Deniz ÇAKMAK
‘Aşk, Büyü vs.’, ‘Çekmeceler’ ve ‘Küçük Şeyler’ gibi sinema filmlerinin yanı sıra televizyon dizileri ve tiyatro sahnesinden tanıdığımız oyuncu Ece Dizdar bu kez yönetmen koltuğunda.
Dizdar’ın ilk kısa metrajı ‘Mükemmel’, yeni doğum yapmış Azra karakterinin (Özlem Öçalmaz) lohusalık sürecinden geçerken bebeğiyle ilgili kaygılarını ve sünnet meselesini; inancın, toplumsal normların, aile ilişkilerinin kıskacından çekip beyaz perdeye taşıyor.
İlk filmiyle Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Kısa Film Yarışması’ndan Jüri Özel Ödülü ile dönen Dizdar’la Cihangir’de buluşup, filmin 31 Ekim’deki uluslararası prömiyeri için Portekiz’deki Olhares do Meditrranio Kadın Filmleri Festivali’ne gitmeden önce hikayenin ortaya çıkış sürecini, ilk yönetmenlik tecrübesini, sinemaya dair gelecek planlarını konuştuk.
Tabii Dizdar’ı bulmuşken aktif görev aldığı Oyuncular Sendikası’nın, Avrupa ve ABD’de yaygın şekilde hayata geçen yakınlık koordinatörlüğü (intimacy coordinator) uygulamalarını Türkiye’deki dizi/film sektörüne taşıma çabalarını ve bu konuda yakın zamanda sektör bileşenleriyle yaptıkları toplantıyı da sorduk.
Uzun yıllardır oyunculuk yapıyorsunuz, setlerdesiniz ama ilk defa işin yönetmenlik tarafındasınız. Bu yeni tecrübe nasıldı?
Valla bambaşka. Ben birkaç senedir kendi hikayelerimi anlatmakla ilgili başka bir gündeme girdim kendi zihnimde. Yazmaya, çizmeye başladım. Birkaç sene önce bir öyküm basıldı. Hayat çok kısa ve ben bu elmadan daha çok ısırık almak istiyorum gibi bir kafaya girdim birkaç yıldır. Bu film de onun ürünü. Yazmaya karar verdim ve yazarken işin buralara geleceğini çok tahmin etmiyordum aslında; başkası yönetir ben yazarım diye düşünüyordum. Fakat sonra teslim edemedim derken kameranın arkasına geçmiş bulundum ve şimdi hayata biraz oralardan bakmaya başladım. Çok yeni diyebilirm. Yeni ve heyecanlı. Sanki mesleğe yeni başlamış gibi hissediyorum.
Yazarlık kısmı çok yeni değil sanırım. İşin hikaye anlatıcılığı tarafında bir süredir bir yerlerde karalayıp biriktirdiğiniz metinler var mıydı?
O çocukluğumdan beri kuvvetli bir yanım aslında, fakat hiç yatırım yapmadığım bir alan. Bundan sonra onu da daha fazla görmezden gelmek istemiyorum açıkçası.
‘Mükemmel’, postpartum (lohusa dönemi) sürecinden geçen bir kadının hikayesi. Onun bebeğiyle ilgili kaygılarına yakından bakıyoruz. Kadın ve çocuk cinayetlerini konuştuğumuz, normal doğumla ilgili fetüs konuşturan kamu spotlarının tepki aldığı bir dönemde şiddeti sürekli makro biçimleri üzerinden konuşuyoruz ama siz filmde sünnet gibi gelenek, inanç mekanizmalarının arasına gizlenmiş daha gündelik bir pratiği odağınıza alıyorsunuz. İlk filmini yapan bir yönetmen olarak sünnet ve lohusalık temalarına sizi çeken ne oldu?
Özel olan toplumsaldır ve politiktir. Bana verilen ödülün gerekçesinde de bu vardı: “Bu kadar biricik ve özel olan bir kararı (sünnet), bu denli toplumsal baskıların merceğinde anlatan bir film” demişler. Benim için de bu çok doğru. Bir evin içinde olan o kadar çok sey politik ki… Sadece şiddet değil. Benim kocama davranışım, onun bana davranışı, çocuğuma ya da çocuğumun bana, kocamın annesine… Gündelik hayatımızın her anının içinde toplumsal baskı var. Burada da sünnet kadar alışılmış, onun kadar doğalında toplumun sosyo-ekonomik her katmanından kişinin hiç düşünmeden sergilediği eylemin aslında ne kadar toplumsal bir norm olduğuna dikkat çekmek istedim filmde. Uzun zamandır kafaya taktığım bir şeydi. Bana şu soru çok soruluyor: “Neden bu konuya kafayı taktın, seninle ne alakası var?” Buna bulduğum iki tane yanıt var; komik olmasını istediğimde şunu söylüyorum: Abimin sünnetinde çok kıskanmıştım (Gülüyor)… Bu şakalı versiyonu tabii.
