AHMET KURUCAN | YORUM
Sessiz sokaklar, ilk baharın insanın içine huzur salan meltemleri eşliğinde Hollanda’da bir şehir gezisi yapıyoruz eşimle beraber. Tarih kokuyor her taraf… 3 yaşındaki dünyalar tatlısı kızları ile beraber bir aile bize eşlik etti. Türkiye’den buraya sığınan, sıfırdan bir hayat kuran, geçmişiyle helalleşemeden yeni bir başlangıca mecbur bırakılan bir aile…
İlk defa tanışıyoruz ama sanki yıllardır tanışıyormuş gibiyiz. Yüzlerinden tebessüm eksik olmuyor. Fakat aşağıda yazacağım satırlarda da göreceksiniz ki o tebessümünlerin arkasında nice hüzünler var, nice acılar var ve nice ıstırablar var.
İkisi de Türkiye’de üniversitede okumuş, iş hayatına atılmış ve saygın meslekleri olan üretken insanlar. Maslow’un o meşhur piramidinde “kendini gerçekleştirme” basamağına doğru yürüyen, hayatının iplerini elinde tutan, kimseye muhtaç olmadan topluma değer katan, insana dokunan hizmetler yapan kişiler.
Hayatları böyle devam ederken Hizmet Hareketi’ne mensup olmak gibi bir “suçları” olmuş! Tıpkı diğer onbinlerce insan gibi bir gecede ‘terörist’ ilan edilmişler rejim tarafından. O yüzden şimdi buradalar. Pasaportlarının damgasında mahcubiyet değil, metanet var. Kaçmış değiller kat’iyen. Yürümüşler geleceklerine doğru. Hem de ağır bir bedel ödeyerek.
Beyaz gelinlik!
Konuşurken laf döndü dolaştı birbirleri ile nasıl tanıştıkları ve nasıl evlendiklerine geldi. “Düğün yapamadık biz ülkemizde…” dedi genç kadın. Ben, “Her genç kızın hayalidir beyaz gelinlik giymek diye bir söz duymuştum. Kadın olmadığım için bunu anlayamam ama sizin o beyaz gelinliği giyememeniz sizde bir boşluk oluşturmadı mı?” diye sordum.
Demez olaydım. Bu sorum karşısında genç kadının bakışları dondu, gözleri doldu. “Evet, bir boşluk oldu içimde…” dedi ve anlatmaya devam etti. O an anladım ki benim boşluk dediğim o şey belli ki derin bir uçurummuş!
Buraya geldiklerinde, yıllardır Hollanda’da yaşayan Hizmet katılımcısı bir aile onlara yalnızca evlerinin ve iş yerlerinin kapılarını değil, gönüllerinin kapılarını da açmış. “Sizi evlatlık alıyoruz!” demişler ailecek. O evin babası babaları, annesi de anneleri olmuş. Sahiplenmişler onları sahiplenmenin en güzel haliyle.
Bir gün, sürpriz bir şekilde düğün de yapmışlar onlara. Gelinlik giymiş karşımdaki genç kadın. Nikâh, çiçek, misafir, fotoğraf, pasta… Hepsi düşünülmüş. Adeta geçmişte eksik kalan ne varsa sevgiyle tamamlanmış.
Dedim yukarıda keşke sormaz olaydım diye. Bir noktaya geldi, o genç kadın gözyaşlarına hâkim olamadı. Gözlerinden yanaklarına doğru dökülen göz yaşlarına biz de hüzünle eşlik ettik. Başta, onun bu gözyaşlarını annesinin, babasının, kardeşlerinin düğünde olmayışına yordum. “Belki onların eksikliğiyle ağlıyor!” dedim. Ama gerçek başka çıktı.
Babası yıllardır onunla konuşmuyormuş. Sebebi ne ekonomik bir anlaşmazlık, ne damadı beğenmemesi, ne de herhangi bir aile içi mesele. Sebep, kızının Hizmet Hareketi içinde yer alması. Baba ise… Üç nokta koydum. Dilim bile varmıyor söylemeye. Kalemim isyan ediyor onu yazmaya. Siyasetin ayırdığı dünyada baba adeta kızına düşman olmuş çünkü. Kızının tercihini kabullenmemiş. Yıllardır da konuşmuyormuş. Onu hayatından çıkarmış.
