Sinan ŞAHİN
ANTEP – Mediha Güzelgün, ‘Üçüncü Gurbet’ belgeselinde 19-26 Aralık 1978’de Maraş’ta Alevi toplumuna yönelik katliamı kadınların tanıklığıyla anlattı. Ailesinden başlayarak halen Maraş’ta yaşayan ve Maraş’tan göç etmiş kadınların anlatımlarına yer veren Güzelgün, travmanın gelecek kuşaklara aktarılmasının ve çevrenin travma üzerindeki etkisinin izini sürmüş. Yüzleşme, ve göçün travma üzerindeki etkisine odaklanmış.
ALTIN KOZA’DA FİNALE KALDI
31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde belgesel film kategorisinde finale kalan ‘Üçüncü Gurbet’ belgesiyle İnsan Hakları Haftası kapsamında Nar Sanat Derneği’nin konuğu olan Mediha Güzelgün ile belgeseli konuştuk.
‘KATLİAMIN YAŞANDIĞI MAHALLEDE DOĞDUM’
– Belgeseli çekmeye karar verme sürecinizi biraz anlatır mısınız?
Maraş Katliamı’nın olduğu mahallede doğdum. Ailem ve komşularımız o katliama tanıktı. O mahallede konu dönüp dolaşıp hem Maraş Katliamı’na gelirdi. Özellikle anmalar, yas haftası gibi geçerdi. Ben de sinemaya ilgi duydukça Maraş Katliamı’nın anlatılması gerektiğini düşünmeye başladım. YouTube belgeselleri ve haberler dışında o katliamın daha sanatsal bir şekilde anlatıldığını görmedim ve bunu anlatmak istedim.
Annemler katliamı anlatırken, ‘keşke o dönem bir kamera olsaydı da yaşadıklarımızı çekse’ diye arzu ettiklerini görebildim ve bunu çekmeye karar verdim. Üç yıllık bir çalışma süreci sonucu çektim belgeseli. Bu arada Maraş Depremi oldu. Bir acıyı anlatmaya çalışırken başka bir acıya tanıklık ettik. Biraz zor oldu. Çekim süreci de oldukça zor geçti. Özellikle yurt dışındaki ailelere ulaşmakta zorlandım. Çünkü onlar hem konuşmak istemiyorlardı hem de vize süreçleri zorluydu. Ayrıca sansür endişesi de vardı.
‘TRAVMANIN AKTARILDIĞI ÜÇÜNCÜ KUŞAK OLDUĞUMUZ İÇİN BELGESELİN ADI ÜÇÜNCÜ GURBET’
– Belgesele ‘Üçüncü Gurbet’ ismini vermenizin özel bir nedeni var mı?
Maraş Katliamı’nın yaşandığı mahalle, Yörük Selim Mahallesi, daha çok doğu Anadolu’dan Erzurum, Erzincan, Bingöl, Dersim gibi kentlerden göç edenlerin oluşturduğu bir mahalle. Katliamdan sonra tekrar bir zorunlu göç yaşanıyor ve travmanın aktarıldığı üçüncü kuşak olduğumuz için belgeselin adını üçüncü gurbet koyduk.
‘KADIN YÖNETMENLER HER YERDE AYNI ZORLUKLARI YAŞIYOR’
– Kadın yönetmenler birçok güçlükle karşılaşabiliyor. Belgesel çekiminde ne tür zorluklarla karşılaştınız?
Ben küçük bir ekiple çalıştım. O konuda da zorlanmadım. Daha büyük ekiplerle çalışmanın zorlu olduğunu biliyordum, özellikle kadın yönetmenler için. Adana Film Festivalinde Uçan Süpürge’nin bir oturumu vardı. Onların da aynı sıkıntıları yaşadıklarını gördük. Batıdaki kadın yönetmenlerin de doğuda, yereldeki kadın yönetmenlerin de aynı sıkıntıları yaşadıklarını gördük. Sektör büyüse de aslında yaşanan sorunlar değişmiyor. Kadın yönetmenler aynı zorlukları yaşıyor.
‘KADINLAR DAHA İYİ BİR TAŞIYICI VE DAHA OBJEKTİF OLDUĞU İÇİN KADINLARIN ANLATMASINI İSTEDİM’
– Kadınları seçmenizin özel bir nedeni var mı?
Benim için çok iyi bir çalışma oldu. Kadınlarla görüştüm, sadece onların anlatılarını dinledim. Çünkü kadınlar daha iyi taşıyıcıdır. Ben de kadın olduğum için daha rahat konuşuyorlardı. O yönden bana büyük bir avantaj sağladı. Hem kadın-hafıza ilişkisi hem de kadınların duygu taşıyıcılığına dair ve kadınların çocuklarına aktarımı konusunda bilimsel çalışmalara dayandım. Bir de kadınların detaycılığı ve unutmaması önemliydi benim için. Kadınların o katliamda gurur yapmadan yaşananları net bir şekilde anlatmaları da önemliydi. Erkeklerin bu meseleyi anlatırken daha çok gurur yapacaklarını, objektiflikten uzaklaşacaklarını düşündüm. Bir de katliamı hep annemlerden, kadınlardan dinlediğim için onların üzerinden anlatmak istedim. Bunun bende bıraktığı etki ile daha iyi anlatabileceğime inandım.