Ama işin ciddi tarafı şu: Mesela modadan örnek vereyim. Bazen sizin hiç beğenmeyeceğiniz şey bir bakarsınız ki hoşunuza gitmeye başlar. Onun aslında bir altyapısı vardır. O aylar öncesinden sizin zihninize bazı imajlarla sokulmaya başlanmıştır. Siz bir bakarsınız ki yüksek bel pantolon sever olmuşsunuz. Toplum yavaş yavaş işler sizi o konuyla alakalı. Sünnetle ilgili de bir değişimin eşiğindeymişiz gibi hissediyorum. Çünkü artık beden bütünlüğü,insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları gibi konularla ilgili o kadar değiştik ve geliştik ki bu konuyla ilgili de bir değişim başladı bence. Ben ufak ufak etrafımdan duyuyorum. Ve biliyorsunuz bir hikaye oluştuğunda – Antik Yunan’da ilham dedikleri bu aslında – ilham gökyüzünde, bulutlarda var olan bir şey değildir. İnsanların konuşmaya başladığı ve bir sanatçının alıp onu işlediği bir fikirdir. Değişimin başladığı bir konuyu ben alıp işledim sadece.
Film beden dokunulmazlığı hakkına dair sorular soruyor ve etik bir tartışma açmaya gayret ediyor. Bu anlamda filmin meselesiyle ismi arasında da bir örüntü var gibi hissediyorum. Nedir bu hikayede o altını çizdğiniz “mükemmel” olan ya da olmayan?
Öncelikle bir karar almamaya çalışıyorum filmlerimde. Konservatuvar yıllarımdan beri düşündüğüm bir şey bu. Bir sanatçı olacaksam, karar vermemeye ve soru sormaya gayret eder bence sanatçı. Dolayısıyla ben filmde karakterleri toplumsal olarak bebeğin yaşayabileceği bütün zorluklara karşı konuşturuyorum. Kayınvalideyi bu işin din konusuna bakış açısından konuşturuyorum, doktoru bu işin sağlık yönünden konuşturuyorum fakat anneyi de bu işin içgüdüsel tarafından konuşturuyorum. Dolayısıyla bu filmin sonunda isteyen istediği kararı verebilir ama yönetmen bakışı açısından soruyorsanız eğer, ben doğan bebeğin mükemmel olduğunu ve onun hiç sorgulanmadan bir parçasının kestiriliyor olmasının konuşulmaya başlanması gerektiğini düşünüyorum çünkü filmde de bahsi geçiyor, Kuran bunun farz olduğunu da söylemiyor, sünnet olduğunu söylüyor. Dolayısıyla bunu konuşmaya başlayalım mı diyorum nazikçe.
Bütün bu tartışmayı inanç, gelenek, anane bağlamında tartıştığımızda her şeyin hızla norma dönüştüğünü göstermesi bakımından filmdeki doktor karakterinin varlığı da önemli. Bir sağlık otoritesinin bile sanki bu işin zaruri şekilde bilimsel bir temeli varmış gibi inançla ilgili beklentiyi bilimle örttüğü sahne göze çarpıyor hemen. Sanki o toplumsal normlar sadece aile fertleri üzerinden değil bazen bilim kisvesi altında da, talim terbiye kisvesi altında da karşımıza çıkıyor.
Elbette. Tabii öte yandan kuşkusuz ki hijyene dikkat edilmediğinde sağlık problemi yaratıyordur. Fakat bedenin doğalında var olan bir parçasının kesilmesi de muhakkak bizim hiç farkına varmadığımız başka sorunlara – gerek psikolojik gerek fiziksel- yol açıyordur. Bunun sağlık kısmı bence biraz kolaya kaçan açıklaması. Çünkü ben epey araştırma yaptım filmi yazmadan önce; çok fazla tez indirdim, akademiyle, üniversitelerle yazıştım ve benim topladığım verilere göre dünya nüfusunun yüzde 29’u sünnetli. Tarihte de kimler kimlerdendir onu ayırt etmek için ortaya çıkmış. Savaşta bakıyorlar mesela sünnetli mi sünnetsiz mi diye, yani “bizlerden misin onlardan mı?” bunu ayırt etmek için…
O süreçte öğrendiğim bir bilgi de en fazla sünnet oranının ABD’de olduğu. Yüzde 60 gibi bir oran. Bunun nedeni Kore Savaşı’nda ortaya çıkan ciddi hijyen problemiymiş, o kadar büyük bir soruna dönüşmüş ki Amerikan ordusunun tamamını sünnet etmişler. Daha sonra bu orada kuşaktan kuşağa aktarılmış ve hâlâ büyük bir uygulama olarak sürüyor. Müslüman toplumlardan daha yüksek yüzdesi.
