M. AHMET KARABAY | HABER İNCELEME
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasını üstlendiği gibi, Anadolu’da yaşayanlar da Osmanlı’nın Batı karşısında 250 yıllık ezik ruh halini devraldı. Asırlardır Osmanlı coğrafyasını sömüren Batı, günümüzde Suriye’de Türkiye’nin çıkarlarını koruyup kollayan bir uysallığa bürünmüş durumda. Şu sıralar Beştepe Sarayı’ndan topluma inandırılmaya çalışılan tablo tam böyle.
“Batı” ya da eski adı ile “Garp” kötülüğün, gayri insaniliğin, zulmün, sömürünün ve Osmanlı’yı yıkan gücün sembolü oldu. Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin, 1720’de III. Ahmed döneminde Paris’e büyükelçi olarak görüp gözlemlediklerini anlattığı “Sefaretname” eserinde çizilen Batı tablosundan sonra Batı’ya bakış açımız pek değişmedi.
Güçlü olduğu dönemdeki yaklaşımını böbürlenerek nesilden nesile nakleden zihniyet, Kanuni Sultan Süleyman’ın kendisinden yardım isteyen Fransa Kralı I. François’a 1526’da yazdığı, “Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi…” diye başlayan ve titrini 83 kelime ile tanımladıktan sonra muhatabını da “Sen ki, Fransa vilayetinin kralı olan Françesko’sun” diye hitap etmesini hiç unutmadı.
Her ne hikmetse döneminin dünya gücü olarak tanınan Osmanlı liderinin böbürlenme mektubunu 499 yıldan bu yana unutmayan Anadolu insanı, bu dönemin dünyaya efendilik taslayan ABD hükümdarı Donald Trump’ın, daha 5 yıl önce Türkiye Cumhurbaşkanına gönderdiği “Aptal olma!” diyen mektubunu aklına getirmek istemiyor.
Mektupları içeriklerinden arındırıp baktığınızda esas itibariyle ikisi de kendisini dünya gücü olarak gören iki liderin karşısındakine yaklaşımını ortaya koyuyor.
Batı’nın 15. yüzyıldan başlayarak kendini bir bütün olarak yenilemeye başlamasıyla ortaya çıkan sonuçları görmezden gelen, anlayamayan Osmanlı yönetimi ve aydını, 19. Yüzyılın ikinci yarısında geliştirdiği İslamcılık akımıyla yıkımın önüne geçebileceğini sandı.
Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh ve Reşid Rıza gibi isimlerin başlattığı “yeniden İslam’a sarılma” akımı, II. Abdülhamid ile devletin resmî ideolojine dönüştü. Bir aksiyon olmaktan çok reaksiyon olarak ortaya çıkan bu ideoloji, Batı’yı şeytanlaştırmaya çalışmaktan çok fazla öteye gitmedi.
CHURCHİLL’İN 113 YIL ÖNCE VERDİĞİ KARAR ORTA DOĞU’YU DEĞİŞTİRDİ
İlk zamanlarda lambalarda kullanılan yağın balinalardan elde edilmesine alternatif olarak kullanılmaya başlayan petrol, buhar gücü yerine içten yanmalı motor gücünün devreye girmeye başlamasıyla daha fazla önemli hale geldi.
Almanya ile rekabet eden İngiltere’nin donanması, yakıt ihtiyacını ya Galler bölgesinden gelen kömürden sağlamaya devam edecek ya da İran bölgesinden çıkarılan petrolle karşılayacaktı. Kömürü kullanmaya devam ederse gemiler daha hantal ve daha az fonksiyonlu olarak kalacaktı. Ya da uzaktan getirilen petrolü kullanıp manevra kabiliyetini rekabetçi düzeye çıkaracaktı.
Winston Churchill’in, 1911’de İngiliz Krallığı’nın donanmasından sorumlu bakan olduktan sonra tavrını Orta Doğu’daki kaynaktan yana kullandı. O tarihten sonra itibaren Orta Doğu’nun kaderi de dünyanın kaderi de değişmiş oldu.
