Suzan DEMİR
HBO’nun yeni dizisi The Penguin suç draması sevenler için son derece iyi bir çıkış yaptı. Beşinci bölümü yayınlanan ve Türkiye’de de BluTv’de ekrana gelen dizi, özellikle dördüncü bölümüyle adından bir hayli söz ettiriyor.
Lauren LeFranc tarafından kaleme alınan dizinin yönetmenliğini ise şahsen en sevdiğim dizlerden The Leftovers’ı da yönetmiş olan Craig Zobel yapıyor. Not düşmek gerekirse Zobel’ın yönetmenliğini yaptığı yapımlar arasında Westworld ve Mare of Easttown da yer alıyor.
DC Comics karakteri olan Penguin, Gotham suç dünyasında Oz Cobb’un ya da uzun adıyla Oswald Cobblepot’un iktidara yükselişini anlatan, 2022 tarihli The Batman filminin spin off’u yani yan hikâyesi olarak çıkıyor karşımıza. Bu mini suç draması Matt Reeves yönetmenliğindeki The Batman’in bittiği yerden başlıyor. Hafızamızı biraz tazelersek, The Batman’in finalinde Penguin’i Gotham’ı izlerken görüyorduk. Penguin şehrin yıkılmasının başkaları için yükseliş anlamına geleceğini söylüyordu. Dizi de Gotham’daki büyük yıkım ve selin ardından Oz Cobb’un (Colin Farrell) yine şehri izlemesiyle açılıyor. Ve bu yıkım Oz’un yükselişi için de yeni fırsatlar doğuruyor…
Gotham’daki suç lideri Carmine Falcone (Mark Strong) suikastından ve deniz duvarının yıkılmasından bir hafta sonra Oz, Carmine’nin oğlu ve varisi Alberto Falcone (Michael Zegen) tarafından Falcone’nin değerli eşyalarını çalarken yakalanıyor. Sonra aralarında bir sohbet başlıyor ve Oz, Alberto’nun Falcone uyuşturucu operasyonunu kökünden değiştirecek planını dinliyor. O sırada Oz, eskiden mahallede tanıdığı saygın bir mafyadan bahsediyor, eski tip mafyalığa övgüler diziyor ve Alberto’ya da öyle olması gerektiğini tavsiye ediyor. Fakat Alberto bunun Oz’un kendi hayali olduğunu anlayıp onunla dalga geçiyor. Bir anlık kızgınlık ile Oz, Alberto’yu vuruyor. Cesedi ortadan kaldırmaya çalışırken de sokakta arabasını çalmaya çalışan Victor (Rhenzy Feliz) adında bir çocukla tanışıyor ve onu yanına alıyor. Sonrasında ise Alberto’nun 10 yıldır Arkham’da tutulan ve “Hangman” olarak anılan kız kardeşi Sofia Falcone (Cristin Milioti) serbest bırakılıyor. Oz kendisini suçlayan Sofia’dan kaçmak isterken Falcone’lerin rakibi Salvatore Maroni (Clancy Brown) ile anlaşmaya varıyor. İki aile arasında bir süre ikili oynasa da planları bir yerde çakışıyor.
Gelelim yazının başlığına, The Penguin’i The Sopranos’a ile kıyaslama gibi bir derdim yok ama Oz’u izlerken Tony Soprano (James Gandolfini) tadı almadığımı söyleyemeyeceğim. Zira Oz konuştukça bile Tony Soprano izliyormuşum gibi bir hisse kapılıyorum. Tabii iki dizi de mafya hikâyesi anlatsa da farklı bir havaları var. The Penguin, The Sopranos’a göre film noir (kara film) sularında sayılır. The Sopranos ise henüz izlemeyenlerin sandığının aksine güneşli bir banliyö ile New Jersey sokaklarında geçiyor. Bir mafyanın yükselişinden çok psikolojik ataklar sonrası Tony’nin terapi alışını anlatıyor. Tabii benzer bir noktası var o da iki karakterin de hasta annesi; ama anne ile olan ilişkilerin farklılığı da söz konusu. Bir diğer benzerlik ise güç savaşının aile ya da şehir bir şekilde aktif olması. Yazını başında sevdiğim diziler arasında The Leftovers’tan bahsetmiştim, bence zirvedeki bir başka dizi de The Sopranos’tur bu anlamıyla benim için.
