Siyaset bilimci, akademisyen Mümtaz’er Türköne, Suriye’deki gelişmeleri değerlendirdiği yazısında, Türkiye’nin Suriye’deki rakibinin Kürtler olmadığını, asıl rakibin Suudi Arabistan ve dolayısıyla Selefilik olduğunu söyledi. Suudi Arabistan karşısında Ankara’nın hiç şansı olmadığına dikkat çeken Türköne, “Türkiye Cezire bölgesindeki Kürt yönetimini tehdit ve tehlike olarak algılıyor ve ona göre bir Suriye politikası uyguluyor. Gerçekte asıl rakibi Suudi Arabistan’ın her türlü yoruma evrilmeye müsait Selefiliği” dedi.
“Türkiye’nin İslâmcı makyajının da, Suud’un modernlik makyajının da Suriye’de karşılığı yok” diyen Türköne, “Türkiye en iyi bildiği işi yapacak, güvenlik ihraç ederken, Suriye’nin etnik zenginliğini bir arada tutacak demokrasiyi pazarlayacak. Suud ise, aynı dili konuştuğu Cihatçıları kendi statükocu selefiliğine teslim alacak. Kazanan Türkiye olmalı. Bahçeli “Kürtler kardeşimiz” dedi, Kürtlerin gönlünü aldı. Görüldüğü üzere Kürt sorununu çözmek çok kolay. Türkiye’nin asıl rakibi cihatçısından liberaline ve işbirlikçisine kadar Selefilik. İslâmcılığı artık İslâmcıların bile bir tehdit ve tehlike olarak görmesi lâzım” yorumunu yaptı.
Mümtaz’er Türköne’nin Turkish Post’ta yer alan yazısı şöyle:
“Türkiye’nin Suriye’deki rakibi Kürtler değil, Suud Arapları. İktidarın AK Parti kanadı, titreyip aslına rücu etmeye, siyasal İslâmcılık üzerinden Suriye ile iletişim kurmaya ve güç devşirmeye çalışıyor. Suud Selefiliği karşısında hiç şansları yok. Selefilik hem DAEŞ, El Kaide gibi cihatçılığı hem de Suud monarşisinin çıkarlarını besledi.
Selefilik adı verilen aynı hamurdan, fırında pişirme tarzınıza göre kafa kesen radikal İslamcılar da Suud işbirlikçileri de çıkabiliyor. Türkiye’nin cehaletle malûl Yeni Osmanlıcılığının bölgede hiç karşılığı yok, AK Parti İslâmcılığı ise kurtlar sofrasında yavrukurt kükremesi mesabesinde kalır. Öbür taraftan Suriye’nin bugün sahibi olan eski cihatçıların artık kaybedecek koskoca bir ülkeleri ve istedikleri gibi şekil verebilecekleri bir devletleri var. Kalıcı hale gelmek için değişmek, uzlaşmak ve medenî bir düzene geçmek zorundalar.
Suriye Araplarını ciddiye almalısınız:
Suriye, bilhassa Şam, İslâm tarihi ve medeniyeti için çok önemli bir merkez. Çok geniş ve kritik bir coğrafya. Tarihî olarak Lübnan, İsrail hatta Ürdün, Suriye coğrafyasının bir parçası. İlk İslâm devleti Mekke veya Medine’de değil, Vali Muaviye’nin marifetiyle Şam’da inşa edildi. Sonrasında da Şam, tarih boyunca önemli roller üstlendi. Köklü bir kültür ve kimlik geliştirdi, bu yüzden Suriye Arapları farklı bir yerde durur.
Suriye’yi ve Suriyelileri ciddiye almalısınız.
Suriye, İran devre dışı kaldıktan sonra Türkiye ile Suudi Arabistan arasına sıkıştı. Bizim Suud devletinin Selefiliği gibi satacak, pazarlayacak bir dinî ürünümüz yok. Bizimkini ciddiye alamazsınız; Türkiye’nin üretebildiği İslâmcılık devlerin pazarında çelik-çomak oynamaktan ibaret. Kör topal da olsa demokrasi gibi daha sağlam bir ürünümüz var. Bir tarafta güvenlik ve refah pazarlayan Türkiye, öbür tarafta Selefî teokrasisi ile totaliter bir dikta yönetimine yatırım yapan bir Suudi Arabistan var. Türkiye’nin yegâne ihraç sermayesi, Suriye’nin farklı dinî-etnik coğrafyasının tamamında geçer akçe olacak laikliğin, demokrasi ve eşit hakları garantiye alan hukuk devleti ile birlikte pazarlanması.
Orta Doğu’da açık bir İslâmcılık tehdidi ve tehlikesi, hayalet şeklinde dolaşıyor. Bu tehdidin öncelikli hedefi ise Türkiye.
