KHK ile kapatılan Zaman gazetesinde yazdığı için tutuklanan ve Silivri’de 4 yıl 2 ay hapis yattıktan sonra 24 Eylül 2020’de tahliye edilen siyaset bilimci Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne, yeni kitabı ‘Silivri Postası: 15 Temmuz Tanıklığı ve Cezaevi Günlüğü’nü (Matbuat Yayınları) YouTube kanalında anlattı.
Matbuat Yayınları’nın sahibi ve kitabın editörü Mehmet Akif Koç’un sorularına cevap veren Türköne, Silivri Postası’nı neden yazdığını, kitabına bu adı kimin verdiğini ve hapisten çıkar çıkmaz kaleme aldığı kitabını neden 4 yıl beklettiğini anlattı.
12 Eylül döneminde 6 ay, 15 Temmuz’dan sonra ise 50 ay hapis yattığını söyleyen Türköne, meselenin iktidarın baskısından daha çok, herkesin susması olduğunu vurguladı.
” ELEŞTİRİ ÖZGÜRLÜĞÜ YOK OLURSA İKTİDAR YOLUNU KAYBEDER”
Türköne, “Türkiye’de düşünce atmosferine iktidar baskısı kurmak, düşünce suçlarıyla insanları içeride tutmak, bu iktidar tekniğidir. Siz duruma haklim olduğunuzu göstermek için, çıkacak farklı sesleri susturmak için, iktidarınızı sorgulayacak ve zayıflatacak eleştirileri önlemek için böyle bir baskı ortamı oluşturursunuz. Biri kalkıp bir laf ettiği zaman bir bahane bulur hemen atarsınız içeri. Ondan sonra geri kalanlar da susarlar, kenara çekilirler. Burada mesele iktidarın baskısı değil, herkesin susması. Susmamak lazım. Bir ülkede eleştiri özgürlüğü yoksa iktidar da yolunu kaybeder, yanlış yollara sapar, aydınlarını kaybeder, düşünce iklimi yok olduğu için orada kuru ot bile bitmez. Her şey mahvolur. Aydın olmanın da bir sorumluluğu var. Benim de söyleyecek sözlerim var, söylüyorum. Yanlış olabilir. Yanlışsa bunun karşılığı cezaevine tıkılmak değil. Bu kitaptan dolayı beni içeri atarlarsa kitap 10 bin değil, 100 bin okura ulaşır. Beni içeri tıksalar ben yine rahat durmayacağım. Beni içeri tıkmanız söyleyeceğiniz sözün menzilini, etkisini artırmaktan başka bir işe yaramaz, bu da benim tehdidim, meydan okumam.” dedi.
Devlet Bahçeli‘nin kendisi hakkında sosyal medyada yaptığı paylaşımdan 4 ay sonra tahliye edilmesiyle ilgili de konuşan Türköne’nin açıklamaları şöyle:
“KARANLIKTA KALAN ÇOK ŞEY OLDU”
“Bana düşen mesuliyet bu kitabı yazmaktı. Bu bir sorumluluktu. Bu dönemin tanıklığı, bu dönemin hükümleri bunların kayda geçmesi, bugünün ve geleceğin okuyucuları bir şekilde dipnot olarak iletilmesi gerekiyordu. Üzerime düşeni yaptım. Bu kitap bir mesuliyetin eseri, bir tanıklığın ete kemiğe bürünmüş hali. Büyük trajediler yaşandı. Gölgede kalan, karanlıkta kalan çok şey oldu. İnsanlar aşırı derecede algı operasyonlarına maruz kaldılar. Akla kara yer değiştirdi. O yüzden hakikate dair ipuçlarını, belki de daha geniş bir perspektife ilham verecek gerekçeleri, delillerin arayan bulmak isteyenler için bir miktar da olsa yol gösteren bir kitap olacağını umuyorum.
