YÜKSEL ÇAYIROĞLU | YORUM
Modern dönem, insanoğlunun tarihte hiç tecrübe etmediği yeniliklere, değişimlere sahne oldu. Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte modern insanın hayatı da köklü olarak değişti. Özellikle internet ve onunla birlikte gelen sosyal medya insanların zamanlarını değerlendirme tarzlarını, insanî münasebetlerini, ilişki ve iletişim biçimlerini, öğrenme şekillerini radikal olarak değişime uğrattı. Bu değişimin müspet yanları olduğu gibi menfi yanları da oldu.
İlk başta insanlar internet ve sosyal medyanın; kısa yoldan bilgiye ulaşma, kolay arkadaş edinme, hoş vakit geçirme, eğlenme, dünyadan haberdar olma, geniş kitleleri etkileyebilme, kolay yoldan para kazanma gibi kendilerine sunduğu pek çok olanağa büyük bir hevesle sarıldılar. Fakat çok geçmeden uzmanlar, dikkatli olunmadığı takdirde sosyal medyanın insan hayatı açısından ne tür tahrip edici ve yıkıcı etkileri olduğunu da ortaya koymaya başladılar. Yaptıkları deney ve araştırmalarla aşırı, bilinçsiz veya amaçsız sosyal medya kullanımının insan psikolojisi üzerinde pek çok yönden olumsuz etkileri olduğunu ispatladılar.
Konunun insanî ilişkilere, insan psikolojisine, toplum hayatına, medya etiğine vs. bakan yönlerini işin uzmanlarına bırakalım. Bizim burada asıl üzerinde duracağımız konu, meselenin dinî ve ahlâkî veçhesi. Sosyal medya, çok yoğun paylaşımların yapıldığı, bilgilerin yayıldığı, sıkı ilişki ve iletişim ağlarının bulunduğu bir platform. İnsan, bu imkânları iyi değerlendirmek suretiyle güzellik ve iyiliklerin yayılmasına hizmet edebilir, zulüm ve haksızlıkları duyurabilir, bilgi ve becerilerini geliştirebilir. Yani onun vasıtasıyla amel defterine sevap akıtabilir, Allah’ı hoşnut edecek salih ameller işleyebilir. Fakat diğer taraftan aynı sosyal medya ortamları yerinde kullanılmadığı takdirde günahlara, kul hakkı ihlâllerine de yol açabilir, dolayısıyla insana uhrevî hüsran da yaşatabilir. Dolayısıyla dinî hassasiyeti olan ve günahlara karşı mesafeli duran kişilerin paylaşım yaparken, içerik üretirken, üretilen içerikleri okuyup izlerken, başkalarıyla iletişime geçerken mutlaka bir kısım kurallara dikkat etmeleri gerekecektir.
Şunu unutmamak gerekir ki dünyada herkes kendi imtihanını veriyor ve ahirette bütün söz ve fiillerinden hesaba çekilecektir. Sosyal medya da bu imtihanın bir parçasıdır, hatta en çetin imtihanlardan biridir. Kulluğun getirdiği sorumluluklar sosyal medyada da devam ediyor. Mahremiyetin korunmasına, kul haklarına ve insanî münasebetlere dair dinin koyduğu yasaklar sosyal medyada da geçerlidir. Dolayısıyla sosyal medyada geçirdiğimiz zamanın, yaptığımız paylaşımların, beğenilerin, takiplerin, aboneliklerin, kısaca her bir hareketin Allah’a hesabını vereceğiz.
Dahası, sosyal medya ortamlarında gezinen kimselerin dinin belirlemiş olduğu sınırları aşma potansiyelinin daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Zira bu tür sanal ortamlarda çoğu zaman yazanların kimliği olmadığı ve herkesin sınırsız özgürlüğe sahip olduğu düşünüldüğü için, insanlar kolayca nefsin arzularına boyun eğebilir, heva ve heveslerine yenik düşebilirler. Ayrıca, beğeni alma, öne çıkma, meşhur olma, takdir görme, dikkat çekme gibi şeyler insanların en büyük zaaflarıdır. Sosyal medya da insanları bu zayıf yanlarından yakalar ve onları çoğu zaman ölçüsüzce davranışlara sevk eder.
