ÖMÜR ERDEM | KONUK YAZAR
Elimde ılımaya yüz tutmuş bir bardak çayla buğulu pencereden dışarıya boş gözlerle bakarken, oturduğum binaya doğru kargo görevlisinin yaklaştığını gördüğüm anda tahmin etmiştim sipariş ettiğim kitapların geldiğini. Zile basılmasını beklemeden açtım kapıyı. Birkaç gün gecikmişti heyecanla beklediğim kitaplar. Paketi açtığımda tam da merakla beklediğim 6 adet kitabın tam tekmil elime ulaştığını fark ettim. Üstelik yazarı, özenle her birinin ilk sayfalarını açıp tek tek iyi niyetlerini belirterek imzalamıştı kitapları.
Yazar Niyazi Sanlı’nın ismi hiç yabancı gelmez bana uzun yıllardır. Yıllar evvelinden ya bir derginin iki kapağı arasında ya da henüz kitaplarının yazılış sırasına uygun bir zamanlama ile basılma şartlarını taşıdığı dönemlerde iki kitap kapağı arasında, daha çok hikayeleri ile sesleniyordu okuyucuya. O dönemlerde henüz tanışma fırsatı bulamamıştım ama yazdıklarının daha çok Orta Asya steplerinden ya da Afrika’nın ücra köşelerinden, fedakar öğretmenlerin yaşamlarından ve kendi tanıklıklarından kesitler sunduğu algısı iyiden iyiye oluşmuştu zihnimde.
2018’de neredeyse aynı zamanlama ile Avrupa’nın iki farklı ülkesine göç etmek durumunda kaldığımızı fark ettikten sonra sosyal medyadan takibe almıştım kendisini ve yazdıklarını. Oldukça velut bir yazar olduğunu fark etmem bu tarihlerde mümkün oldu. Yaşadığı bu göç sürecini ve yeni hayatındaki o zorluklarla dolu ilk yılı anlattığı ‘Zamanın Mahkumu’ kitabını, hemen yayımlandığı gün e-kitap formatında satın alıp bir solukta okumuştum. Ne de olsa kaderdaşlık gibi bir ortak paydada buluşuyorduk bu zorunlu gurbet yolculuğunda. Tam da tahmin ettiğim gibi kendimden çok şey bulmuştum ‘Zamanın Mahkumu’ eserinde. Olaylar, düşünceler, duygular, tecrübeler, mağduriyetler, tepkiler… Öncesiyle sonrasıyla iltica süreçlerinden göçmenlik psikolojine kadar birçok sorunsalın ele alındığı bir göçmenlik hikayesiydi bu Sanlı’dan okuduğum ilk roman. Göç yolculuğundan kamp hayatına kadar kişisel deneyimleri ve o süreçteki hissiyatı yansımıştı sayfalar boyu.
Aslında yazarın romanlarına çok da yabancı değilmişim. Farkında olmadan sinemaya uyarlanan bir filmde seyretmiştim yıllar evvelinden hikayelerini: ‘Birleşen Gönüller’. Yine bir sürgün hikayesiydi bu. Tekerrür eden tarih devranında bir başka coğrafyadaki zulüm, sürgün ve aşkın kesiştiği noktayı anlattığı bu romanı ‘Aşka Son Bakış’ adıyla yayınlanan romanından uyarlanmıştı sinemaya Birleşen Gönüller.
Çeşitli ülkelerde Türkçe öğretmeni olarak da görev yapan yılların velut yazarının, yazarlık tecrübelerini genç kalemlere aktardığı yazarlık kursları da çok erken tarihlerde başlamış. 2007’lerden itibaren başlattığı bu yazarlık okulu organizasyonlarını, bu son dönemde göç ettiği yurt dışında da bırakmamış ve bir süre sanal alemin imkanları ölçüsünde sürdürmüş. Yazar adaylarına, özellikle tahkiye ve kurmaca alanında kalem oynatmak isteyenlere, iyi bir kitap yazmanın inceliklerinin ustalıklı bir hikaye içinde senarize edilerek aktarıldığı ‘Şeytanın Çağrısı’ adlı sürrealist romanı da bu yazarlık kurslarının bir meyvesi.
Niyazi Sanlı, Viyana’ya yerleştikten sonra boş durmamış, bir taraftan yeni hayatına adapte olup ailesinin geçimini sağlamaya çalışırken evlatları gibi gördüğü ve sevdiği kitapları ile ilgili çalışmaları da sürdürmüş. Kaleme alıp tamamladığı otuza yakın kitaptan 12’sini yakın zamanda iki kapak arasında okuyucuyla buluşturmayı başarmış. Artık ete kemiğe bürünmüş kitapları; kokusuyla rengiyle capcanlı tutabiliyor, sayfaları arasında seyahat edebiliyoruz. Kitapların, yazıldığı tarihle eş zamanlı değil de yılların birikimi sonrası âdeta topyekun yayımlanmasının; son dönemin zorunluklarından kaynaklandığını tahmin etmek güç değil.
Tanıtımlarını okuyunca merak edip özellikle sipariş verdiğim kitaplardan biri ‘En Uzun Yolculuğum’du. Yazar, 1990’lı yıllarda Çeçenistan’da öğretmenlik yaparken Rus-Çeçen savaşına yakından tanıklık etmiş. Savaşın ortasında kalmış âdeta. Hayatının önemli dönüm noktalarından olan bu travmatik hadiseler yazarlık hayatının da başlamasına vesile olmuş. Kendisini travmanın etkilerinden yazarak tedavi edebileceğini keşfetmiş. Savaşın travmatik etkilerinin insan ruhunun derinlerinde bıraktığı izleri hikaye formatında anlatmış yazar bu kitapta.