O yüzden The Sopranos’un zaten var olan bir külte, yani DC Comics’in bir karakterine bile ilham verebilmesi bence çok şey anlatıyor. Tabii illa ondan esinlenilmiş gibi bir iddiam yok ama izleyen birçok kişinin The Sopranos’tan bahsetmesi de tesadüf olamaz.
Peki The Penguin’de Batman görünüyor mu? Dizinin başında uzaktan bir Batman görülüyor. Hatta dizinin başında bunu haberlerden izliyoruz, deniz bandının yıkılması sırasında kurtarma çalışması yaptığını ama kısa bir şekilde. Onu dışında 8 bölümden oluşacak dizide Batman olmayacağı söyleniyor. Çünkü bu dizi The Panguin’in hikâyesi ama bence hikâye içinde hikâye de yaratan bir özelliğe sahip. Yine yazının başında değinmiştim. Dizi dördüncü bölümüyle adından epey söz ettirdi diye. Dördüncü bölüm Sofia Falcone’nin bölümüydü. Flashbacklerle anlatılan bu bölüm Sofia’nın nasıl Hangman’e dönüştüğünü anlatıyor. İleride bir de Sofia’nın spin off’unu izlersek ben şahsen şaşırmam.
Bazı oyuncuların yıldızı sanırım bu piyasaya girmelerinden çok sonra parlıyor. The White Lotus’ta Tanya rolünü oynayan Jennifer Coolidge buna en iyi örneklerden biri. Jennifer Coolidge’in kendi sitemiydi bu. Yoksa geç ya da erken oluşunu onun yaşı ile bağdaştırmıyorum; ama yıllardır bu sektörün içinde olduğunu ve ilk kez öne çıktığını söylüyordu. The Penguin ile de Cristin Milioti’nin parladığını söyleyebilirim. Ben kendisini How I Met Your Mother dizisiyle hatırlıyorum. Orada Ted Mosby’nin yıllarca arayıp ve anlatıp durduğu “anne” rolündeydi kendisi. Buradaysa bambaşka bir Cristin Milioti var. Tekrarlamak gerekirse bağımsız bir Sofia dizisine şaşırmam.
Gelelim Oz Cobb’a yani namı diğer Penguin’e. Colin Farrell’ı da Batman gibi görmüyoruz dizide. Sadece arada bakarken sanki onu andıran bir karakter var. Oz rolü için Farrell’a uzun süren bir makyaj yapıldığının görüntüleri paylaşılmıştı. Diziyi henüz izlemeden “ne gerek vardı” diye düşünmeden edemedim ama izlerken makyaj mı Colin Farrell mı gibi bir düşünceye kapılmadım. Karakter makyajı da oyunculuğu da son derece iyi kaldırıyor. Daha önce Batman Returns’da (1992) Danny DeVito ile özdeşleşen bir Penguin karakteri de olmasına rağmen yeni bir kült yaratılmış.
Heath Ledger’ın canlandırdığı ve kültleşen Joker’den sonra Joaquin Phoenix’in canlandırıldığı başka bir Joker’i izledik. Hatta ikinci film de geldi. Henüz ikinci filmi izlemedim fakat Gotham’da Batman “adaleti” dışındaki o toplumsal kaosu göstermesi açısından ilk filmde beğendiğim epey nokta var. Her ne kadar kötülüğün ortaya çıkışını psikolojik olarak ele alsa da o dönem dünyadaki birçok eylemde Joker’in toplumsal öfke simgesine dönüşümüne de şahit olduk. Oz Cobb da dizide bu anlamda yükselmeye çalışan ve alttan gelen bir karakter. Özellikle bu alttan gelme vurgusu Victor karakteriyle daha fazla vurgulanıyor. Oz, bu güzelliklere sahip olmaya hakkı olduğunu söyleyip savaşını böyle meşrulaştırıyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***