CENEVRE– Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, Türkiye’nin Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi kapsamındaki yükümlülüklerine ilişkin sunduğu raporun değerlendirildiği oturumda Türkiye’ye sert eleştiriler yönlendirerek tavsiyelerini sundu.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nin Türkiye’deki durumunun incelendiği oturumda komite üyeleri Carlos Gómez Martínez, Laurence Helfer, Hélène Tigroudja, Koji Teraya ve Bacre Waly Ndiaye katıldı. Toplantıya Türkiye heyeti adına da Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Cenevre Daimi Temsilcisi Büyükelçi Havva Yonca Gündüz Özçeri başkanlığında bir heyet katıldı. Toplantıda, özellikle Kürtlere yönelik ayrımcılık ve hak ihlalleri geniş olarak ele alındı. Komite üyeleri, Türkiye’nin Kürtlere yönelik politikalarının uluslararası hukuk ve Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne (ICCPR) uygunluğunu sorguladı. Uzmanlar, Kürtlerin kültürel, dilsel ve siyasi haklarının ihlal edildiğine dair geniş çaplı raporlar aldıklarını belirtti.
DİL VE KÜLTÜREL HAKLAR
Komite, Kürtlerin kendi anadillerinde eğitim alma ve kültürel haklarını serbestçe kullanma konusunda karşılaştıkları zorluklara dikkat çekti. Özellikle, Kürtçe eğitimin Türkiye genelinde sınırlı sayıda ve yalnızca belirli koşullar altında sunulmasının, dilsel çeşitliliğin ve kültürel ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına yol açtığını ifade etti. Kürt okullarının ve kültür merkezlerinin kapatılması ya da faaliyetlerinin engellenmesi, bu alandaki önemli ihlaller arasında gösterildi.
KÜRT SİYASETÇİLERE YÖNELİK BASKILAR
Komite, Kürtlerin siyasi haklarının ihlal edildiğini ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) üyelerine yönelik baskıların uluslararası insan hakları standartlarıyla bağdaşmadığını belirtti. Türkiye’de, Kürt siyasetçilerin sık sık terörle ilişkilendirilerek hapse atıldığı, dokunulmazlıklarının kaldırıldığı ve hukuksuz şekilde yargılandıkları belirtildi. Komite, özellikle 2016 darbe girişiminden sonra yürürlüğe konan OHAL kararlarının, Kürt siyasetçilere ve HDP üyelerine karşı yoğun bir baskı aracı olarak kullanıldığını ifade etti.
Uzmanlar, AİHM’nin Selahattin Demirtaş kararı kapsamında, Türkiye’nin Demirtaş ve diğer HDP’li siyasetçilerin tutuklanmasını haklı çıkarmak için yeterli delil sunmadığını ve bu tutuklamaların siyasi gerekçelerle yapıldığını belirtti. Komite üyeleri, bu kararların uygulanmamasının uluslararası hukuk ihlali anlamına geldiğini vurgulayarak, Türkiye’nin, Demirtaş’ın serbest bırakılması için adım atıp atmayacağını sorguladı.
Kürt Aktivistlerin ve İnsan Hakları Savunucularının Durumu
Komite, Kürt aktivistlerin ve insan hakları savunucularının Türkiye’de maruz kaldığı baskılar konusunda endişelerini dile getirdi. Terörle mücadele yasalarının, özellikle Kürt bölgelerinde ve Kürt hakları için mücadele eden aktivistlere karşı geniş bir şekilde kullanıldığını belirten uzmanlar, bu yasaların keyfi ve ayrımcı uygulamalarla insan hakları ihlallerine yol açtığını ifade etti. Kürt aktivistlerin barışçıl eylemlerinin terör suçu olarak nitelendirilmesi ve bu kişilerin uzun süreli tutukluluklarla cezalandırılmasının yaygın bir uygulama olduğunu vurgulayan komite, bu durumun uluslararası standartlara aykırı olduğunu belirtti.
OPERASYONLAR VE SİVİLLERE YÖNELİK İHLALLER
Komite, Kürdistan’da gerçekleştirilen güvenlik operasyonlarının siviller üzerinde ciddi sonuçlar doğurduğunu ve bu operasyonların insan hakları ihlalleriyle sonuçlandığını dile getirdi. Özellikle askeri operasyonlar sırasında Kürt sivillerin zorla yerlerinden edildiği, evlerinin yıkıldığı ve sivil yaşam alanlarının militarize edildiği rapor edildi. Uzmanlar, bu durumun Kürt halkının yaşam koşullarını ağırlaştırdığı ve bölgenin sistematik olarak ekonomik ve sosyal olarak dışlanmasına neden olduğunu belirtti.