Ancak seçtiğim kitaplardan ilk okuduğum ise ‘Huzur Sessizliği’ idi. Bir solukta okunabilecek, novella ya da uzun hikaye tadında bir kitaptı bu. Yazarlık kurslarında tanıdığı, işitebilen ama konuşamayan genç bir kızın yaşamından ilham almış yazar. Bu huzurlu sessizliğin ardındaki gerçekliği keşfetmek ve suskunluk içindeki sesin sahibinin duygu dünyasına girebilmek için 17 gün boyunca hiç konuşmamış yazar. Sessizliğin huzur veren sesini deneyimlerken de ruhunun derinliklerinde keşfettiklerini kaleme almış.
Hikayenin verdiği ilk ileti ‘Gerçek bilgi deneyimdir.’ Tecrübe etmeden bir insanın yaşadıklarını, hissettiklerini anlamak mümkün değildir zira. Susmanın huzur veren gücünü keşfeden, insan denen meçhulü daha yakından tanımaya başlar.
Bazı büyük tarihi şahsiyetlerin susma orucunuda hatırlatıyor insana bu hikaye. Meryem gibi… Uğradığı haksızlıklar karşısında çaresiz kalınca en temel savunma mekanizmalarından biri devreye giriyor: Susmak.
‘Susarak söze boğabilir insan,
Sanattır.
Ağız dolusu susuyorsa insan,
İşte böyle susmak;
sözcüklere takılmış bir çift kanattır.’ diyor ya bir şair.
Konuşarak zâyi etmemeli insan düşüncelerini kendisine değer verilmeyen bir ortamda. Susarak anlaşmaya çalıştığı insanlarla daha iyi iletişim kurabildiğini keşfetmiş yazar da bu deneyimleme günlerinde. ‘Çünkü daha dikkatli dinliyor insanlar, daha çok değer veriyor susarak söyleyene.’ diyor. İnsana gerçekten değer verenler; sustuklarını da anlayan, anlamaya çalışanlardır. Sanlı’nın amacı da bu imiş 17 günlük tecrübede: Değer verdiği bir öğrencisini anlamaya çalışmak, onunla empati kurmak. Aile içinde, iş yerinde, otobüste, trafikte, telefon gürüşmesinde konuşamayan bir insan ne hisseder, nasıl zorluklar yaşar, sorunlarını nasıl çözer. Hepsini deneyimlemiş yazar iradî bir suskunlukla. Böyle başlamış huzur sessizliği günlerine.
Bir duyu eksik kaldığında bunu telafi etmek için diğer duyular ağırlık kazanıyor. Eksik kalan yetiyi, bir başka yeteneğe ağırlık vererek telafi ediyor insan. Bu suskunluk içinde gönül dünyasına doğru derin yolculuklar yapmaya fırsat bulmuş yazar; öğrencisinin yüzüne ve edasına yansıyan huzuru keşfetmeye çalışırken. İnsanın içindeki cevheri keşfetmek de böyle derinlikli sessiz düşünme ve duyma atmosferlerinde gerçekleşiyor. Gecenin derin sessizliğinde keşfediyor insan kendini en çok. Sesini yalnız kendisinin işittiği demlerde…
İnsana ve çevresine zarar veren öfke gibi, nefret gibi bazı negatif hislere kement vurmanın, duyguları kontrol etmenin bir yolunu da yaşayarak keşfetmiş yazar o günlerde. Öfke zamanı kelimeleri yutmanın huzur sessizliğinde mümkün olduğunu deneyimlemiş. İncinse de incitmemek hüneri, suskunluk limanında boy gösteriyor zira.
Ağza kilit vurmak insan hayatında köklü bir değişime de yol açsa gerek. Ruhen yenilenmek, yeniden doğmak gibi bir duygu söz orucu. Konuşmak dışa açılan bir kapı iken susmak içe doğru bir derinleşme. İnsanın kalbini ve ruhunu keşfetmesi, beslemesi ve büyütmesi bu sessiz derinleşmeye bağlı biraz da.
Huzur sessizliği döneminde iç derinliklerinde kendini ve insanı keşfeden yazar 17 günün sonunda ‘Söz gümüşse, sükut altındır.’ meselini biraz değiştirmiş düşünce dünyasında. Ona göre söz çakıl taşı, sükut ise inci, mercan olmuş atalar sözünün yeni hâli. Bu iradî sessizlik hayatına yeni bir boyut kazandırmış. Kendine, insana ve dünyaya içeriden bakma fırsatı sunmuş bu huzur sessizliği. Kelimelerin sınırlarından ve sınırlılıklarından kurtulduğunu hissetmiş yazar böylece. Kalbin derinliklerinden kopup gelen sözcüklere bir çift kanat takıp onları sınırsız göklerde hür bırakmak ancak huzur sessizliğinde mümkün olsa gerek.
Yazar Niyazi Sanlı, çok konuşmadan ama durmadan yazarak hayat serüvenine devam ediyor. Takip edebildiğim kadarıyla kitaplarını Türkçe dışında birkaç başka dile de çevirerek yayımlamaya yönelik çalışmalarını sürdürüyor. Bakalım, ruhunun derin dehlizlerinde keşfettiği izler farklı milletlerden insanların hayatına da dokunabilecek mi?
‘Görelim âyine-i devran ne sûret gösterir.’
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***