Merve KÜÇÜKSARP
Japon yazar Osamu Dazai’nin kaleme aldığı “Pandora’nın Kutusu” isimli roman Peren Ercan’ın çevirisi ile Can Yayınları tarafından yayımlandı. Roman, II. Dünya Savaşı sonrası Japonya’sında, toplumun savaş kaynaklı yaşadığı bunalımları ele alırken, bir yandan da bu bunalımı seyreden, sağlık sorunları yaşayan bir bireyin varoluşsal sancılarını, ruhunun karanlık taraflarını ve içsel çatışmalarını anlatır.
Osamu Dazai, 1909 yılında Şuci Tsuşima adıyla, Japonya’da on iki çocuklu, toplumda saygın yeri olan bir ailenin onuncu çocuğu olarak dünyaya gelir. Babası politikacı olduğu için kendisinden benzer bir hayat kurması, hatta politikayla ilgilenmesi beklenir. Oysa onun kişiliği sıra dışıdır, aykırı ve uzlaşmazdır. Nitekim ailesinin ondan beklentilerini karşılamak yerine edebiyata ilgi duyar, Fransız edebiyatı okumaya karar verir ve erken yaşlarından itibaren kimi gazete ve dergilerle yayımlanan yazılar ve şiirler kaleme alır. Bu yıllarda kendisini edebi anlamda etkileyen ve üslubunu şekillendiren iki yazar vardır ki, bunlar, Japon hikaye yazarı Ryunosuke Akutagava ve Dostoyevski’dir. Bilhassa Dazai, Akutagava’yı idol olarak öyle benimser ki, onun erken yaşta intiharı üzerinde büyük bir yıkım yarattığı gibi yıllar sonra bir dizi başarısız olan ve sonunda 1948 yılında ölümüyle sonuçlanan intihar girişimlerine kalkışmasında -belki de- bir etken olur.
Bu intihar onun ölüm ve hayat hakkındaki fikirlerini değiştirdiği gibi yazarlığında da itici güç olur. Dazai bir müddet bu melankoliyle yazma edimine ara verse de, yeniden başladığında hayatın anlamsızlığını işleyen metinler kaleme almaya başlar. Uzun bir müddet özel hayatında çalkantılar yaşasa da, hayatının sonuna dek yazma çalışmalarını sürdürür. Kendi potansiyelinin farkına varan Dazai, kendi hayatından esinlenerek kurguladığı hikayeleri kötümser bakış açısıyla birinci tekil şahısın ağzından anlatır. Her ne kadar Dazai, sıra dışı karakteri ve dışa düşen eğilimleriyle çoğu insandan ayrı görünse de, eserlerinde işlediği yalnızlık, kendine yabancılaşma, aidiyet ve duygusal konular onun insanlığın geri kalanıyla olan bağını güçlendirir. Ancak yine de, Dazai yalnızca bireysel duygular ve varoluşsal sıkıntılar üzerine kalem oynatmaz. Toplumsal meseleler, o dönem Japonya’da yaşanan hadiseler ve politik konjonktür de onun metinlerde yer bulur
Keza ‘Pandora’nın Kutusu’, psikolojik iniş çıkışlarının, yaşam karşısında duyduğu bulantının hissedildiği ilk dönem romanlarından oldukça farklıdır ve toplumsal meseleler romanda hissedilmektedir. Ki zaten roman, II.Dünya Savaşı sırasında Japonya’nın ağır kan kaybettiği sırada yazılmıştır.
Roman birinci tekil şahıs tarafından mektuplar silsilesi olarak seyir alır. Anlatıcımız, yaşadığı sağlık sorunları –tüberküloz- nedeniyle tedavisi sırasında yaşadığı olayları anlatır.
İdeal insanın ne olacağı üzerine düşünür, etrafındakiler de ona bu konuda katkıda bulunur ancak romandaki fikirler, tıpkı Dazai’nin iç dünyası gibi ikirciklerle, çelişkilerle ve gelgitlerle doludur. Bilincinden akan fikirler ne berraktır bu minvalde, ne de tutarlı, sabitkademdir. Bu muğlak ruh iklimi, Dazai’nin romanı yazarken girdiği mütereddit hallerle ilgili olduğu gibi, savaş sırasında ve de sonrasında Japonya’nın içinde bulunduğu her gün yeni kayıplarla ve yaralarla bulanıklaşan, kontrol edilemez kaotik atmosferle de ilgilidir. Ki zaten “Pandora’nın Kutusu” kavramı, mitolojide açıldığında dünyanın tüm kötülüklerinin serbest kaldığı, iyinin ve kötünün muğlaklaştığı kaotik bir atmosferin membaı olarak tasvir edilir. Ne var ki tıpkı her savaş ve kaos sonrası olduğu gibi Pandora’nın Kutusunda da geriye bir tek umut kalır. Niitekim Dazai de bütün pesimist yazar tavrına rağmen romanının sonunda umudu işaret eder.
“Sahiden de bugüne kadar bizim bulunduğumuz yerler kendiliğinden aydınlanıp güzelleşmedi mi? Bundan sonra bir şey söylemeden, acele etmeden, geriye kalmadan, oldukça dingin bir ivmede yürümeyi sürdüreceğim. Bu yol nereye çıkacak? Bunu, büyümekte olan bir bitkinin sarmaşıklarına sormak gerek. Sarmaşıklar şöyle yanıtlayacaklardır: Hiçbir şeyden haberim yok. Fakat büyüyüp uzadığım yönde gün ışığı var.”
Osamu Dazai, mitolojiden esinlenerek yarattığı “Pandora’nın Kutusu” isimli romanda bireyin topluma ve kendine yabancılaşmasını otobiyografik öğelerle işliyor ve arka planda savaş dönemi Japonya’sının ruhsal panoramasını okura yansıtıyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***