TÜRKİYE’NİN SAVUNMASI
Türkiye heyeti ise, Türkiye’nin her vatandaşına eşit ve adil muamele uyguladığını savundu. Heyet, yasaların ve operasyonların “PKK ile mücadele amacı taşıdığını” iddia ederek, Kürt halkına yönelik ayrımcılığın söz konusu olmadığını savundu.
Heyet, Kürtçe eğitim ve kültürel haklar konusunda da bazı ilerlemeler kaydedildiğini, Kürtçe dil derslerinin talepler doğrultusunda belirli okullarda verildiğini iddia etti.
Ancak, komite üyeleri bu açıklamalardan tatmin olmadı ve uygulamada ciddi eksiklikler ve ayrımcılık olduğuna dair somut deliller olduğunu savundu.
Oturumda, Cumartesi Anneleri’nin barışçıl toplanma hakkına yönelik ihlaller de geniş bir şekilde ele alındı. Komite üyesi uzmanlar, 1995 yılından bu yana kayıplarının akıbetini arayan Cumartesi Anneleri’nin, Türkiye’nin çeşitli kentlerinde barışçıl bir şekilde toplanma girişimlerinin güvenlik güçleri tarafından sistematik olarak engellendiğini ve bu durumun ifade ve toplanma özgürlüğü hakkını ihlal ettiğini belirtti. Uzmanlar, Cumartesi Anneleri’nin İstanbul İstiklal Caddesi’nde düzenli olarak gerçekleştirmek istedikleri buluşmaların, güvenlik güçleri tarafından sıklıkla yasaklandığını ve bu yasaklara gerekçe olarak “kamu düzeni” ve “güvenlik” gibi nedenlerin öne sürüldüğünü ifade etti. Komite üyeleri, Cumartesi Anneleri’nin sembolik olarak bu meydanda toplanma taleplerinin, devletin müdahaleci tutumu ve güvenlik güçlerinin orantısız müdahaleleri nedeniyle karşılanmadığını vurguladı. Özellikle, İstiklal Caddesi’nin yoğun bir alan olmasının bu müdahalelere gerekçe gösterilmesinin, meşru bir sınırlama oluşturmadığı ve uluslararası insan hakları normlarına aykırı olduğu belirtildi.
POLİS ŞİDDETİ VE GÖZALTILAR
Komite, Cumartesi Anneleri’nin ve onları destekleyen insan hakları savunucularının, barışçıl toplanmalar sırasında gözaltına alınmasını ve polis şiddetine maruz kalmalarını endişe verici olarak nitelendirdi. Uzmanlar, bu tür müdahalelerin, Türkiye’nin toplanma ve ifade özgürlüğüne ilişkin yükümlülüklerini ihlal ettiğini ve bu uygulamaların derhal sonlandırılması gerektiğini belirtti. Komite, Cumartesi Anneleri’nin taleplerinin meşru olduğunu ve Türkiye’nin, bu talepleri dikkate alarak kayıpların akıbeti hakkında şeffaf ve etkili bir soruşturma süreci yürütmesi gerektiğini ifade etti.
HEYETİN SAVUNMASI
Türkiye’yi temsil eden heyet ise, Cumartesi Anneleri’nin toplanma taleplerinin güvenlik ve kamu düzeni gerekçesiyle sınırlandırıldığını savundu. Heyet, İstiklal Caddesi gibi kalabalık bir bölgede toplanmanın güvenlik riskleri taşıdığını ve bu nedenle alternatif toplanma alanları önerildiğini belirtti. Ancak, Komite uzmanları bu açıklamaları yetersiz buldu ve Cumartesi Anneleri’nin yıllardır süren barışçıl eylemlerinin keyfi olarak kısıtlanmasının uluslararası insan hakları yükümlülükleriyle bağdaşmadığını vurguladı.
KOMİTENİN TAVSİYELERİ
İnsan Hakları Komitesi, Türkiye’ye, Cumartesi Anneleri’nin toplanma hakkını tam anlamıyla tanıması ve bu barışçıl eylemleri koruyacak yasal düzenlemeler yapması gerektiğini önerdi. Ayrıca, geçmişte yapılan polis müdahalelerinin ve gözaltıların incelenmesi, suç teşkil eden uygulamalara karışan güvenlik güçlerinin yargı önüne çıkarılması gerektiğini ifade etti. Komite, Türkiye’nin, kayıpların akıbetinin aydınlatılması ve Cumartesi Anneleri’nin adalet taleplerine yanıt vermesi için etkili bir mekanizma kurması gerektiğini belirtti.