“İMAM HATİPLERDEN ARTIK DEİZM ÇIKIYOR”
Bugün de aşırı derecede dini renklere bulandırılmış, dini yorumlarla takviye edilmiş iktidar pratikleri yüzünden toplumda dinden bir soğuma var. İktidar eliyle özellikle beslenen imam hatiplerden deizm çıkıyor. Camiye gidenlerin oranında artış mı var azalış mı var bakmak lazım. Ben cumalarda bazen takip ediyorum, Türkiye’de dindarlıkta bi azalma var. Başörtülülerin sayısında azalma var. Dini pratikleri, ibadetleri yerine getirenlerin sayısında azalma var. Ve bu doğrudan doğruya iktidar çıkarları açısından dinin çok aşırı derecede yozlaştırılarak kullanmasının sonucu. başka bir sebebi yok.
“YARGI SİSTEMİ HUKUK KURALLARI İÇİNDE İŞLEMİYOR”
Türkiye’deki yargı sistemi özellikle benim de dahil olduğum davalardaki işleyişinin hukuk kuralları içinde gerçekleşmediğini herkes biliyor. Kimse de aksini iddia edemez. Çok keyfi kararlar var. Birbirileriyle çelişen, çatışam kararlar var. Aynı mahkeme birbirinin tıpkısı iki dosya hakkında farklı kararlar veriyor. Anayasa Mahkemesi kararlarında bile var o.
15 Temmuz sonrasında oluşan yargı sistemi içerisinde zaten iki-üç düzineye yakın hakimle savcıyla dönen bir çark var. Davalar bazı mahkemelere özel olarak gidiyor, özel olarak bazı hakimler atanıyor. Türkiye’de hukuk yok askıda, biz istediğimi hapse atarız, istediğimizi serbest bıraktırırız mesajı vermek için kendileri de bunu propaganda ediyor. Normal bir hukuk düzenin olmadığı konusunda iktidar da elinden geldiği kadar gözümüze sokmaya çalışıyor.
“YARGILAMALAR BİR KOMEDİ, TİYATRO ŞEKLİNDE SÜRÜYOR”
Size üç müebbetten dava açıyorlar. Tutukluğa itiraz ediyorsunuz. ‘Bu dava üç müebbeten açılmış, bu kadar ağır suçlarla itham edilen bir adamı tutuksuz yargılanması mümkün değildir’. diyorlar. Karar duruşması yaklaştığı zaman üç müebbet gidiyor, size örgüt üyeliğinden ceza veriyorlar. Hukukun evrensel ilkeleri geçerli kabul edilmiyor bu yargılamalarda. Bir komedi, bir tiyatro şekliden sürüyor yargılamalar.
“12 EYLÜL DÖNEMİNDE GENÇLİĞİM GİTTİ”
Ben 12 Eylül döneminde de yargılandım. Gençliğim gitti. Çok ağır şartlarda tutuklu kaldım. Beraat ettim sonra. Geriye dönüp baktığınızda kaybettiğiniz şeylerin sorumlusu kim diye baktığınızda kimseyi bulamıyorsunuz. 12 Eylül öncesi ülkücü hareketin içinde yer almış, yöneticilik yapmış, yargılanmış, cezaevinde yatmış bir adam olarak, üniversite hayatıma, akademik kadroya 12 Eylül’den sonra solcuların tasfiye edildiği dönemde Gazi Üniversitesi’nde başladım.
“DEVLET BAHÇELİ ASİSTANKEN BANA REFERANS OLMUŞTU”
Daha önce Konya Selçuk Üniversitesi’nde rahmetli Erol Güngör’ün asistanıydım. Benim referansım Devlet beydi. Devlet beyi talebelik yıllarımdan sever sayardım. O da ilgi gösterirdi. Başkent’te Mali Bilimler Muhasebe Yüksek Okulu diye bir yüksel okul vardı, o da orada asistandı. Ondan sonra da aynı fakültede odalarımız altlı üstlü yıllarca beraber çalıştık.