İşte bizim burada yapmak istediğimiz, dünya imtihanını ciddiye alan ve ahiret hesabının kolay olmasını isteyen müminler için sosyal medyanın dinî açıdan sebep olabileceği bir kısım mahzurlara dikkat çekmek.
Kul Haklarına Riayet
Kul haklarına riayet edilmesi, İslâm’ın en duyarlı olduğu ve üzerinde hassasiyetle durduğu konuların başında gelir. Öyle ki bir hadis-i şerifte, yaptığı birçok ibadetin yanında üzerinde kul hakları da olan bir kişinin uhrevî durumu anlatılır. Bu kişinin yaptığı ibadetlerin sevapları hak sahiplerine dağıtılır, bu sevaplar, üzerindeki hakları ödemeye yetmeyince hak sahiplerinin günahları kendisine yüklenir ve netice bu kişi Cehennem’e gider. Bu yüzden Efendimiz (s.a.s) böyle bir kişinin durumunu “müflis” olarak niteler. (Müslim, Birr 59)
Başka bir hadis-i şerifte Allah yolunda şehit olan kimsenin bütün günahlarının affedileceği bildirildikten sonra kul hakları bundan istisna edilir. (Bkz. Müslim, İmare 112)
Dinin kul haklarına verdiği bu önemden dolayıdır ki Peygamber Efendimiz (s.a.s) ümmetine şu tavsiyede bulunur: “Bir kimse kardeşinin şeref ve haysiyetine yahut malına haksız olarak taarruz etmişse, altın ve gümüşün, paranın pulun geçmediği kıyamet günü gelmeden önce helâlleşsin.” (Buhari, Mezalim, 10)
Bu rivayetlerden de anlaşılacağı üzere bir mümin açısından Cennet yolundaki en büyük engellerden, en çetin imtihanlardan biri kul hakkıdır. Kul hakkı denildiğinde genellikle hırsızlık, yolsuzluk, gasp, aldatma gibi gayrimeşru yollarla başkalarından alınan mallar veya zulüm, eziyet, işkence, zorbalık, katil gibi bedene verilen zararlar akla gelir. Fakat bunların yanında birisine iftira atmak, yalan söylemek, gıybet etmek, tecessüste bulunmak, laf taşımak, küfür etmek, hakarette bulunmak, lakap takmak, aşağılamak, değersizleştirmek, ithamda bulunmak, biri hakkında şüphe uyandırmak, haksız yere suçlamak, alay etmek gibi insanın kalbini kıran, itibar ve haysiyetine dokunan söz ve fiiller de birer kul hakkı ihlâlidir. Kısacası, kul hakkı, bir başkasına maddî veya manevî anlamda verilen her türlü zararı içine alır. Zararın izalesi ise İslâmî hükümlerin gerçekleştirmeyi hedeflediği iki ana gayeden biridir.
Yargısız İnfazlar
Şurası bir gerçek ki sosyal medya ortamlarındaki ilişkilerde, gerçek hayattaki ilişkilere göre çok daha fazla kul hakkına giriliyor. Mesela ortada dolaşan bir kısım şikayetlere veya suçlamalara binaen sanal mahkemeler kuruluyor, belli şahıslar hakkında yargılamalar yapılıyor, hükümler veriliyor. Hatta çoğu zaman yargısız infazlar yapılıyor. Muhatabın yüzünü görmeden ve onunla aynı ortamı paylaşmadan girilen iletişimde insanların edep ve haya anlayışları, ahlâk sınırları biraz daha gevşediği için, şahıslar yüz yüze geldiklerinde birbirlerine asla yapamayacakları hakaretler yapıyor, ağır ve incitici sözler söylüyorlar.
