CHP’nin potansiyel cumhurbaşkanı adayı olarak bilinen İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu, hakkında verilen siyasi yasak cezasının onanıp onanmayacağıyla gündemde. Ekrem İmamoğlu’na İstinaf’ta bir ceza çıkması durumunda, CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olarak İmamoğlu’nun adını açıklayacağı konuşuluyor. Cumhurbaşkanı adaylığı tartışmalarıyla ilgili bir yazı kaleme alan Birgün yazarı Ateş İlyas Başsoy, “Reis’in rakı içen oğlu” benzetmesini kurduğu için İmamoğlu ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki olumlu, olumsuz benzerlikleri ortaya koydu.
Ateş İlyas Başsoy, “31 Mart 2019 gecesinden beri AKP’nin tek bir stratejisi var: Erdoğan’ın karşısına İmamoğlu’nu çıkarmamak. Ne yapıyorlarsa bu strateji için yapıyorlar. Çünkü onu kimin yeneceğini en iyi Erdoğan biliyor. Erdoğan sosyolojik bir gerçekliğin sonucuydu, tıpkı 25 yıl sonra İmamoğlu gibi” dedi.
Son olarak Başsoy, şu soruyu yöneltti: “Sosyolojiye karşı direnen AKP bakalım bir kez daha sıçrayabilecek mi?”
Ateş İlyas Başsoy’un Birgün’deki yazısı şöyle:
“Erdoğan ve İmamoğlu’nun olumlu, olumsuz benzerlikleri var. Her ikisi de Doğu Karadenizli, her ikisinin de gösterişli ama yüzeysel bir saygının altına gizlemeye çalıştıkları derin bir öfkeleri var, her ikisinin de itaat ve liyakat dengelemlerini anlamak güç, her ikisi de çözümcü, iş bitirici, pazarlıkçı; her ikisi de en iyi savunma saldırıdır diyenlerden, her ikisinin de çoğunluğun ortak değerlerinin çoğunluğunda bir karşılığı var.
Erdoğan ve İmamoğlu’nun benzemeyen yanları, 70 yaşlarına gelen AKP elitinin 40-50 yaşlarındaki kendi çocuklarıyla yaşadıkları türden kuşak farkı ayrılıkları. AKP’nin ilk kuşağı 1950’lerde CIA destekli üretilen, anti komünist propagandanın büyüttüğü kuşaktı. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD her ülkede Necip Fazıllar yarattı ve destekledi. Hiç yaşanmamış tahrifli bir tarihten uydurulan kahramanlık öyküleri, ilkel menkıbeler, işine gelene romantik övgüler, gelmeyene en sert hakaretlerden oluşan bir “okul”un öğrencileri büyüyünce AKP’yi kurdular. Kentlere akan kontrolsüz göç, yoksul ve çaresiz milyonların cami ve hemşeri derneklerinde rahatça örgütlenebilmesi bu okulu iktidar yaptı. AKP kurucularının tamamı, yoksulluk bilen, konuştukları kitleyle yüzde yüz özdeşlik kurabilen insanlardı. Çalkantılı bir denizde yüzen teknede horon tepen balıkçılar gibiydiler. Tekne de sallanıyordu onlar da ve bu açıdan tutarlıydılar.
‘AKP’NİN İKİNCİ NESLİ BOL PARA VE İYİ EĞİTİMLE BÜYÜDÜ’
İkinci kuşakta tekne iktidarın sakin limanına demir attı. Sallanmayan bir teknede sallanarak horon tepmek anlamsızlaştı. AKP’nin ikinci nesli bol para ve iyi eğitimle büyüdü. Aralarında lüks hayatın çekiciliğiyle rengini belli etmeyen de var, her şeyi tekmeleyip aile mirasını kökten reddeden de. İkinci nesil için 1950’lerin sahte propaganda anlatılarının anlamı yok, onlar örneğin ekmeğin ne zaman ve neden karneyle verildiğini biliyorlar. Bazen de ağızlarından kaçırıyorlar: “Aya yol yapacağız desek de inanacak bir seçmenimiz var.”
İkinci nesil AKP’lilerin iş dünyasında olanları, kurumsal şirketleri görmüş, iyi okullarda işletme okumuş insanlar. “Memleket” aidiyetleri anne ve babalarının düzeyinde değil ama hala var. Yine de birçoğu artık “Ben İstanbulluyum” (veya Bursalıyım, İzmirliyim) diyor, ki nirengi de burada. Onlar “anne baba”larına karşı hem saygılı hem de aralarında sürekli bir gerilim var.
‘BABA MI KAZANACAK, OĞLU MU?’
İmamoğlu rakı içiyor mu bilmiyorum. “Reis’in rakı içen oğlu” benzetmesi aslında “Reis”e veya “Kaptan”a odaklı bir benzetme değil. Benzetmenin gücü, bu kuşak farkını vurgu yapmasında.
Erdoğan biraz daha erken evlense İmamoğlu yaşında bir oğlu olabilirdi. İyi okullarda okuyan, mahallede her memleketten gelmiş ailelerin çocuklarıyla top oynayarak büyüyen bir oğul. Baba oğul bayram namazından sonra evin bahçesine koçu yatırıp keserler, o akşam yemeğinde mübarek kurbana ağzını hiç sürmeyen oğul, önceden kasaptan aldığı pirzolaları aşağı bahçede mangal yapıp bacanaklarla piizlenir. Yaşlı baba yanlarına öksürerek gelir ki gençler rakı bardaklarını saklayabilsinler. İhtiyar “Yatsıyı kılacağım” diye caminin yolunu tutarken oğullar ve damatlar aralarında konuşurlar: “Hey gidi eski toprak be… Dünya nerelere gidiyor farkında değil ama yine de hepimizi cebinden çıkartır”
Orhan Pamuk’un en sıradan romanı Kırmızı Saçlı Kadın olabilir. Pamuk, “Doğu ve Batı” arasında çarpıcı bir fark keşfetmiş ve sırf bu farkı arka planda kullanabilmek için alelacele beyaz dizi tadında bir roman yazmış. Doğu edebiyatının bütün öykülerinde, Şahname veya Binbir Gece Masalları’nda, hatta tarihsel bir gerçeklik olarak, hep “Sultan Baba” oğlunu öldürür. İktidarın devamı için oğul kendini babasına adamalıdır, ol dese olmalı, öl dese ölmelidir… Baba mutlak, oğul muğlaktır.
Antik Yunan’dan itibaren belki de tüm Batı edebiyatı eserlerinde ise tam tersi, oğul babayı öldürür… Dünya değişir, hayat değişir, kuralları gençler belirler, çünkü çoğunlukta olan onlardır. Oğullarını boğan sultanlar Doğu kitaplarında, babalarını hançerleyen oğullar Batı kitaplarında.
31 Mart 2019 gecesinden beri AKP’nin tek bir stratejisi var: Erdoğan’ın karşısına İmamoğlu’nu çıkarmamak. Ne yapıyorlarsa bu strateji için yapıyorlar. Çünkü onu kimin yeneceğini en iyi Erdoğan biliyor. Erdoğan sosyolojik bir gerçekliğin sonucuydu, tıpkı 25 yıl sonra İmamoğlu gibi. Erdoğan tutunamayanların idolü oldu, İmamoğlu ise tutunanların… Sosyolojiye karşı direnen AKP bakalım bir kez daha sıçrayabilecek mi?
Türkiye bir Doğu toplumu olarak kalmaya devam mı edecek, yoksa İmamoğlu bizi “Batılılaştıracak” mı? Baba mı kazanacak, oğul mu? Sizce çoğunluk kimin yanında duracak?”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***