insana kulluğudur. Oysa insanlık, ancak insanın insana dostluğu ile var olur. Faşizme karşı en güçlü silahımız ne mi? Gerçeği haykırmak değil, önce kendimize itiraf etmek. Çünkü George Orwell’in, Winston’ın günlüğüne, “Özgürlük, iki artı ikinin dört ettiğini söyleme özgürlüğüdür. Bunu söyledikten sonra her şey gelir.” yazdığı gibi…
Bugün, iki artı iki, Erdoğan’ın ya da Putin’in ya da son günlerde Trump’ın istediği kadar ediyor. Peki ya yarın?
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***