İnsanların Gizli Hâllerini Araştırma
Aynı şekilde birileri sosyal medya savcılığına soyunuyor, insanların gizli hâllerini araştırıyor, hata ve günahlarını ifşa ediyorlar. Oysaki Kur’an, tecessüsü yasaklar. (Hucurât sûresi, 49/12) Yani başkalarının hata ve günahlarını, özel durumlarını, sırlarını, mahrem hayatlarını onların bilgisi ve rızası olmaksızın gizliden gizliye araştırıp soruşturmanın haram olduğunu bildirir. Keza İslam, doğrudan başkalarına zararı dokunmadığı ve kamusal hakları ihlâl etmediği sürece kesin olarak bilinen günahların dahi örtülmesini tavsiye eder. Peygamber Efendimiz (s.a.s), başkalarının ayıplarını örten kimsenin, Allah tarafından dünya ve ahirette ayıplarının örtüleceğini müjdeler. (Ebû Dâvud, Edeb 60)
Mümin Yalan Söylemez
Bazıları burada da kalmıyor başkaları hakkında yalanlar uyduruyor, iftira ve karalamalarda bulunuyor, haysiyet cellatlığına soyunuyor. Bizzat yalan uydurmasa bile uydurulmuş bir yalanın yayılmasına katkıda bulunuyor. Hz. Ebu’d-Derda, Allah Resulü’ne (s.a.s) müminin hırsızlık ve zina yapıp yapmayacağını sorar. Efendimiz, müminin bu günahlara düşebileceğini söyler. Ebu’d-Derda, “Peki, mümin yalan söyler mi?” dediğinde ise tavrı değişir ve “Yalanı ancak iman etmeyen kimse uydurur.” (Kenzu’l-ummâl, hadis no: 8994) buyurur! Dolayısıyla Bediüzzaman’ın ifadesiyle İslâm’ın esası doğruluk olduğu gibi, küfrün esası da yalandır. Yani, bir kişi hakkında yalan söylemek önemli bir kul hakkı ihlâli olduğu gibi, aynı zamanda müminlik sıfatıyla da taban tabana zıttır.
Paylaşılan bilgi ve içeriklerin sel gibi aktığı sosyal medya ortamlarında neyin doğru, neyin yalan olduğunu bilmek de kolay olmuyor. İşte bu noktada Kur’ân’ın şu iki âyeti bizlere rehberlik ediyor: “Bilmediğin şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz, kalb gibi azaların hepsi de sorguya çekilecektir.” (İsrâ sûresi, 17/36) “Ey iman edenler, herhangi bir fâsık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın. Yoksa, gerçeği bilmeyerek, birtakım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurât sûresi, 49/6) Efendimiz’in (s.a.s) şu beyanları da aynı noktaya işaret eder: “Her duyduğunu nakletmesi kişiye yalan olarak yeter.” (Müslim, Mukaddime 5)
Yukarıdaki âyet ve hadisler, izlenen veya okunan içeriklerin doğruluğundan emin olmadan onların yayılmasının, başkalarıyla paylaşılmasının bir mümine yakışmayacağını ortaya koyar. Özellikle de bu içeriklerin maddî veya manevî açıdan birilerine zarar verme ihtimali varsa. Yapılan araştırmalar, yalan haberlerin sosyal medyada doğrulara göre çok daha hızlı yayıldığını ortaya koyuyor. Mesela bir araştırmada yalan haberin doğru haberden altı kat daha hızlı yayıldığı ifade ediliyor. Bu yüzden bir insanın sosyal medyadaki beğeni ve paylaşımlarıyla neyi desteklediğine dikkat etmesi, şerre mi yoksa hayra mı hizmet ettiğinin şuurunda olması inandığı dinin bir gereğidir.