Ritüel olarak değil tabii.
Değil evet. Yani bunun gibi pek çok ek bilgi de edindim o süreçte.
Filmde yeni doğan bir bebek var. Onunla nasıl çalışıldı, sete nasıl adapte edildi?
Bir bebek oyuncuyu sette yarım saatten fazla tutamıyorsunuz aslında, bunun teknik olarak böyle bir kısıtı var. O yüzden hep ikiz bebekler ile çalışılır ki yarım saat birini, sonraki yarım saat diğerini çekersin. Pasif işçidir sette bebekler o yüzden en fazla yarım saat bulunabilirler. Bunun tek bir istinası var, o da anne ve bebeğin birlikte oynaması. Yarım saatten fazla ancak bu şekilde kalabiliyor. Ben de bunun nasıl olabileceğini düşünürken bir gün zilim çaldı. Bakın gerçekten tam olarak böyle oldu (Gülüyor). Ve hamile olarak Özlem Öcalmaz (filmdeki Azra karakteri) kapıdaydı. Alt sokağımda yaşıyor Özlem, beni önceden aramamıştı, zilimi çaldı ve eve geldi. Ben bakakaldım tabii…Özlem’e oyuncu olarak da çok hayranım. Benim tam olarak istediğim tipolojide bir oyuncu ve beş aylık hamileydi o sırada. Anne olarak evime geldi ve ben gerçekten inanamadım gözlerime. Dedim ki “Sen şu an niye geldin?” O da “Bir şeyi yeterince çağırırsan evine kadar gelir” dedi. (Gülüyor)
Özlem hamileyken ‘Gebe’ diye bir oyun da yaptı. Bir metin yazdılar. Üç hamile tiyatrocu oynayabiliyor oyunu ve nesilden nesile aktarıyorlar bunu. Çünkü tiyatrocular hamile kaldıklarında iki seneleri gidiyor. Bedenleriyle alakalı bir durum olduğu için… Şimdi üç hamile kadın tiyatrocu yine oynayacak ve yapımcısı da Özlem. O da aynı benim kafamda biri. Bununla ilgili de bana bir şeyler danışmaya gelmişti. Ben de daha önce kendi oyunumu yaptığım için onunla ilgili sorular sormaya geldi. Biz konuşurken o bir şeyler soruyordu ama ben sadece ona bakıyordum ve neler olabileceğini düşünüyordum. Özlem yeterince soru sorduktan sonra dedim ki ben seninle başka bir şey konuşmak istiyorum (Gülüyor). Henüz yazmamıştım senaryoyu ama kafamda hazırdı. Özlem evden çıktı ve ben hemen ardından yazmaya başladım ve o sıra Ankara Film Festivali’ne kısa film jürisi olarak gidiyordum. Tam iki sene önce bu zamanlardı. Bütün gün film izleyip sonra odaya kapanıp yazdım. Jüri olduğum hafta, senaryoyu Ankara’da bir haftada bitirdim. Sonra Gülengül Altıntaş’a yolladım ve onunla birlikte altı aylık bir senaryo doktorluğu sürecine girdik. Tekrar söyleyeyim bu vesileyle, o olmasa çok zor olurdu benim için. Gülengül’ün buradaki koçluğu, katkısı yadsınamaz.
Filmin festival macerası başladı aynı zamanda. Şimdi Portekiz’de de uluslararası prömiyerini yapacak. Gösterim takvimi nasıl devam edecek?
Portekiz’deki festival bir kadın filmleri festivali ve yenilikçi konulara da alan açmayı seven bir festival. Açıkçası çok mutlu oldum. Biz onun haberini Antalya’dan çok önce aldık ama tarihler dolayısıyla önce Antalya’da gösterilmiş oldu. Türkiye’deki prömiyeri Altın Portakal’da olmuş oldu. Uluslararı prömiyeri de Portekiz’de olacak. 31 Ekim’de Lizbon’da gösterimimiz var.
Mükemmel’in ardından yazdığınız ya da çekmeyi düşündüğünüz yeni bir film var mı?
Kısa filmler üzerine çalışıyorum daha çok. Aslında kafamdaki diğer film de Mükemmel’le birlikte oluşmuştu. Bir tanesini daha yazıyorum zannediyorum bir kısa film daha gelecek.
Peki hiç detaya girmeden konusuna dair küçük bir ipucu alabilir miyiz?
Varoluş.