İngiltere Churchill’in kararından sonra British Petroleum (BP) olacak olan Anglo-Fars petrol şirketinin çoğunluk hissesini aldı. Batı’da petrole ihtiyaç çoğaldıkça, başta İngilizler olmak üzere Batılı ülkelerin bölgeye ilgisi arttı. Sanayinin petrole bağımlı hale gelmesiyle birlikte, petrolün güvenli bir şekilde Batı’ya ulaşması, her şeyin önüne geçti.
Bu tarihten itibaren, Batı’nın çıkarlarına ters düşen hiçbir siyasi hareket iktidarda kalamadı. Batı’nın çıkarlarının bölgedeki bekçiliğini yapan liderler ise bu tavırlarını sürdürdükleri müddetçe güçlenerek ayakta kaldılar.
Bölgede petrolün ilk kurbanı olan siyasetçi İran Başbakanı Muhammed Musaddık oldu. Musaddık, 1951 yılında, “İran’da çıkan petrol İranlılarındır” yaklaşımıyla petrol şirketlerini millileştirmek istemesi üzerine, iki yıl sonra CIA ve MI6’in öncülüğündeki bir darbeyle iş başından uzaklaştırıldı.
‘ERDOĞAN, BATI’YI DİZE GETİRDİ’ YAKLAŞIMI
İslamcı siyasetçi, gazeteci ve akademisyenler düne kadar Batı emperyalizminin gücünü ve ona hizmet etmeyen hiçbir iktidarın ayakta kalamayacağını bu toplumun beynine kazımaya çalıştı. Ancak aynı insanlar, Tayyip Erdoğan’ın bütün bunlara rağmen Batı ile dişe diş mücadele ettiğini ve bu sayede ayakta kalmayı başardığına inanıyorlar ve dahası toplumun da buna inanmasını istiyorlar.
Suriye’de Türkiye’nin büyük bir zafer kazandığını bu topluma inandırmaya çalışanlar, ülkenin nasıl bir çıkmaza sürüklendiğini perdelemek için her şeyi yapıyorlar.
Savaşçı adıyla Muhammed Colani, Esad’ın gitmesinden sonra Suriye lideri olan Ahmet eş-Şara’nın 27 Kasım hamlesinden önce Batı tarafından nasıl parlatılıp dünyaya pazarlandığı, İslamcı kesim tarafından görmezden gelindi. Eş-Şara, örgütünü el-Kaide’den ayırıp adını da Nusra Cephesi olmaktan çıkarıp HTŞ (Heyetü’t-Tahrir eş-Şam) yaptığı günden bu yana Batı’nın odağında oldu.
Eş-Şara, Batı’nın Türkiye’nin istihbarat örgütü MİT eliyle devşirilip hazırladığı bir isim. 27 Kasım’da İdlib’ten çıkıp 8 Aralık’ta Şam’a girdiğinde, İslam dünyasının bir lideri değil, emperyalist diye nitelenen ülkelerin temsilcisiydi.
Eş-Şara’nın, İsrail’in güvenliğini garanti altına almak amacıyla Suriye’de görevlendirilen bir savaşçıdan öte biri olmadığı çoğa kalmadan ortaya çıkacak. Daha iki gün önce el- Arabiya’ya verdiği röportajda bunu kendisi dile getirdi. İran’ın, Irak ve başka bölgelerden gelen güçlerle İsrail’e büyük bir saldırı düzenleme girişiminde olduklarını, buna kendilerinin engel olduğunu açıkladı.
Türkiye de Batı’nın çıkarlarını koruyup kollayan bir ara dönem elemanını (ya da hizmette kusur etmezse kalıcı da olabilir) desteklediği için Suriye’de galipler arasında sayılıyor. Yıllarca “Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı aslında galip geldi ama müttefiki Almanya yenildiği için mağlup sayıldı” masalıyla avunan bu toprağın insanı, şimdi de Suriye’de galip gelenin safında yer aldığı için zafer kazanmakla gönlünü eğliyor.
Asırlardır Batı’nın bizim toplumumuza kötülükten başka bir şey getirmediğini savunan Anadolu insanı, 2024’ün son iki ayında Batı’yı kendisinin önünü açan bir zihniyete dönüştüğünü düşünüyor.
Suriye ne fethedildi, ne de özgürleştirildi. Batı eliyle bir diktatörlükten kendine hizmet edecek öteki diktatörlüğe geçti.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***