İki Büyük Günah: Gıybet ve İftira
Aynı şekilde gıybet ve iftira da İslâm’da büyük günah sayılan fiillerdendir. Bilindiği üzere Kur’ân, gıybet etmenin Allah katında ne kadar çirkin bir fiil olduğunu anlatma adına onu ölü kardeşinin etini yemeye benzetir. (Hucurât sûresi, 49/12) Yani Kur’ân, hiss-i selim ve akl-ı selime de seslenerek mü’minleri bu ağır vebalden uzak tutmaya çalışır. Peygamber Efendimiz (s.a.s) gıybeti, “Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!” şeklinde tarif eder. Sahabenin, “Ya benim söylediğim onda varsa, bu da gıybet olur mu?” sorusu üzerine ise şöyle cevap verir: “Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de iftirada bulundun demektir.” (Ebû Dâvud, edep 40)
Allah Resûlü’nün (s.a.s) bu ifadelerinden de anlaşılacağı üzere iftira, gıybetten daha da büyük bir günahtır. Nitekim şu hadis-i şerif, iftiranın nasıl uhrevi hüsrana yol açacağını şöyle beyan eder: “Bir kimse, bir müminde olmayan bir şeyi ona isnat ederse (iftira ederse), yaptığı iftiranın cezasını çekmeden Allah Teâlâ onu koyduğu cehennemden çıkarmaz.” (Ebu Davud, Akdiye 14; İbn Mace, Eşribe 4) İftira en basit tanımıyla bir insana işlemediği bir suçu, günahı, kötülüğü veya kusuru isnat etmek demektir. Dolayısıyla iftirada; yalan, gıybet, ifsat, zulüm, kul hakkı, haksız suçlama, asılsız isnat, itham gibi pek çok günah iç içedir.
Başkaları hakkında yalan uydurmak, gıybet etmek, iftira atmak, kötü söz söylemek gibi davranışlar günah olduğu gibi, bu tür içerikleri beğenmek veya paylaşmak da aynı şekilde günahtır. Nitekim Kur’ân, Hz. Âişe Validemizle ilgili iftira uyduranları zemmettiği gibi, “O sırada siz o iftirayı dilden dile birbirinize aktarıyor, işin aslına dair hiç bilginiz olmayan sözleri ağızlarınızda geveleyip duruyordunuz ve bunu basit, önemsiz bir şey sanıyordunuz. Hâlbuki o, Allah’ın nazarında pek büyük bir vebaldi!” (Nûr sûresi, 24/15) âyetiyle bunu yayanları da zemmetmiştir.
Sebep Olan Yapan Gibidir
Allah Resûlü’nün (s.a.s) şu hadis-i şerifi bizler için hem büyük bir müjdeyi hem de ağır bir vebali haber verir: “Kim İslâm’da güzel bir çığır açarsa ona, hem yaptığının sevabı hem de ondan sonra bu fiili işleyenlerin sevabı verilir. Ancak onların sevabından hiçbir şey noksan olmaz. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, hem kendi günahı hem de kendisinden sonra o fiili işleyenlerin günahı, diğerlerinden hiçbir şey eksiltilmemek kaydıyla ona yazılır.” (Müslim, zekât 69) Efendimiz, başka bir hadislerinde de insanları bir hayra yönlendiren kimseye, o hayrı işleyenlere verilen sevabın bir mislinin verileceğini ifade buyurur. (Müslim, imâre 133) İslâm âlimleri, bu gibi hadislerde ifade edilen manayı, “Sebep olan yapan gibidir.” şeklinde kaideleştirmişlerdir.
Normal hayatta insanların şer ve hayır adına yapabileceklerinin bir sınırı vardır. Fakat medya ve sosyal medya bu sınırı olabildiğince genişletiyor. Yalan bir söz, atılan bir iftira bir tuşa basmayla sosyal ağlarda dolaşıma giriyor ve bazen milyonlarca insana ulaşıyor. Bediüzzaman Hazretleri, ahirzamanda bir şahsın hata ve günahlarının gayet dehşetli bir yekûn teşkil etmesine dair rivayetleri kendi dönemi itibarıyla radyo ile açıklar. Bu konuda şöyle der: “O bir tek adam bir tek kelime ile, bir milyon kebairi (büyük günahı) birden işler ve milyonlarla insanı dinlettirmekle günaha sokar.” (Bediüzzaman, Kastamonu Lâhikası, s. 45) Günahların yayılması ve daha çok insana duyurulması noktasında günümüzün sosyal medyasının, o günün radyosundan daha işlevsel olduğu kıyas bile kaldırmaz.
