Abdullah EZİK
Begüm Egeli Bursalıgil, ilk romanı Sessiz Havuz’da geçmişten bugüne uzanan, bir yandan Türkiye’nin geçirdiği dönüşüme, diğer yandan bütün bir dünyanın içerisinde bulunduğu kriz anlarına odaklanıyor. Ayla karakteri üzerinden okura hayata, göçe, insan ilişkilerine dair samimi duygulanımların aktarıldığı roman, kurgusu, dili ve heyecanıyla ön plana çıkıyor.
Begüm Egeli Bursalıgil ile Sessiz Havuz’un serüveni ve ilk kitap heyecanı üzerine konuştuk.
– İlk romanınız Sessiz Havuz, geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Roman, birçok farklı konuyu içerisinde barındıran derinlikli bir yapıya sahip. Öncelikle sizi bu romanı kaleme almaya yönlendiren temel motivasyon ne oldu? Romanın yazım süreci nasıl gelişti?
Merhaba, güzel giriş cümleleriniz için öncelikle teşekkür ederim. Yazmak benim için kendi düşüncelerimi duyma biçimi. Belki de bu nedenle yazmayı öğrendiğim yaştan itibaren elimin kalem tuttuğu her an beni hem heyecanlandırdı; hem de rahatlattı.
Kitap yazma fikri için ise yeni diyemem. Fikir yıllardır içimde dolanan bir fısıltı gibiydi. Kulak verip dinlemem yeni oldu diyelim… Ancak her şeyde olduğu gibi esas yapılması gereken aklında çevirme kısmını geçerek, kalem kâğıdı önüne koyup denemeye başlamakmış. Sonrası gerçekten de geliyor.
Başlangıç noktam hayatla ilgili kendimce saptadığım içgörüleri anlatmaktı. Bunları daha okunur kılabilmek için bir hikâye içerisinde oturtmamın iyi olacağını düşündüm. Yoksa yarattığım metin daha öncekilere çok benzeyecek, bir makalenin denemeye dönüşmüş halinden öteye gidemeyecekti. Oysa ben bir roman yazmak istiyordum.
Kitabı sekiz ay içerisinde tamamladım. O dönem içerisinde tuhaf bir şekilde kitabı besleyebileceğim çokça düşünce, hatırladığımı bile unuttuğum kişisel anekdotlar ve bilgiler karşıma çıktı.
– Sessiz Havuz, geçmişle bugünü birleştiren bir yapıya sahip. Öyle ki romanın mübadeleden 1960’ların Alsancak’ına, oradan da günümüze ulaştığını görüyoruz. Geçmişle bugünü nasıl birleştirdiniz? Bu kadar uzun soluklu bir tarihsel süreci siz nasıl işlediniz?
Sessiz Havuz’da başkarakter Ayla’nın hem bir gününe hem de jenerasyonlara yayılmış hayat hikayesine bir arada tanık oluyoruz. Bir günün içinde akan hikâyede Ayla’nın başına ne geldiğini ve neden geldiğini yanıtlayabilmek amacıyla geçmişin kapıları aralanıyor. Yazmaya başladığımda, okuyucuyu günümüze vurgu yaparak geçmişe giden bir yolculuğa çıkarmak istediğimi biliyordum. Zira Sessiz Havuz 2017 yılında İzmir’de geçse de, Midilli’ye uzanan bir aile yolculuğunu sayfalarına konuk ediyor. Bugün yaptığımız birçok seçimin, benimsediğimiz doğruların veya önümüze çıkıveren seçeneklerin içerisinde geçmişten uzanan iplikler var. Biz fark etsek de, etmesek de. Sessiz Havuz bunların altını kalın çizgilerle çiziyor.
Bunlara ek olarak kitapta Ayla ile beraber, onun etrafında hayatları birbirine farklı ipliklerden örülmüş daha birçok kadının hikayesi var. Bence Sessiz Havuz’u esas derinleştiren de bu etkileşimlerden doğan kurgu ve analizler. Yolları birbiriyle kesişen kadın hikayeleri oldukça ilgimi çekiyor. Bu etkinin zaman, mekân, samimiyet seviyesi veya yaşam tarzı gibi küme başlıklarını aşarak birbirini tetikleyen bir enerji frekansında olduğunu düşünüyorum. Kitabıma bu bütünü yansıtmayı arzuladım.
– Mübadele, göç, göçmenlik bugün de dünyanın yüzleşmek zorunda olduğu çok önemli ve üzerine çokça konuşulması gereken bir konu. Bugünün penceresinden siz bu konuya nasıl yaklaştınız? Başat bir konu olarak mübadele ve göç sizin dikkatinizi nasıl çekti?
