AHMET KURUCAN | YORUM
Son bir hafta içinde tanıdığım üç insan vefat etti ve ahiret yolculuğuna çıktı. Üç farklı hayat, üç farklı hikâye ama aynı son… Biri yıllardır mücadele ettiği hastalığa yenik düştü, bir diğeri aniden gecenin kör bir vaktinde yatağında vefat etti. Bir diğeri de belki beklenen ama yine de yakın çevresine sarsan bir şekilde dünyaya veda etti. Dikkat edin üç farklı insan, üç farklı hayat ama aynı sonuç ve o sonuç hepimize göz kırpıp “Sırasını bekle!” diye bağırıyor. Hem de kulakları sağır eden bir ses tonuyla.
Bu gerçeğin farkında bir insan olarak her üç ölüm de çok sarstı beni. Şunu dedim kendi kendime: “Demek ki ben ölüme hazır değilim. Hazır olsaydım bu kadar etkilenmezdim.”
Bilmiyorum siz neler düşünüyorsunuz? Sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşarken, bir haberle tüm dünya algımız değişiyor. Neşenin, huzurun, mutluluğun zirvelerinde yaşarken birden çukura düşüyorsunuz. Mevlana’nın sevgili ile buluşma dediği, ‘sevinçle karşılayacağım, siz de öyle yapın, arkamdan matem tutmayın, sevinin’ dediği ölüm sizi hüzne, kadere, gam ve kasavete boğuyor. Bu ruh haletinin ölüme hazır değiliz demekten öte izahı olabilir mi?
Başka bir zaviyeden ben bu yaşadıklarımı düşündüğümde bunun aslında iyi olduğunu da söyleyebilirim. Demek ölüm beni kaybettiğim dostlarım üzerinden kendi varoluşum üzerinde düşünmeye sevk ediyor. “Bir gün gelecek sen de bu musalla taşında yerini alacaksın” dedirtiyor. “Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.” (Ankebut 29:57) ayetini bir kez daha hatırlamama vesile oluyor. Ezberimde olan “Lezzetleri yok eden ölümü sıkça hatırlayın.” (Tirmizî, Zühd 4) hadisini gözümüm önüne seriyor.
Ne yapacağız o zaman?
Gelin bugünkü dünyanın herkesi önüne katıp savurduğu aldatıcı unsurlardan önce zihnen ardından fiilen kurtulmaya bakalım. En genel anlamda eğlence sektörünün şatafatlı dünyasından sıyrılıp birgün mutlaka kapımızı çalacak olan ölüm ve ölüm sonrası ahiret yurdunda bizi bekleyen gerçeklere göre hayatımızı şekillendirelim. Çünkü o gün mutlaka gelecek ve o gün geldiğinde elimizdeki tek sermaye inancımız ve amellerimiz olacak. Uğruna hayatımızı feda ettiğimiz çocuklarımız bile cesedimizi toprağa gömerken kim daha çok toprak atacak diye kendi aralarında yarış edecek.
Efendimiz’in (sas) o beyanına geri döneyim; “Lezzetleri yok eden ölümü sıkça hatırlayın.”
Ölümü sıkça hatırlamak, hayatı daha bilinçli ve anlamlı yaşamamızı sağlar. Allah’a daha yakın olmak, emir ve yasaklarına tutkuyla sarılmak, “Yaşayan Kur’an” olan Peygamber Efendimiz’in (sas) hayatını örnek almak, sevdiklerimize daha çok vakit ayırmak, fındık kabuğunu doldurmayacak kırgınlıkları bir kenara bırakmak… Evet bütün bunlar ‘ölüm’ gerçeğiyle yüzleştiğimizde anlam kazanan şeylerdir.
Ahiret inancımız bize ölümün bir son olmadığını, bilakis yeni bir başlangıç olduğunu öğretiyor. Buna can-ü gönülden inanıyorsak şu sorunun cevabını dürüstçe verelim kendimize: “Bizler gerçekten ahireti hesaba katarak mı yaşıyoruz? Bir soru daha; ölüm hepimize aynı şeyi fısıldıyor: Hazır mıyız?”
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***