Mehmed S. KAYA
Türkiye’de doğup büyüdüyseniz, ülkenin tarihi, kültürü, siyasi yönetimi, hakikati hakkında bilgi okuyup öğrendiyseniz ve bu bilgi devlet kontrolündeki kaynaklara dayanıyorsa, o zaman bundan şüphe etmek için meşru nedenleriniz var. Ve gerçek bir tablo elde etmek için tarafsız kaynakları da okumalısınız.
Türk medyasını takip ettiğinizde, bakış açısı ne olursa olsun siyasetçilerden, akademisyenlere, gazetecilerden sokaktaki sıradan insanlara kadar emperyalizm kavramının sıklıkla kullanıldığına tanık oluyorsunuz. Ekonomide, güvenlikte, dış politikada, iç çatışmalarda vesair işler ters gittiğinde, hatta, Kürtler doğal haklarına saygı duyulmasını talep ettiğinde bile bunların arkasında emperyalistler var suçlamasını sıklıkla duyuyoruz. Herkes öfkesini Batı emperyalizmine yöneltiyor. Kendi hatalarınızı kabul etmeden, neyin, nasıl ve niçin yanlış gittiğini araştırmadan, yalnızca dış güçleri suçlarsanız hiçbir yere varamazsınız. Bu gelenek Cumhuriyetin ilanından bu yana neredeyse bir miras haline gelmiştir. Başta kendinizi sogulayacaksınız.
Dikkatin Batı emperyalizmine sürekli yöneltilmesi, Türk siyasetinin temel bir özelliği olarak “dış güçler” etrafında yoğunlaşmanın, Kürtlere yönelik derin sömürgeci muamelenin kolayca gölgede bırakılabileceği anlamına gelip gelmediği sorusunu gündeme getiriyor.
Demokrasilerde vatandaşları doğru bilgilendirmek devletin en temel görevidir. Toplumu yanlış bilgilendirmek insan hakları ihlalidir. Türk siyasetinin hakikatları saklaması, ondan dolayı olmalıdırki ülke Avrupa Birliğine üye olabilmek için perspektif sunamiyor.
PEKİ, EMPERYALİZM NE ANLAMA GELİYOR?
Dışarıdan bir gözlemci olarak, Türk seçkinleri kendi emperyalist hırslarını örtbas etmek için Batı emperyalizmine dikkat çektiği yönünde net bir izlenim ediniyorum. Özellikle Kemalist siyasetçiler, tarihçiler, yazarlar, gazeteciler, öğretmenler vb., cumhuriyet tarihini, Mustafa Kemal’in yönetim biçimini ve onun sözde anti-emperyalist duruşunu yoğun bir çaba ile süslediler, süslüyorlar.
Emperyalizm terimi ne anlama geliyor? Veya emperyalizm ne demektir? Bu olgu Türkiye kamuoyunda tarafsız kaynaklara dayanılarak tartışılmış mı? Bundan oldukça şüpheliyim.
Emperyalizm, bir ulus devletin kendi etnik sınırlarının ötesinde siyasi, kültürel, ekonomik veya askeri hakimiyet kurma çabasıdır. Yani, bir ulusun diğer ulusları ve toplumları kendi egemenliği altına aldığında veya boyun eğdirmeye çalıştığında ve onları genellikle kültürel veya ideolojik ilhamla kendi toplumsal imajına dönüştürdüğünde izlediği bir politikadır.
Her ne kadar uluslararası literatürde emperyalizm terimi Büyük Britanya ve Fransa’nın Asya ve Afrika’yı sömürgeleştirmesiyle ilişkilendirilse de, bunlar eski sömürgeci imparatorluk güçlerle aynı niyetlere sahipti; yani, kendi etnik sınırları dışındaki siyasi ve ekonomik çıkarları kontrol etmeyi amaçlayan saldırgan güç siyaseti.
Görüldüğü üzere emperyalizm kavramı işgal ya da sömürgecilikle yakın bağlantılı olarak gelişti. Bu kavramlar birbirini tamamlıyor. Peki, bu tanıma göre Türkiye’nin konumu nasıl görülüyor?
Bu soruyu cevaplamak için bazı terimleri tanımlamak veya açıklığa kavuşturmak önemlidir. Batı literatüründe yeni emperyalizm, yabancı bir devletin cebir ve askeri güçle fiziki kontrolü ele geçirerek bir bölgeyi zaptetmesiyle ilişkilendirilir. Bu alan bölge sakinleri tarafından sömüge olarak algılanıyor. Yani, “kendi etnik sınırları ötesinde siyasi ve ekonomik çıkarları kontrol altına almaya yönelik saldırgan güç siyaseti” olarak anlaşılan emperyalizm, Türkiye’nin yürüttüğü sömürgeci politikanın kapsamlı bir tanımıdır. Türkiye’nin emperyalist bir ülke olmadığına Türkler dışında hiç kimse itiraz edemez.