‘KADINLAR CESURDU BEN DE CESUR OLMAK İSTEDİM’
– Çekim sürecinde sansür veya otosansür ile karşılaştınız mı?
Belgeselin siyasi ve sert bir içeriği var. Belgeselcilerin maruz kaldığı güçlükleri görüyoruz; yasaklar getiriliyor, soruşturmalara tabi tutuluyorlar. Ben de ister istemez bunu gözettim. Ama belgeseldeki kadınlar çok cesur ve dobra oldukları için ben de cesur olmak istedim. Bu katliam anlatılmalıydı ve tarihteki yerini almalıydı. Sanat da bir intikam alma biçimi olduğu için ben de sanatı kullandım. Ama şu ana kadar bir sansürle veya direkt bir baskıyla karşılaşmadım.
‘YURTDIŞINA GİDENLER UNUTMAK İSTİYOR, KALANLAR DAHA CESUR’
– Hem yurt içinde hem de yurt dışında katliama maruz kalanlarla ve tanıklarla görüştünüz. Yurt dışındakiler ile buradakiler arasında katliamın izlerine dair belirgin bir fark gördünüz mü?
Katliamdan sonra hem ülke içinde hem de ülke dışına göç edenler var. Biraz travmanın çevre ilişkisine de baktım. Travmanın yaşandığı yerdekilerin görüşleri ile yurt dışına gidenlerin görüşlerinin nasıl bir değişime uğradığını gözlemlemek istedim. Sanırım daha fazla acıya maruz kalanlar daha da uzağa gitmiş. (yurt dışına) Uzağa gidenlerde şunu daha iyi gözlemledim; unutmak istiyorlar, yok sayıyorlar. Hatta görüşmek istemiyorlar. Türkiye’de kalanlar daha cesur davrandılar, daha çok konuşmak istiyorlardı. Tabii ki acıları karşılaştırmak değil bu. Ama daha uzağa gidenler katliama birebir maruz kalanlardı. Türkiye’ye karşı acayip bir önyargıları vardı. Çok büyük bir korkuları vardı. Buraya geldiklerinde havaalanında problem yaşayacaklarına dair korkuları vardı. Buradakilerin bu gibi endişeleri yoktu.
‘ALTIN KOZA’DA YER BULMAYI BEKLEMİYORDUM’
– Belgeseliniz Adana Altın Koza Film Festivali’nde finalist oldu. Bunu bekliyor muydunuz?
Açıkçası böyle bir şey beklemiyordum. ‘Kanun Hükmü’ filminden sonra siyasi belgesellere yer vereceklerini düşünmüyordum Altın Koza’nın. Bu yıl zaten Bahçelievler Katliamını anlatan film olsun, 15 Temmuz’u anlatan film olsun siyasi belgesellere alan açmalarını beklemiyordum. Bana yer vermeleri benim açımdan güzel oldu. Katılım da epey iyiydi. İsmail Beşikçi’nin filmi de vardı. O da izlemeye gelmişti. Benim için bu da ayrı bir onur vericiydi. Tepkiler gayet iyiydi.
Altın Koza’da yer aldık ancak belgesel ve kısa metrajlı filmler gereken önemi görmedi. Ödül töreninde önce uzun metrajlı filmler ödüllendirildi daha sonrasında salon boşaldı, bir anda jüriler de kalkıp gittiler. Belgeseller ve kısa metrajlı filmlerin ödül konuşmaları dinlenmedi. Orada asıl ilk onlara alana açmak gerekli. İlk alkışlanıp desteklenmesi gerekenlerin genç sinemacılar olması gerekirdi. Bu durum tabii çok konuşuldu, eleştirildi.
‘SOSYAL MEDYA KİRLİLİĞİNE KARŞI BELGESEL SİNEMAYA DAHA ÇOK İHTİYAÇ VAR’
– Belgesel sinema giderek büyük bir alan olmaya başladı. Sizce bu alana neden bu denli bir yönelim var?
Özellikle belgesel alanın açık olması gerekiyor. Orada çok büyük bir potansiyel var. Türkiye’de buna uygun bir alan da var aslında. Sosyal medya kirliliğine, çöplüğüne karşı belgesel sinemaya daha fazla ihtiyaç duyulduğunu, belgesel sinemanın buradaki bilgi kirliliğine karşı büyük bir güç olduğunu düşünüyorum.
MEDİHA GÜZELGÜN KİMDİR?
Mediha Güzelgün, 1991 yılında Maraş’ta doğdu. Erzincan Üniversitesi’nde sınıf öğretmenliği ve Anadolu Üniversitesi’nde sosyoloji alanında lisans yaptı. 2015 yılından bu yana Mardin’de ilkokul öğretmeni olarak çalışan Güzelgün, Mardin Artuklu Üniversitesi İletişim Tasarımı Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. Çeşitli filmlerde reji asistanlığı görevinde bulunan Güzelgün, 2020 yılında ‘Uzay, Fehmi ve Şehrin Sırları’ filmini çekti. Film, çeşitli festivallerde yarıştı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***