Komite, Türkiye’nin bu tavsiyeleri uygulamaması durumunda, uluslararası alanda Cumartesi Anneleri’nin durumunu yakından takip edeceğini ve ilgili raporlamaları sürdüreceğini açıkladı.
DARBE VE OHAL
2016’daki darbe girişimine ilişkin konuşan komite üyeleri, Türkiye’nin OHAL ilanında, bu kapsamda alınan acil tedbirlerde ve OHAL’in kaldırılmasına yönelik bildirimlerde çok hızlı hareket ettiğini ifade etti. Sorunun, sivil toplum kuruluşları, akademik çevreler ve birçok kamu görevlisine yönelik alınan acil tedbirlerin orantılı olup olmadığına odaklandığına dikkat çeken komite üyeleri. Ayrıca, 2016’da Türk Anayasa Mahkemesi’nin bu tedbirlerin yasallığını değerlendirme yetkisinin olmadığını beyan ettiğini ve bu sebeple, pratikte, hak ihlali iddiasında bulunan kişilerin yargı yolunun kapandığını belirtti. Komite, OHAL döneminde düzenli bir hukuki sürecin eksikliğinden duyduğu endişeyi dile getirerek, OHAL kararnamelerinin ne idare mahkemeleri ne de Anayasa Mahkemesi tarafından yargı denetimine tabi tutulmadığını vurguladı.
OHAL İNCELEME KOMİSYONU
Komite üyeleri, devletin beyanına göre, darbe girişimine 8651 asker katılmış; ancak, birçok güvenilir rapor, OHAL kararnamelerinin 130 binden fazla kamu çalışanının-polis memurları, akademisyenler, hakimler ve savcılar-işten çıkarılmasına yol açtığını ve bu kişilerin bir kısmının suçlu bulunduğunu belirtti. OHAL İnceleme Komisyonu’nun acil tedbirlere ilişkin 125 binden fazla başvuru aldığını, ancak bu başvuruların yüzde 85’inden fazlasını reddettiğini ekledi.
INTERPOL MUHALİFLERE KARŞI KULLANILIYOR
Komite üyesi uzmanlar, hükümet karşıtı muhaliflerin ve eleştiren gazetecilerin yurt dışında kaçırılması girişimlerine ve bu kişilere karşı Interpol kırmızı bültenlerinin kullanılmasına dikkat çekti.
Uzmanlar oturumda, Türkiye yasal sisteminin LGBTQ bireyler, engelli bireyler ve dini ve etnik azınlıklar başta olmak üzere sözleşmenin kapsadığı tüm ayrımcılık sebeplerine karşı yeterli koruma sağlamadığını belirtti. Komite uzmanları ayrıca, yargı bağımsızlığı, Cumhurbaşkanına hakaret suçu, “terör” davalarında savunma hakkına getirilen kısıtlamalar ve Türkiye’deki cezaevi koşulları gibi diğer endişeleri gündeme getirdi.
‘ULUSLARARASI STANDARTLARA UYGUN DAVRANIYORUZ’
Türkiye’nin raporunu sunan Büyükelçi Havva Yonca Gündüz Özçeri, 2016 yılında Türkiye’nin bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldığını ve demokrasiyi yeniden tesis etmek ve Türk halkının temel hak ve özgürlüklerini korumak amacıyla OHAL ilan edildiğini ve bu kararın 21 Temmuz 2016’da Meclis tarafından onaylandığını hatırlattı. Türkiye’nin, OHAL sürecinde Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi ile işbirliği yaparak gereklilik ve orantılılık ilkelerine bağlı kaldığını iddia etti.
Komite’nin İstanbul sözleşmesi ve Kadınlara yönelik eleştirilerine ilişkin olarak da, Türkiye’nin kadınlara yönelik şiddet konusunda sıfır tolerans politikası uyguladığını, özellikle de ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine yönelik 6284 sayılı yasanın kabul edildiğini iddia etti. Özeri, Eş, eski eş veya kadına yönelik işlenen suçların ağırlaştırılmış suç olarak değerlendirildiğini ve kadınlara yönelik kasıtlı cinayetler ya da tehditler için asgari cezaların artırıldığını savundu.
Komite, Türkiye raporuna ilişkin nihai gözlemlerini kapalı oturumda değerlendirip 7 Kasım’da kamuoyuna açıklayacağını bildirdi.
MA / Rüştü Demirkaya
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***