“BÖYLE BİR YOLA TEVESSÜL ETMEDİM”
Tanıyan herkes aynı şeyi söyler; Devlet bey ikili ilişkilerinden son derece centilmen, tevazu sahibi, saygılı biridir. İlgisi alakası öyledir. Ben cezaevine girince sağdan soldan hep bana ‘Sen cemaat mensubu değilsin, bunu herkes biliyor, sırf iktidarı eleştirdiğin için içerdesin. Devlet beyle bir temas kursan, o da iktidarda’ dediler. Ben böyle bir yola tevessül etmedim.
Bunu ifade ederken de zorlanıyorum. Haksız yere içerdesiniz, niye içerde olduğunuzu anlayamıyorsunuz, ben ne hata yaptım, ne suç işledim ki burada yatıyorum diye sorduğunuz zaman cevabını vermiyorsunuz fakat tabi cezaevinde bulunmanın psikoloji farklı. Gerçekten büyük trajedi yaşayanları görüyorsun. Haksızlığa uğrayan, hayatını kaybeden, ezilen, hayatları alt üst olan insanların trajedilerine tanık oluyorsunuz.
“HENÜZ AKILLANMAMIŞ, AKILLANSIN” DEDİLER
Ben öyle bir yola müracaat etmedim. 4 yıl 2 ay da yattım. Cezaevindeyken Ruşen Çakır’la bir röportaj yaptım (2019), ortalık ayağa kalktı. Röportajı da kendi kendimle yaptım, Ruşen’e gönderdim, Ruşen sağolsun yayınladı. Anayasa Mahkemesi aynı dosyada yargılandığımız Şahin Alpay ve Ali Bulaç’a hak ihlali verdi, bu röportaj yüzünden bana vermedi. ‘Akıllanmamış’, kullanılan tabir de aynı bu; ‘Henüz akıllanmamış, akıllansın’ diyorlar.
Devlet bey bir tweet serisi attı ve ondan sonra da dosya Yargıtay’da ele alındı ve 4 ay sonra serbest bırakıldım. Tahmin ediyorum en az iki-üç sene daha yatardım. Devlet beyin çevresinde de çok eski dostlarım var. MHP’de çok üst düzey görev yapan biri bana, ‘Bir gün Devlet beyle konuşuyorum, bu adam yardım edin de çıkayım diye bize müracaat da etmiyor. Bıraksalar ölene kadar cezaevinde kalacak, hiç sesini çıkartmayacak’ gibi bir muhabbet söz konusu olmuş. Benim geçmişimi, yaşadıklarımı hepsini ülkücü camia bilir. Devlet bey de bunu kendine dert edinmiş.
Selçuk Özdağ yakın arkadaşımdır. O zaman Ak Parti’deydi. Çok ilgilendi. 29 Ekim 2016 Cumhuriyet Bayramı’nın resepsiyonunda Tayyip bey’e de söylemiş, ‘Bu adamı niye içeride tutuyorsunuz’ diye. Selçuk beyin anlattığına göre daha akıllanmadığımı ve bir süre daha kalacağımı söylemişler.
“BURADA MESELE İKTİDARIN BASKISI DEĞİL, HERKESİN SUSMASI”
Burası Türkiye. Türkiye’de düşünce atmosferine iktidar baskısı kurmak, düşünce suçlarıyla insanları içeride tutmak, bu iktidar tekniğidir. Siz duruma haklim olduğunuzu göstermek için, çıkacak farklı sesleri susturmak için, iktidarınızı sorgulayacak ve zayıflatacak eleştirileri önlemek için böyle bir baskı ortamı oluşturursunuz.
Biri kalkıp bir laf ettiği zaman bir bahane bulur hemen atarsınız içeri. Ondan sonra geri kalanlar da susarlar, kenara çekilirler. Burada mesele iktidarın baskısı değil, herkesin susmasında. Böyle bir korkuyla böyle bir endişeyle susuyorsanız tamam o zaman kedi miyavladığı zaman herkes bir yerlere saklanır. Dışarda kedi gibi miyavlayan içeride herkese aslan kesilen bir iktidar tekniğidir bu kullanılan.
