DEVA Partisi milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Gülen cemaatine yönelik davalar kapsamında el konulan İpek Holding’in ortaklarından olan ve yaklaşık 9 yıldır tutuklu bulunan Cafer Tekin İpek ve geçtiğimiz ay tutuklanan anne Melek İpek’i cezaevinde ziyaret etti.
Bir dostunun Cafer Tekin İpek hakkında “Abisini yakalayamadıkları için kinlerini ondan çıkardılar. Lütfen dosyasını inceler misin’’ demesi üzerine dosyayı incelediğini belirten Yeneroğlu, verilen kararın ‘hukukun nasıl katledildiği adına ibretlik ve tam bir düşman hukuku örneği’ olduğunu söyledi.
Cafer Tekin İpek iel görüşmesinde ‘Her haliyle saygı uyandıran bir beyefendi’ ile karşılaştığını, ‘etrafına huzur veren bir aurası’ olduğunu belirttiği Melek İpek’in ise görüşmede kendisine ‘Tekin neden 8 yıldır hapiste? Neden arkadaşları sesini çıkarmıyor?” diye sorduğunu kaydeden Mustafa Yeneroğlu, ‘Korkunç bir adaletsizliğe mahkûm edilmiş 79 yaşındaki bir kadının yaralı kalbinden dökülen bu cümlelerden sonra bir şey söylemek gelmiyor içimden. Belinde ciddi ağrıları olan, bir ayağını nerdeyse hareket ettiremeyen, lavaboya gitmekte zorlanan bir insana neden bu zulmü reva görürler?’ dedi.
Muatafa Yeneroğlu Serbestiyet’te yayınlanan yazısında şunları yazdı:
Geçen hafta bir dostum “Cafer Tekin İpek’i tanıyor musun?” diye sordu. “Hayır” dedim. Adını dahi duymamıştım. “Onun darbe öncesinde de cemaat ile hiç alakası yoktu. Abisini yakalayamadıkları için kinlerini ondan çıkardılar.’’ “Lütfen dosyasını inceler misin?” dedi.
…
Cafer Tekin İpek kararını okuduktan sonra kendisini ve annesi Melek İpek’i cezaevinde ziyaret etmek için Adalet Bakanlığından izin aldım. 29 Kasım 2024 Cuma sabahı, ilk önce Cafer Tekin İpek ile görüşmek istedim. Her haliyle saygı uyandıran bir beyefendi ile karşılaştım. Karşımda 9 yıla yakındır özgürlüğü gasp edilmiş bir insan vardı. Benim için ülkemin halini de özetleyen bu hazin tablo zaten başlı başına derin bir mahcubiyet konusuydu. Beni gördüğüne mutlu olmuştu. Tebessümü bile elinden bir şey gelmeyen beni eziyordu. Uzun uzun anlattı. Suçunun ne olduğunu soruyordu; ortada bir suçun olmadığını bilerek. Şu anda devleti yönetenler arasında isim isim saydığı birçok kişiyi “arkadaşlarım” diye ifade ederken, sıra gecelerinden bahsederken “Onlara lütfen sorun, birisi dahi bana terörist diyebilir mi acaba?” diye soruyordu!
“Paramız pulumuz, malımız, mülkümüz sizin olsun. An azından anama bu zulmü yapmasınlar” derken içim yanıyordu. Yıllar sonra annesine cezaevinde sarılıp hasret giderme anı gözümün önüne geldi o anlatırken. Cezaevindeyken eşi kendisinden boşanmıştı. O acıyı içine gömmüş gibiydi ama asıl onu ezen ve gözlerini yaşartan 9 yıldır oğlunu, gururla anlattığı gelinini, yüzü gülerek takdim ettiği kızını görememesiydi. Doğrusu o anlatırken ben de kendimi zor tutuyordum. Tüm yıkıma karşı direnen, evlatlarının başarıları ile yaşama tutunan, güzel bir babaydı karşımda oturan kişi. Kucaklaşarak ayrıldık. Ayrılırken o ne düşünüyordu bilmiyorum ama benim aklımda arkadaşlarının sessizliği vardı. Yediği içtiği ayrı gitmeyen, sessizliklerine anlam veremediği o meşhur arkadaşları. Oysa imtiyaz, ayrıcalık beklemiyordu. Sadece adil şahitlik yapmamaları onu yıkıyordu.
Acaba bu durumda kim cezaevinde, kim tutsak diye düşündüm. Cafer Tekin İpek mi yoksa suçsuzluğunu bildikleri halde kâh başımıza bir şey gelmesin diyerek kâh makamlarını, mevkilerini ve menfaatlerini yitirmemek için, itibarlarından ve konforlarından taviz vermemek için susanlar mı? Bedenleri tutsak olanlar belliydi. Peki ya zihinleri tutsak olan dışardakiler? Onlar da aslında tutsak değil miydi?