Herkesin İslâmcılığı kendine. Zengin geçmişi olan bir entelektüel düşünceden, bir siyasî ideolojiden veya bir kitle hareketinden değil, dinî jeopolitiğin üretip politik çıkar aracı olarak kullandığı bir silahtan ve cephaneden bahsediyorum. Türkiye’nin sağduyulu İslâmcıları akıllarını başlarına alıp bu jeopolitik silahın kullanılıp kenara atılacak yoz bir malzemesi olmaktan uzak durmalılar.
Cihatçı Selefilik ise, bugüne kadar işgalci Batılı güçlere bahane sunmaktan öte bir iş yapmadı. El Kaide, IŞİD, El-Nusra gibi örgütler bu selefî yorumu hayata geçirmek sevdasında oldular. Bugün Suriye’de tehdit ve tehlike olarak söz konusu edilen yorum budur. Malum, ABD, Türkiye’nin Cezire bölgesinde PKK’ya yönelik baskılarına, Cihatçı Selefilere meydanı boş bırakmamak gerekçesi ile karşı koyuyor.
Selefilik doğru dürüst bir devlet düzeni, ekonomik refah, kendi güvenliğini sağlama becerisi, uluslararası aktörlerle eşit ve onurlu ilişkiler geliştirme yeteneği geliştiremeyen İslâm dünyasının, eline geçirdikleri tek araç olan “din sopası” ile etrafa nizam verme politikasını temsil ediyor. O kadar ki, Orta Doğu’yu kafalarına göre düzenlemeye ve İsrail’in güvenliğini sağlamaya çalışan Batı dünyası Selefiliği, hem İran’ı dengelemek hem de bölgeye müdahale bahanesi olarak tepe tepe kullanıyor. Suud’daki en sadık müttefiklerini de aynı başlığın içinde pohpohluyor.
Türkiye Cezire bölgesindeki Kürt yönetimini tehdit ve tehlike olarak algılıyor ve ona göre bir Suriye politikası uyguluyor. Gerçekte asıl rakibi Suudi Arabistan’ın her türlü yoruma evrilmeye müsait Selefiliği.
Suriye’deki Osmanlı mirası hiç parlak değil. Cemal Paşa’nın idam ettiği Suriyelilerin üçüncü kuşak torunları bugün Suriye’nin seçkinlerini oluşturuyor. Osmanlıcılık, uzun isyanlar dönemini ve baskıları hatırlatıyor. Osmanlıcılığa da Arap atına binme sevdası olarak görüyorlar. Kültür ve gelenek ortaklığına dair bir kamu diplomasisi aracı olarak İslâmcılığa müracaat edecekseniz, bırakın Suudi Arabistan’ın selefiliğini, Suriye’deki ılımlı İhvan’ın bakiyeleri ile bile rekabet şansınız yok.
Suriye’nin tek parça halinde kalmak, farklı etnik ve dini grupları barış içinde bir arada tutma yeteneğini geliştirmesi lâzım. Bunun tek yolu, Türkiye’nin kör-topal muhafaza ettiği laiklik ve demokrasiden güç alan bir hukuk devletinin inşası. Türkiye’nin elindeki yegâne sermaye laiklik. Ak Parti iktidarının içini boşalttığı, Suriye sayesinde yeniden ısıtmaya yeltendiği siyasal İslam değil. Tekrarlıyorum: Suudi Arabistan karşısında Türkiye’nin hiç şansı yok.
Muhammed Bin Selman, modern bir Suud devleti yaratmak için iddialı işlere girişti. Petrol sonrası yüksek teknolojiye dayalı bir ülke için 2030 vizyonunu ilan etmişti. Futbol kulüpleri, kadınlara tanına haklar, güzellik yarışmaları ile makyajını düzeltiyor; ama kabile konfederasyonunu bir arada tutan Selefi uzlaşması dışına çıkması imkânsız. Türkiye’nin İslâmcı makyajının da, Suud’un modernlik makyajının da Suriye’de karşılığı yok. Türkiye en iyi bildiği işi yapacak, güvenlik ihraç ederken, Suriye’nin etnik zenginliğini bir arada tutacak demokrasiyi pazarlayacak. Suud ise, aynı dili konuştuğu Cihatçıları kendi statükocu selefiliğine teslim alacak.
Kazanan Türkiye olmalı.
Bahçeli “Kürtler kardeşimiz” dedi, Kürtlerin gönlünü aldı. Görüldüğü üzere Kürt sorununu çözmek çok kolay. Türkiye’nin asıl rakibi cihatçısından liberaline ve işbirlikçisine kadar Selefilik.
İslâmcılığı artık İslâmcıların bile bir tehdit ve tehlike olarak görmesi lâzım.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***