YÜKSEL DURGUT | YORUM
Tarih bir halkın çığlığında yazıldı. Suriye’nin hikayesi, işte böyle bir çığlıkla başladı. 14 yıl süren bir devrimin son perdesi, 10 günlük bir fırtınayla kapandı. Beşar Esad’ın diktatörlüğü, kendi yarattığı kaosun girdabında yok oldu gitti.
Suriye’de yaşananlar sadece bir ülkenin değil, insanlığın trajedisi olarak tarihe geçti. Arap Baharı’nın rüzgarıyla başlayan umutlar, rejimin acımasız baskısıyla sönmüştü. Protesto gösterileri, kısa sürede silahlı bir ayaklanmaya dönüştü.
Dünya izledi. Sessiz kaldı. Terör örgütleri palazlandı. İnsanlık denizin kenarına vuran cansız bedenlerden utandı.
Suriye’nin acısı, işte böyle çığlıklarla örülü. 617 bin ölüm, milyonlarca sürgün, parçalanmış hayatlar… Beşar Esad’ın diktatörlüğü böyle yıkıldı. Ve karşısında 14 yıl boyunca direnen bir halk. Bu, sadece bir ülkenin değil, insanlığın vicdanının sınavıydı.
Suriye’nin acısı, sınırları aştı, dünyayı sarstı. Orta Doğu’nun haritası yeniden çizilirken, Avrupa’nın kapılarına dayanan mülteci dalgaları, kıtanın siyasi dengelerini alt üst etti. Milyonlarca insan bilinmeze yola çıktı.
Ve ne acıdır ki, bu trajedi sahnesinde her türlü vahşet rol aldı. Esad’ın kimyasal silahları masum sivilleri boğarken, Rus jetleri hastaneleri yerle bir etti. Bu kaosun ortasında palazlanan IŞİD, terörü bir ihraç ürünü haline getirdi. Tüm bu cehennemde, Esad, tahtını korumak için her şeyi göze aldı. Bugün hala savaş suçlusu olarak aranıyor, ama vicdanlarda çoktan mahkum edildi.
2015’te Rusya ve İran’ın müdahalesi, devrilmek üzere olan Esad’a can simidi oldu. Ama bu, sadece kaçınılmaz sonu erteledi. Çünkü tarih bize öğretti ki, halkına zulmeden hiçbir diktatör sonsuza dek ayakta kalamaz.
Suriye’nin kanlı tarihinde, 2000 yılı bir umut ışığıydı. Hafız Esad’ın gölgesinde büyüyen oğul Beşar, babasının bıraktığı totaliter devleti reforme edecek bir Mesih gibi görüldü. Ne de olsa Londra’da göz doktorluğu yapmıştı, moderndi, Batı’yı tanıyordu.
Hafız Esad, 1963’te iktidara el koyan Baas Partisini bir baskı aracına dönüştürmüştü. Ordu ve istihbarat, bu korku imparatorluğunun temel taşlarıydı. Beşar Esad’ın görevi, bu mirası modernize etmekti.
“Şam Baharı” dediler. Birkaç mahkum serbest bırakıldı, yolsuzlukla mücadele sözleri verildi. Suriyeliler umutlandı. Ama diktatörlüğün DNA’sı değişmez. Beşar’ın gözlükleri arkasındaki bakışlar, babasınınkiler kadar soğuktu.
2011’de Arap Baharı’nın rüzgarları Suriye’ye ulaştığında, maske düştü. Demokrasi isteyen halk sokaklara döküldüğünde, Esad rejiminin refleksleri her diktatörün diline doladığı “yabancı güçler” yalanına sarıldı ve orduyu kendi halkına karşı kullandı.
On binlerce ölü, işkence gören mahkumlar, hapishanelerde kaybolan muhalifler… Suriye, kendi vatandaşını yiyen bir canavara dönüştü. 2013’te kimyasal silahlar devreye girdiğinde, insanlık bir kez daha sınıfta kaldı.
2014’te, Irak ve Afganistan’ın tozlu topraklarında pişmiş cihatçılar, gözlerini Suriye’ye dikti. Sanki ölüm meleği kanatlarını çırpmış, tüm şeytanları bu kadim topraklara davet etmişti. İşte o yıl, karanlığın en koyu tonunda, İslam Devleti doğdu.
Aynı yıl, kuzeyde başka bir ejderha uyanıyordu. Rusya, Kırım’ı yuttu ve gözünü Suriye’ye dikti. Bir yıl sonra Esad’ın imdadına koştu. Artık Suriye, devlerin satranç tahtasıydı. Türkiye, İran, Amerika, Rusya… Hepsi bu kanlı oyuna kendi piyonlarını sürdü.
İki yaşındaki küçük Alan Kurdi’nin cansız bedeni Türkiye sahillerine vurdu. Bir çocuk, koca bir dünyanın vicdanını uyandırdı. Ama ne yazık ki bu uyanış uzun sürmedi. Avrupa, kapılarına dayanan mülteci akınıyla sarsıldı. Aşırı sağ, korkuyu körükleyerek yükselişe geçti.
2016, Avrupa’nın kaderini değiştiren yıl oldu. Brexit, bir ada ülkesini kıtadan kopardı. Nice, Paris, Brüksel… Terörün kanlı pençeleri Avrupa’nın kalbini parçaladı. Ve tüm yollar, bir şekilde Suriye’ye çıkıyordu.
Kürtler, bu kaosun ortasında kendi yollarını çizmeye çalıştı. ABD’nin desteğiyle İslam Devleti’ne karşı savaştılar. Ama bu sefer de Türkiye’nin gazabına uğradılar.
Ve sonra Ukrayna… Suriye’de başlayan yangın, şimdi Avrupa’nın göbeğinde. Rusya’nın gücü dağılıyor, Suriye’deki dengeler değişti. İsyancılar son hamlelerini yaptı.
Suriye’nin geleceği, sisli bir sabah gibi belirsiz. ‘Dış güçler’ hala orada, her biri kendi çıkarının, isyancılar ise farklı hayallerin peşinde koşuyor.
Şimdi Suriye’nin önünde uzun ve zorlu bir yol var. Yıkılan sadece binalar değil, parçalanan bir toplumun yeniden inşası. Bu trajedi, çağımızın en acı derslerinden biri. Ve belki de en önemlisi, özgürlük ve adalet için mücadelenin ne kadar uzun ve zorlu olduğunu gösterdi.
Beşar Esad, babasının oğlu olduğunu kanıtladı. Bugün Esad gitti ama yarından beklentiler büyük.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***