…
Ben acizliğime yığılmışken yakınlaşan sesler yükselmeye başladı. İki görevlinin ittirdiği tekerlekli sandalyesinde 79 yaşındaki Melek İpek Hanım kapıdan göründü. Ayağa kalktım, yanıma yaklaştığında bana tutunarak ayağa kalkmaya çalıştı. Yardımcı olmaya çalıştım, boynuma sarıldı. “Oğlum hoş geldin” derken içim burkuldu, çünkü siyaset sahnesine adım attığımdan beri canhıraş söndürmeye çalıştığım yangınların birçoğuna yetişemediğim gibi buraya da geç kalmıştım. Elden bir şey gelmezken insanlara ümit verir miyim diye hep endişe ederim. Bugün de öyleydim. Ama Melek Hanım beni o kadar sıcak karşıladı ki sanki bekliyor gibiydi, geciktiğimi de…
Melek Hanım’ı dinledim.
“Maraşlıyım. Maraş’ı işgal eden Fransızlar bile kadınlara ve çocuklara dokunmuyordu. İnsanların Allah’a, Müslümanlara inancı kalmadı. Bundan daha büyük acı olabilir mi? Birçok insan artık evinde Yasin okutmuyor ki fişlenmesin şucu bucu diye.
Her şeye rağmen bir şeyler yapmak lazım, kötülüğü iyilikle def etmek lazım.
Beni buraya getirdilerse Türkiye’de herkesi buraya getirebilirler. Ben o kadar ilkokul, cami ve hayır kurumu yaptırdım. Emine Erdoğan ve Sümeyye beni bilmezler mi? Ak Parti kurulduğunda benim evimde birlikte dua ettik, ilk duası benim evimde okundu. Tayyip Bey’i de çok sevdim. Emine Hanım’ı da çok sevdim. Bilal’in düğününe katıldım. Her şeye rağmen ayaklarına taş değmesin diye dua ettim. Çok mu yaptım?
İnanın daha da düşünüyorum, gerçekten Tayyip Erdoğan’ın bize yapılan bu zulümlerden haberi var mı?
Biz neden Tayyip Erdoğan’ı sevdik biliyor musunuz? Karşısında korkan birisine Peygamber Efendimiz nasıl diyordu: ‘Korkma, ben kuru ekmek yiyen kadının oğluyum.’ Biz öyle olsun istedik. Neden bu zulmü yapıyor. Ben onları Keçiören’deki evlerinde tanıdım.
Evimizden kapı dışarı ettiler. Toprağımızdan kovdular. Utanmadan 60 yıllık çiftliği, kocamın hatırasını bilmem şunun için yaptırdılar diye iftira attılar. Yatak odalarımıza kadar fotoğraflar yayınladılar. Bir insan bunu nasıl yapar? Kardeşim kamyonun arkasında sabahladı, bize bu şekilde eziyet ettiler. Soğuk hava deposu yaptırmıştım, yoksullara et dağıtıyorduk. Elektriği, suyu kestiler.
Bizim durumumuzdaki aileyi zaman zaman erzaksız, parasız bıraktılar. Ama inanın hiç umurumda değil. Evlatlarıma üzülüyorum. Burada cezaevinde çocukları ile birlikte yatan o kadar masum insan var ki, onlara üzülüyorum.
Tekin neden 8 yıldır hapiste? Neden arkadaşları sesini çıkarmıyor? Evime girip çıkan, soframa oturan, elimle yaptığım menemeni yiyenler, oğlum bildiklerim, kızım bildiklerim, evlatlarımın kardeşleri zannettiklerim neden tanıklık yapmıyorlar?”
Korkunç bir adaletsizliğe mahkûm edilmiş 79 yaşındaki bir kadının yaralı kalbinden dökülen bu cümlelerden sonra bir şey söylemek gelmiyor içimden.
Belinde ciddi ağrıları olan, bir ayağını nerdeyse hareket ettiremeyen, lavaboya gitmekte zorlanan bir insana neden bu zulmü reva görürler?
Melek Hanım vaktiyle dost bildiklerinden o kadar çok isim saydı ki; çoğunu bizzat tanıyorum. Bugün hem iktidardalar hem de muhalefetteler. Doğrusu onlar adına da utandım. Hakkı ifade etmekten, haksızlık karşısında durmaktan, bizzat tanıdıkları ve terörist olmak şöyle dursun bir hukuksuzluk dahi yapmadıklarına emin oldukları insanların haklarını savunmak adına tek bir söz dahi söylemiyorlar.
Melek Hanım dingin ama güçlü sesiyle anlatırken tüm bunlar geçiyordu aklımdan. Ve elbette Melek İpek Hanım gibi hakları ve özgürlükleri gasp edilmiş olan on binlerce masum insan için hiçbir şey yapamıyor olmanın verdiği acziyet ve utanç duygusu…
Görüşme sona erdi.
Yüreğimi derinden yaralayan bir görüşmeydi. Görüşmenin başındaki gibi yine karmaşık duygular içindeydim fakat bu kez farklı duyguların karmaşası vardı içimde. Karşımızda, bir zamanlar yakinen tanıdığı insanlara yönelik adaletsizliğe bile ses çıkaramayan bir hukuksuzluk mekanizması vardı. Bu mekanizma, dişlileri arasında bir zamanlar ‘dost’ bildiklerini bile böyle eziyorsa, ezelden ‘düşman’ diye yaftaladığı ötekilere nefes alma hakkı bile tanımazdı. Tanımıyordu da zaten.
Ayrılırken elini öptüm, o sıkıca tutundu, acıyla doğruldu ve boynuma sarıldı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***