YÜKSEL DURGUT | YORUM
Bir önceki yazımda Amerikan siyasetinin perde arkasındaki derin devlet ve tarihsel gerçeklerinden bahsetmiştim. Amerikan siyaseti, yüzeyde görünen iki partili sistemin ötesinde, derin ve karmaşık bir yapıya sahip. Son yıllarda, özellikle Donald Trump’ın başkanlığı döneminde sıkça gündeme gelen “derin devlet” kavramı, aslında Amerika’nın siyasi tarihinde uzun süredir var olan bir olguya işaret ediyor. Bu yazıda, derin devlet tartışmalarını ve bunun tarihsel perspektifini ele alacağım.
Derin devlet kavramı, Amerikan siyasi geleneğinde genellikle mitolojik bir statüye sahip. Tıpkı Loch Ness canavarı gibi gizemli bir olgu olarak görülen derin devlet, varlığı hakkında ortaya konulan ciddi sorular nadiren yanıt bulur. Muhbirlerin hesapları çoğu zaman sapkınlık olarak gülünüp geçilir ve varlığına ilişkin analizler nadiren haber halini alır. Ancak son yıllarda, özellikle Trump’ın başkanlığı döneminde, bu kavram yeniden gündeme geldi ve ciddi tartışmaları da beraberinde getirdi.
Trump’ın “Bataklığı Kurutalım” sloganı, Washington’daki yerleşik çıkarları hedef alıyor. Bu slogan, küreselleşmenin periferisine itilmiş öfkeli bir kitleye hitap etti ve Trump’a beklenmedik bir zafer getirdi. Peki, Trump’ın bu söylemi gerçekten derin devletin varlığına mı işaret ediyor, yoksa sadece popülist bir retorik mi?
Bu soruyu yanıtlamak için tarihsel perspektife bakmalı. 16 Ekim 1962’de yaşanan Küba Füze Krizi, derin devletin işleyişine dair önemli bir ipucu. O gün, ABD Başkanı John F. Kennedy, ülkenin nükleer bir savaşın eşiğinde olduğu bir anda, kabine toplantısını yarıda keserek Georgetown’da bir kokteyl partisine katıldı. Bu, Soğuk Savaş tarihçilerini hala şaşırtmaya devam eden bir olay.
Öldürülen ABD Başkanı John F. Kennedy…
Kennedy’nin bu davranışı, siyasetin perde arkasındaki güç dinamiklerini gözler önüne serdi. Başkanın, böylesine kritik bir anda resmi görevlerinden uzaklaşıp sosyal bir etkinliğe katılması, karar alma mekanizmalarının göründüğünden daha karmaşık olduğunu düşündürüyor. Bu olay, derin devletin varlığına dair güçlü bir kanıt olarak yorumlanabilir.
Tarih boyunca, benzer olaylar Amerikan siyasetinde defalarca yaşandı. Örneğin, Watergate skandalı sırasında ortaya çıkan “Gece Yarısı Katliamı” olayı, Nixon’un Adalet Bakanlığı’ndaki üst düzey yetkilileri görevden alması, derin devletin işleyişine dair başka bir örnek. Bu olay, başkanın bile bazen görünmez güçlerle mücadele etmek zorunda kalabileceğini gösteriyor.
Daha yakın tarihte, Edward Snowden’ın NSA belgelerini ifşa etmesi, devletin kendi vatandaşlarını gözetlediğini ortaya çıkardı. Bu durum, derin devletin modern teknoloji çağında nasıl evrildiğini ve işlediğini gösteriyor.
Peki, derin devlet gerçekten var mı? Bu soruya kesin bir yanıt vermek zor olsa da, tarihsel olaylar ve güncel gelişmeler, resmi kurumların ötesinde bir güç yapısının varlığına işaret ediyor. Bu yapı, seçilmiş yetkililerden bağımsız olarak, uzun vadeli politikaları şekillendiriyor ve ülkenin yönünü belirliyor.
Ancak derin devlet kavramını basit bir komplo teorisi olarak görmek de yanıltıcı olur. Bu kavram, daha çok kurumsal hafıza, bürokratik direnç ve yerleşik çıkar gruplarının karmaşık bir bileşimi. Örneğin, Pentagon’daki askeri-endüstriyel kompleks, Wall Street’teki finans elitleri ve Silikon Vadisi’ndeki teknoloji devleri, hepsi bu yapının parçaları.
Trump’ın başkanlığı, derin devlet tartışmalarını ilk günden alevlendirecek. Kendisini “sistemin dışından gelen” biri olarak konumlandıran Trump, Washington’daki yerleşik düzene başından beri meydan okudu. Ancak bu mücadele, aynı zamanda demokratik kurumların direncini de ortaya çıkardı. Trump’ın bazı politikalarının mahkemeler veya bürokrasi tarafından engellenmesi, bir yandan derin devletin varlığına işaret ederken, diğer yandan da demokratik kontrol ve denge mekanizmalarının işlediğini gösterdi.
Derin devlet kavramı, Amerikan siyasetinin karmaşık yapısını anlamak için önemli bir araç. Ancak bu kavramı kullanırken dikkatli olmalı. Derin devlet, basit bir komplo teorisi değil, kurumsal yapıların, çıkar gruplarının ve yerleşik düzenin karmaşık bir bileşimi. Bu yapıyı anlamak, Amerikan demokrasisinin işleyişini ve karşılaştığı zorlukları daha iyi kavramak için önemli.
Teknolojinin hızla geliştiği ve küresel güç dengelerinin değiştiği bu dönemde, Amerikan demokrasisinin sağlığı, bu görünmez güçlerin şeffaf ve hesap verebilir hale getirilmesine bağlı.
Medyanın, sivil toplumun ve akademinin rolü de önemli. Derin devlet kavramını basit bir slogan olmaktan çıkarıp, analitik bir araç haline getirmek, sağlıklı bir demokrasi için elzem. Ancak bu şekilde, Kennedy’nin kokteyl partisinden Trump’ın “Bataklığı Kurutalım” sloganına uzanan çizgide, Amerikan siyasetinin gerçek dinamiklerini anlaşılabilir.
Nasıl ki 15 Temmuz sonrası başkumandan Erdoğan’ın darbeyi eniştesinden öğrenmesi gibi. Türkiye’de derin devlet kavramı, Amerika’dakinden daha somut ve tarihsel örneklerle dolu. 1970’lerde ortaya çıkan Kontrgerilla örgütü, NATO’nun “Gladio” operasyonunun Türkiye ayağı olarak faaliyet gösterdi. 1990’larda Susurluk kazası ile gün yüzüne çıkan devlet-mafya-siyaset ilişkileri, derin devletin varlığına dair güçlü kanıtlar sundu. 2000’li yıllarda Ergenekon ve Balyoz davaları, derin devlet yapılanmalarına karşı bir mücadeleydi.
Türkiye’nin AKP’li siyasi karakteri R. Tayyip Erdoğan, Türkiye’deki derin devlet kavramıyla yakından ilişkili. İktidara geldiği ilk yıllarda derin devlete karşı mücadele ettiğini iddia eden Erdoğan, zamanla kendisine ait yeni bir derin devlet yapılanması oluşturdu. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL döneminde yapılan geniş çaplı tasfiyeler ve devlet kurumlarındaki kadrolaşmalar, bu eleştirileri güçlendirdi.
Bugün, Erdoğan’ın liderliğindeki Türkiye, derin devlet tartışmalarının en canlı halidir. Derin devletin doğasını ve işleyişini anlamak için Türkiye’ye ve liderine bakmak yeterli.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***