“BU ÜLKENİN MENFAATLERİ BENİM ÖNCELİKLİ SORUMLULUĞUM”
Susmamak lazım. Bir şeyler değişecek, dönüşecekse bu ülkede, sadece iktidar eleştirisi değil… Bakın ben hala milliyetçiyim, Türk milliyetçisiyim. Bu ülkenin çıkarları, ali menfaatleri, gelecekte bu ülkeye yönelik tehditlerin, tehlikelerin önlenmesi benim öncelikli sorumluluğum. Bu devletin sahibi de benim. Neticede bu ülkenin ortak paydaları neyse onları korumakla, onları sürdürmekle mükellefim.
“SÖYLEDİKLERİM YANLIŞSA BUNUN KARŞILIĞI CEZAEVİNE TIKMAK DEĞİL”
Bir ülkede eleştiri özgürlüğü yoksa iktidar da yolunu kaybeder, yanlış yollar sapar, aydınlarını kaybeder, düşünce iklimi yok olduğu için orada kuru ot bile bitmez. Her şey mahvolur. Aydın olmanın da bir sorumluluğu var. Benim de söyleyecek sözlerim var, söylüyorum. Yanlış olabilir. Yanlışsa bunun karşılığı cezaevine tıkılmak değil.
Bu kitaptan dolayı beni içeri atarlarsa kitap 10 bin değil, 100 bin okura ulaşır. Beni içeri tıksalar ben yine rahat durmayacağım. Avukatım var, oğluma talimatları verdim. Emekli maaşımı şuradan alacaksın, şuralara harcayacaksın, bana da bu kadarını getireceksin. Bir de avukatım aracılığıyla yazılar göndereceğim, onları da yayınlatacaksın. Beni içeri tıkmanız söyleyeceğiniz sözün menzilini, etkisini artırmaktan başka bir işe yaramaz, bu da benim tehdidim, meydan okumam.
“HAPİSTEYKEN BANA HER GÜN SİLİVRİ POSTASI ADI ALTINDA SİYASİ YORUM YAPTIRIYORLARDI”
Bu kitabı önemsiyorum. Önemsediğim için yayınlatmak için çok uğraştım. Masanın üzerinde beklerken de bayağı bir demlendi, 4 yıl demlendi neredeyse. Bir sorumluluk duygusuyla da bir an önce yayınlanması için hep bir zemin arıyordum. Bana siyasi olaylarla ilgili yorum yaptırıyorlardı. Adını da Silivri Postası koymuşlardı. Albay Zeki Demir isim babasıdır. Her gün saat 17.00’de Silivri Postası başlıyordu cezaevinde.
“18 KİTAP YAZDIM AMA BU FARKLI…”
Bazı şeylerin unutulmaması lazım. O karanlıkta yaşanan şeylerin kayda girmesi lazım. Bunu yazmak ve neşretmek benim vicdani sorumluluğumdu. Şimdi de o dönemin tanıklığıyla ilgili fikir sahibi olmak isteyenlerin sorumluluğu bu kitabı okumak. Emekten çok duyguların mahsülü, bugüne kadar herhalde 18 civarında kitabım yayınlandı ama bu farklı. Kenarda köşede kalmaması gerektiğini düşündüğüm tüm ayrıntıları içeren bir tanıklık. Okuduğunuz zaman göreceksiniz karanlık bir geçmiş olarak kalan şeylerin aslında yaşanan trajediler, endişemeler, savrulmalar ve çekilen acılar tabi… Bugün çok normal olmayan bir şey yaptım, bir yazar kendi kitabını tanıtmaz ama Akif bey sağolsun bu konuda bana yardımcı oldu.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***