Genç kadın yaşadıklarını kelimelere dökerken gözlerinden değil, ruhunun derinliklerinden ağlıyordu. O gözyaşlarının akışında ne siyaset vardı ne de ideoloji. Sadece bir evladın, baba sevgisine olan açlığı, telefondaki sesiyle ya da görüntüsüyle bile olsa hasretini giderememesi vardı.
Yok sayılan evlatlar!
“İnsan evladını affetmese de sever!” derler ya… Bu söz bu gerçek hikâyede geçerli değil. Kızının af edilmeyi bekleyen bir suçu, günahı, kabahatinin olmamasına rağmen baba kızını affetmeyi değil, dışlamayı seçmiş. Susturmuş yüreğini. Kızının Cemaat’ten yana olması, onun için bir evlattan vazgeçme sebebi olmuş. Acı olacak ama bir oya satmış evladını…
Damadı anlatırken, “Kayınbabam buradan geçse tanımam!” dedi. Şaşırdım kaldım. Ne diyeceğimi ne düşüneceğimi bilemedim. Oysa ortada suç yok. Sadece bir kabul var, bir duruş var, bir tercih var. Ve bu kabulün, bu duruşun, bu tercihin bedeli olarak ödenen fatura çok ağır: Ailen tarafından yok sayılmak.
Evet, siyasetin böldüğü sadece toplum değil. Aynı sofrada yıllarca oturmuş aileler parçalandı. Baba-kız, anne-oğul, kardeş-kardeş… Kimse ötekinin tercihini taşıyamaz oldu. Ve her parça, bir başka gurbetin adı oldu.
Bitireyim bu hüzün dolusu yazıyı artık. O beyaz gelinlik, bu hikâyede sadece evliliği değil; bir arayışın, bir tamir edilişin, bir yeniden sahiplenilişin sembolüydü. O gözyaşları, geçmişe değil; yeniden inşa edilen bir geleceğe, yeni bir aileye kavuşmaya karşı şükürdü.
Ama şu unutulmamalı: Hiçbir gelinlik, bir babanın eksikliğini tam olarak örtemez. Hele o eksiklik, sevgiyle değil, öfke ile kazınmışsa…
Bitireyim dedim ama kalemim isyan ediyor, “O babaya da bir şeyler söyle!” diyor. Bu yazım ona ulaşır mı, ulaştı diyelim didaktik bir uslupla kaleme alacağım tavsiyelerimi dinler mi bilemiyorum ama yazacağım.
Onca yıllık aradan sonra sahip çık evladına. Bırak siyasetin böldüğü dünyada rejimin diskuruna kullanmayı. Sen de biliyorsun çocuğunun terörist olmadığını. Eğer inanıyorsan sen de terörist babasısın o zaman. Ama değilsin değil mi? Öyleyse sahip çık bebekken, çocukken gözünden sakındığın kızına. Özür dilemen lazım aslında ama özür dile demiyorum sana. Bir telefon aç.
Torununla görüntülü konuşurken kameranın kadrajına girmeyip dede-torun konuşmasını yan tarafta sessiz bir şekilde göz yaşları ile dinleyen kızını sor. “Anneni de çağırsana!” de torununa. Unutma, böyle devam edersen yarın torunun büyüdüğünde, “Anne dedem seninle neden konuşmuyor?” diye soracak. İşte o gün bu sorunun gerçek cevabını aldığında torunundan da olacaksın.
“Zararın neresinden dönersen kardır” derler bilirsin. Dön bu yanlış yoldan. Görüntülü olarak telefon aç ve konuş kızınla. İnan bana yıllardır haksız biçimde reddettiğin evladının sana ekrandan sarıldığını göreceksin. Görmek ne kelime; fiziki olarak sarıldığını hissedeceksin.
Tabii bunca yıllık ayrılık ve küskünlükten sonra vicdanın ölmedi, kalbin taş gibi kaskatı kesilmediyse.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***