Belki soyadımın ilk kısmı bir ipucu veriyordur. Ben de Ayla gibi İzmirliyim. Anne ve baba tarafı İzmirli ve ayrı ayrı çok kalabalık, çok renkli olan bir aile ortamı içerisinde büyüdüm. Benim ebeveynlerimden önceki jenerasyonlar ise Yunan Adaları’ndan göç ederek bu coğrafyaya kavuşmuş. İçlerinde hem Kurtuluş Savaşı zamanında kaçarak gelenler hem de mübadele ile yer değiştirenler mevcut. Dolayısıyla küçüklüğümden beri duyduğum hikayeler, kulağıma çalınan Rumca kelimeler, gözlemlediğim karakterler bana çokça ilham verdi. Bu tema içerisinde benim derinleşmeme ve dolaylı olarak hikâyenin derinleşmesine imkân veren ise konuyu birkaç jenerasyona yayılacak şekilde işlemek oldu. Her şey bulaşıcı ve her şey bir diğerini etkiliyor. Bir kişinin zamanında aldığı karar onun hem etrafında olan hem de ardından gelen onlarcasını şekillendirecek kuvvette. Hele ki konu göç ise.
– Kitabın ciddi bir arşiv ve araştırma sürecinin ardından gün yüzüne çıktığını söylemek mümkün. Karakterler, onların hikâyeleri ve başlarından geçenler düşünüldüğünde ciddi bir çalışma süreci olduğu hemen fark edilebiliyor. Bu anlamda romanı çalışırken nasıl hareket ettiniz? Hangi kaynaklardan nasıl beslendiniz?
Romanı yazmadan önce özellikle Mübadele ve Büyük İzmir Yangını başlıkları altında epey araştırma yaptım. Ulaşabildiğim kadar kitaba ulaşmaya gayret gösterdim. Bu konularla ilgili veri kadar, sonrasının durum muhakemesini yapan yüzlerce makale de var. Özellikle makaleler ve tezlerden çok faydalandığımı söyleyebilirim. Bu kaynakların içerisinde yer alan dönemi yaşayanların anlatımları ve betimleri Sessiz Havuz için olağanüstü kıymetliydi.
– Roman, temelinde bir arkadaşının yerine arkadaş bulma uygulaması üzerinden ayarlanmış bir randevuya giden ana karakterin (Ayla) hikâyesine odaklanıyor ve zamanla işin içerisine birçok farklı konu giriyor. Günceli, günümüz dünyasını olduğu gibi yansıtan bir ana karakterle karşı karşıyayız. Sessiz Havuz’un ana karakteri nasıl gün yüzüne çıktı?
Aslına bakarsanız Sessiz Havuz’a can veren ilk adım baş karakter Ayla’yı hayal etmek oldu. Gerçekten elime kalemi alıp onu betimleyecek sıfatları yazdım. Bunlar hikâye içerisinde Ayla’nın nasıl hissedip, ne şekilde davranacağı veya asla davranmayacağı konusunda bana anahtar oldu. Böylece hikâyenin yönünü, Ayla’nın diğer karakterler ile etkileşimini de belirledi.
– Sessiz Havuz, aynı zamanda insan psikolojisi üzerine düşünen, okuru da bu düşünme sürecine dâhil eden bir roman. Bu anlamda gerek Ayla’nın yaşadıkları gerekse çevresindeki kişiler, hikâyeye sürekli yeni bir boyut getirmekten geri durmuyor. İnsan psikolojisini ve bugünün sorunlarını romana aktarırken özellikle hangi başlıklar üzerinde durdunuz?
Kendi kendime “İnsan niye okur?” diye çok sordum. Bunun çok farklı yanıtları olabilir; fakat bence insan en çok kendini tanımak için okur. Bu cevabı vermek bana psikoloji odaklı çalışmanın kapısı araladı. Kitaptaki karakterler üzerinden kurgulanan çözümlemeler, bizleri düşünmeye davet ediyor. Kendimiz veya tanıdıklarımızdan izlerle bezenerek bizlere hayatı geri anlatıyor. İşte bu sahnelerin sayesinde kitabın kat kat açıldığını ve olay akışı değil “bildik bir his” seviyesinde okuyucuyla buluştuğunu düşünüyorum. Günün sonunda kitabın bitmesini istememek veya karakterlere veda etmeye hazır olmamak bence bu his sayesinde okuyucuya işleniyor. Konu başlıklarına gelince, aile içerisinde kalabalık/yalnızlık, toplum hayatındaki yokluk/alternatif fazlalığı, ayıplama/ayıplanma, içine atma/tepki verme gibi dilemmalardan bahsedebiliriz.
Bununla birlikte az önce konuştuğumuz gibi, Sessiz Havuz kendimce saptadığım içgörüleri kaleme alma hevesiyle ilk adımı attığım bir yolculuk. Dolayısıyla kitabın kurgusu içsel yolculuklarda gelmek istediğim noktaların etrafında şekillendi. Önce varmak istediğim destinasyon belliydi. Karakterler ona göre oluşup bu çözümlemelere hayat verdi diyebiliriz. Okuyucunun bu psikolojik çözümlemelerle kendinden bir parçayı bütünün içerisinde, farklı gözle görebilmesi benim için en büyük başarı olur.
– Son olarak bu ilk romanın ardından yazarlık serüveni sizin için nasıl gelişecek?
Yazmak benim için düşüncelerimi duyma biçimi. Bu nedenle biliyorum ki ben var olduğum sürece yazmaya devam edeceğim. Bunun öykü mü, makale mi, şiir mi… hangi formatta bir araya geleceğini zaman gösterecek. Ancak roman yazmanın tadına varmış birinin romandan vazgeçebileceğini hiç sanmıyorum.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***