Sizi bulmuşken biraz filmin odağından çıkmak pahasına şu soruyu da sormak isterim. Oyuncular Sendikası’nın yönetim kurulundasının aynı zamanda çok aktif bir parçasısınız. Sektörde kamera arkasındaki, önündeki pek çok emekçiyi ilgilendiren konularda mücadele veriyorsunuz. Yakın zamanda da şu sıralar dünyada revaçta olan fakat Türkiye’de yeni yeni duyulan yakınlık koordinatörlüğü üzerine de bir toplantı gerçekleştirdiniz. Kimdir yakınlık koordinatörü? Sektördeki taciz ya da mobbing gibi durumların önlemesi için işlevi nedir?
Ben bu meseleye temelde işçi hakları üzerinden, bir iş güvenliği yani set güvenliği meselesi olarak bakıyorum. Çünkü bu sadece kadınları değil, erkeği, çocuğu, yaşlıyı da koruyan bir uygulama. Birbirine temas eden herkesi birbirinden ve bütün suçlamalara karşı yapımcıyı oyuncudan, oyuncuyu yapımcıdan; setteki bütün birimleri birbirinden koruyan, sahnelerin daha çok prova edilmesine imkan sunduğu için yönetmeni de koruyan dolayısıyla günün sonunda vakit alıyormuş gibi görünen ama aslında hazırlığın daha iyi yapılıp süreden kazanılmasını sağlayan bir uygulama. Biz çok önemsiyoruz. Ben şöyle bir şey olacak diyorum hep: 90’larda uçaklarda sigara içiliyordu ya ve şimdi duyanlar diyorlar ki “Nasıl yani uçakta sigara mı içiliyordu?” Bundan yaklaşık bir 10 yıl sonra nasıl ki şu an çocuk oyuncunun yanında pedagog ya da oyuncu koçu olmadan çocuk sette olamıyorsa, bu da öyle olacak. “Nasıl yani, iki oyuncu sette yakınlık koordinatörü olmadan sevişme sahnesi mi çekti, dövüş sahnesi mi çekti ya da bir bakımevinde bir yaşlı yıkanıyor muydu çıplak şekilde?” diyecek insanlar, on yıl kadar uzun bir süre bile almayacak bence bunu duymamız.
Umarız yaygınlaşır kısa sürede
Yaygınlaşacak mecbur. Bu bir iş güvenliği meselesi çünkü. Bu mesele de alınıp sadece feminizmle alakalı bir yere sıkıştırılacak diye de üzülüyorum. Tek boyutlu bir mesele değil çünkü. Doğrudan işçinin güvenliğiyle ilgili…
Bu biraz da sektörün dışından olanların sürekli taciz, mobbing ya da sevişme sahnelerindeki ihlaller üzerinden duyduğu bir uygulama olduğu için de daha geniş düşünemiyoruz sanırım. Bazen hikayeye hizmet etmemesine rağmen oyuncuların yazılmış o sahneleri çekmeye zorlandığına dair de çok şey biliniyor artık, genelde bu yönüyle düşünülüyor o yüzden. Hikayeler, senaryolar da süzgeçten geçirilecek mi?
Tabii ki çıkış noktası bu. Elbette o sahneleri yazan senaristleri de ilgilendiren bir durum. Onları da davet ettik toplantıya. Nasıl bir aksiyon sahnesi çekilirken düşünüyorlarsa sevişme sahnelerini de düşünmeden yazamayacaklar artık. Bir koordinatörle çekileceğini bilecek herkes zaman içinde. Yine konu aynı yere geliyor yani; beden dokunulmazlığı hakkı, beden bütünlüğü hakkı. Bu konularla ilgili bir hassasiyetim var her zaman.
Yakınlık koordinatörleri ilk şu işte yer alacak diyebileceğimiz pilot bir proje var mı halihazırda?
Bu da yine hassas bir konu. Çünkü her oyuncu koçunun yapabileceği bir iş değil. Oyuncu koçluğunun yanında sinirbilim ve travmatoloji eğitiminden geçmiş olmanız ve psikoloji de bilmeniz gerekiyor. Çünkü bir sahneyi çektikten sonra ya da çekmeden önce oyuncunun sinir sistemini buna açmak ya da kapatmakla alakalı çok önemli bir işlevi var. O yüzden herhangi bir oyuncu koçunun gelip de “sen bunun buradan tut, şöyle çevir” diyerek yönlendirmesi gibi bir konu değil. Dolayısyla biz pilot olarak başlattık aslında süreci. Bir kişi var şu anda ve o da Amerika’da yaşıyor, nisanda Türkiye’ye dönecek. Döner dönmez de başka yakınlık koordinatörleri yetiştirmek üzere çalışmalara başlayacak. Biz projeye çevrim içi olarak başladık aslında ama yakınlık koordinatörü sayısıyla ilgili sıkıntımız var. İnsan kaynağı geliştirmek konusunda çok büyük çaba harcıyoruz. Bir yıl içerisinde çözülmüş olacak öyle söyleyeyim. Şimdilik farkındalık yaratmakla uğraşıyoruz.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***