Masumiyet Karinesi
İslâm’da asıl olan, masumiyettir, suçsuz ve günahsız olmadır. Elimizde kesin deliller bulunmadığı sürece herkese bu gözle bakarız. İnsanların haysiyet ve şereflerini kendi haysiyet ve şerefimizi koruduğumuz gibi koruruz. Kur’ân-ı Kerim’in, ifk hâdisesiyle ilgili, “Siz ey müminler, bu dedikoduyu işitir işitmez, mümin erkekler ve mümin kadınlar olarak birbiriniz hakkında iyi zan besleyip, ‘Hâşa, bu besbelli bir iftiradan başka bir şey değildir!’ demeniz gerekmez miydi?” (Nûr sûresi, 24/12) ifadeleriyle sadece olaya karışanları değil, sessiz kalanları da uyarmıştır. Bu âyet-i kerimeler müminler hakkında hem hüsnüzannın hem de beraat-i zimmetin asıl olduğunu ortaya koyar.
Sosyal Medya Ahlâkı
Sosyal medya milyarlarca insanın kullandığı günümüzün en büyük realitelerinden biri hâline geldi. Bu realiteyi göz ardı edemeyeceğimiz gibi onun karşısında durmamız da mümkün değildir. Buna gerek de yoktur. Zira sosyal medya platformları birer âlet gibidir. Önemli olan, onların hangi niyetle ve nasıl kullanıldığıdır. Dolayısıyla en başta iyi niyetlerle oraya girilmesi son derece önemlidir. Zira hadisin ifadesiyle ameller niyetlere göre hüküm alır.
Bunun yanında, boş şeylerle meşgul olmama ve zamanını israf etmeme adına belli bir hedefe sahip olma da çok önemlidir. Mümin, neyi niçin yaptığını bilir, şuursuzca bu sanal dünyanın akıntısına kapılmaz. Zira mâlâniyatı (boş ve faydasız şeyleri) terk etmek, Efendimiz’in tabiriyle insanın Müslümanlığının güzelliğine delâlet eder. Şurası unutulmamalıdır ki Allah bize sadece haramlardan ve hatta şüpheli şeylerden uzak durmamızı emretmez; boş, lüzumsuz ve faydasız işlerden ve sözlerden de (lağviyat) uzak durmamızı emreder. Mü’minûn suresinde kurtuluşa eren mü’minlerin özellikleri sayılırken namaza dikkat çekildikten hemen sonra “lağviyattan uzak durma” zikredilir.
Ayrıca, her türlü içeriğin paylaşıldığı ve dolayısıyla her türlü günahın dolaşımda olduğu sosyal medya ortamlarında mayınlı tarlada dolaşıyor gibi temkinle hareket edilmelidir ki günahlardan uzak kalınabilsin.
Sosyal medya kullanımında dinî ölçüleri önemseyen kişilerin dikkat etmesi gereken diğer bir husus da paylaşım yaparken ve etkileşimde bulunurken, “İyilik ve takva hususunda yardımlaşın, günah ve haksızlık yolunda yardımlaşmayın.” (Mâide sûresi, 5/2) âyetini kıstas almalarıdır. Yani onlar, iyi niyetin yanında, ortaya koydukları amel ve eylemlerinin ne tür neticeler doğurduğunu da mutlaka göz önüne almalıdırlar.
Hülasa edecek olursak, bütün müminlerin kardeş olduğunu beyan eden İslâm, bu kardeşlik hukukunun gereklerini de izah etmiş; temiz, adaletli ve ahlâklı bir toplum yapısı kurulabilmesi için insanlar arası ilişkilere dair çok önemli ilke ve prensipler vazetmiştir. Bize düşen de reel dünyada olduğu gibi sanal dünyada da bunlara uygun davranabilmek, yaptığımız paylaşımlarla kimsenin maddî-manevî hakkını ihlâl etmeme konusunda hassas olmaktır. Zira hadisin ifadesiyle mümin, başkalarının elinden ve dilinden emin olduğu kişidir. (Buharî, İman 4) Kelime manası itibarıyla mümin de güven veren, kendisinden emniyette olunan kimse demektir. Dolayısıyla o, ne eliyle ne de diliyle kimseye zarar vermez, kimsenin hakkına girmez, girip ötelere kul hakkıyla yürümez.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***