Tayip Temel
Ortadoğu’da süreklilik kazanan savaşlar ve istikrarsızlıklar, kapitalist sistemin ulus-devletçi paradigmasının bölgesel barış ve toplumsal adalet sağlama kapasitesini sorgulamaktadır. İsrail-Filistin çatışması bu paradigmanın iflasını açıkça ortaya koyarken, benzer bir kriz Türkiye’nin Kürt sorununda da gözlemlenmektedir. Her iki meselede de ulus-devlet modeli, halkların taleplerini karşılamaktan uzak olmakla kalmamış, sorunları daha da derinleştirerek çözümsüzlüğü kalıcı hale getirmiştir.
İsrail-Filistin çatışmasında iktidar ve devlet gücüne dayalı yaklaşımlar, barış ihtimalini sürekli ertelerken, Filistin hareketinin dış müdahaleler ve çıkar çatışmalarıyla zayıflatılması, sorunun daha karmaşık bir hale gelmesine neden olmuştur. Hamas’ın yükselişi, Filistin mücadelesinin birliğini zedelemiş ve FKÖ ile El Fetih gibi daha geniş tabanlı yapıları tasfiye etmiştir. Bu süreç, uluslararası güçlerin Filistin meselesini kendi çıkarlarına göre araçsallaştırmasının bir sonucudur. Bu durum özel bir politika yürütülerek sağlanmıştır.
Türkiye açısından Kürt sorunu, İsrail-Filistin çatışmasından farklı dinamiklere sahip olsa da benzer bir çözümsüzlükle karşı karşıyadır. Türkiye’de iktidarın Kürt meselesine yaklaşımı, güvenlikçi politikalar ve baskı üzerine kurulu bir zeminde şekillenmekte, bu durum toplumsal barışı ve demokratik dönüşümü giderek imkânsız hale getirmektedir. Kürt sorununun çözümsüzlüğü, Türkiye’nin iç siyasi istikrarını sürekli tehdit eden bir unsur olmasının yanı sıra, dış politikada da ciddi bir zafiyet kaynağıdır.
AKP iktidarı ve Erdoğan’ın Filistin meselesine yaklaşımı, bu noktada dikkat çekicidir. İsrail karşıtı söylemler, bir yandan Erdoğan’ın İslam dünyasında liderlik iddiasını güçlendirmeye hizmet ederken, diğer yandan Kürt siyasi hareketine karşı yürütülen politikalara yönelik eleştirilerin önüne geçmek için bir perde işlevi görmektedir. Filistin davası, gerçek olmayan bir savunuculuk retoriğiyle manipüle edilmekte, bu da Türkiye’nin Kürt sorununu çözmedeki isteksizliğini ve bu sorun üzerinden derinleşen çıkmazlarını örtmeye yönelik bir strateji olarak değerlendirilmektedir.
Türkiye’nin Kürt sorununun çözümsüzlüğü, yalnızca Kürt halkının taleplerini karşılayamamakla sınırlı kalmamakta, aynı zamanda toplumsal kutuplaşmayı artırmakta ve ülkenin demokratikleşme perspektifini ciddi şekilde tıkamaktadır. Psikolojik savaş yöntemleri, medya manipülasyonları ve işbirlikçi yapılar üzerinden yürütülen stratejiler, sorunun çözümüne değil, daha da derinleşmesine hizmet etmektedir. Kürdistan’da din temelli yapılar üzerinden toplumun kontrol altına alınma çabaları, Filistin’deki Hamas modeliyle benzerlikler taşımaktadır.
Ortadoğu’nun genelinde olduğu gibi, Türkiye’de de kronikleşen sorunların çözümü, kapitalist modernitenin ulus-devletçi paradigmasının ötesine geçmeyi gerektirmektedir. İsrail-Filistin çatışmasında olduğu gibi Kürt sorununda da gerçek bir çözüm, halkların özgür iradesine dayalı, katılımcı ve demokratik bir modelin geliştirilmesiyle mümkün olabilir.
Ancak bu dönüşüm, mevcut hegemon güçlerin çıkar çatışmalarını aşacak ve Türkiye’yi demokratik bir geleceğe taşıyacak cesur bir perspektif gerektirmektedir. Türkiye, Kürt sorununu çözmeden ne içeride toplumsal huzuru ne de dış politikada etkin bir duruşu sürdürebilir.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***