TÜRKİYE’NİN EMPERYALİST EMELLERİNİ İKİ DÖNEME AYIRABİLİRİZ
Ülkenin emperyalist hırslarını kısaca iki döneme ayırabiliriz. Birincisi, İslamcı Osmanlılarla birlikte dini ve askeri bir emperyalizm ortaya çıktı. Birkaç yüzyıl boyunca Türk halifeleri, geniş topraklar üzerinde din temelli bir hanedanlığı yönetti. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından Mustafa Kemal bir darbe yaparak Osmanlı ordusunun büyük bir bölümünü yanına aldı. Mustafa Kemal’in Asya’da, Ortadoğu’da ve Afrika’da İngiliz emperyalizminden ilham aldığı açıkça görülüyor. Kürtlerin desteğini kazanmak için Kemal, Kürtlere özerklik (muhtariyet) vaatlerinde bulundu. Mustafa Kemal’in Kürtlere karşı tutumu 1919’dan 1922’ye kadar olumluydu. Bu sayede Kürt bölgelerinde kontrol sağladı.
Yeni cumhuriyette Kürtler de yerlerini alacaklardı. 1922’den sonra aldığı kararlar Kürtlere yönelik inkar ve nefretle doluydu. Kürt nefreti milliyetçi kökenlere dayanıyordu. Kürtlere ve onların varoluşuna dair her şeyin yok edilmesi, Mustafa Kemal’in cumhuriyet projesinin öncelikli hedeflerinden biriydi. Daha sonra Kürtleri bir halk olarak inkar ederek Kürt kültürünü, dilini, kimliğini, tarihini, edebiyatını vb. yasakladı. Kürtlerin bir halk olmadığını, kültür ve yaşam tarzlarının menfur olduğunu göstermeyi amaçladı. Kürtler “feodal”, “kanunsuz ve ahlaksız” ve “cumhuriyete itaatsiz” olmakla suçlanıyordu.
Mustafa Kemal’in yaşadığı dönemde ve daha sonraki dönemde Kürt karşıtlığı, milliyetçi iktidarı güvence altına almaya yönelik siyasi ve ideolojik bir program haline geldi. Siyasetçiler arasında gelişen “Türk milliyetçiliği” tabiri, Mustafa Kemal’i kurtarıcı olarak kabul etmeyenleri olumsuz etkiledi. Kürtler yavaş yavaş olumsuz bir imaj olarak, en sonunda ise düşman olarak “az gelişmiş” olarak görülmeye başlandı.
Mustafa Kemal’in Kürtlere yönelik görüş ve davranışları, çoğu Türk’ün Kürtlere bakış açısının göstergesi haline geldi. Kürtler, Mustafa Kemal’e isyan etmişti ve onlara af yoktu. Ancak amaç kültürlerinin ve kimliklerinin yok edilmesiydi. Kürtler, Türklerin gücünü ve üstünlüğünü öğreneceklerdi.
Başında Mustafa Kemal’in bulunduğu yeni cumhuriyetin kuruluş felsefesi, Kürdistan, Pontus ve Hatay gibi Türklerin fiili toprakları dışında mümkün olduğu kadar daha fazla toprak ve kaynağı kontrol etmekti. Mustafa Kemal’in bu sömürgeleri edinme nedenleri ihtiyaç duydukları malları ve stratejik hedefleri elde etmekti; yani güç kazanmak.
Kürt bölgelerinin sömürgeleştirilmesi, Türkiye’nin bu bölgedeki ekonomik kaynaklar üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmak istemesinin de bir sonucuydu; bu da Batı Türkiye’de Kürtler pahasına ekonomik büyümeye katkıda bulundu. Bölge büyük ölçüde petrol, hidroelektrik, tarım ürünleri gibi hammadde tedarikçisi ve ucuz iş gücü rezervi olarak görüldü ve sömürüldü.
Büyük önem taşıyan başka bir neden ise ulusal ihtişam ve onur idi. Kuruluş stratejisinin bir sonucu olarak, Karadeniz kıyısındaki Pontus vahşi bir şekilde kontrol altına alındı. Birkaç yıl sonra Türkiye, Arapların çoğunlukta olduğu Hatay ilinin kontrolünü de ele geçirdi.
Cumhuriyetin ilanından sonra Mustafa Kemal, verdiği sözü tutmadı ve Kürtlerin özyönetim hakkını reddetti. Kürtler kendilerini aldatılmış hissettiler ve Mustafa Kemal’in 1938’deki ölümüne dek birçok ayaklanma başlattılar. Bütün bu ayaklanmalar çok acımasız bir şekilde kanla bastırıldı. Kürtler, bu nedenle Kemalist cumhuriyeti gayri meşru görüyorlar. Dolayısıyla Kürtler, cumhuriyeti kendilerinin ve Türk olmayan tüm halk gruplarının dahil olacağı şekilde değiştirmek istiyorlar.
Mustafa Kemal, bir yandan Türk olmayan azınlıkları işgal etti, onları tüm haklarından mahrum etti, diğer yandan “kimsesizlerin cumhuriyeti” diye adlandırdı. Bu çok büyük bir çelişki değil mi?
İKINCİ DÖNEM: CUMHURİYETİN SINIRLARININ ÖTESİNE GENİŞLEME GİRİŞİMİ
İkinci dönem ise 1974 yılından günümüze kadar olan dönemi kapsamaktadır. Bu dönemde Türkiye, kendi sınırlarının ötesinde siyasi, kültürel, ekonomik veya askeri hakimiyet kurma çabasına girmiştir. Sebepleri ne olursa olsun, 1974’te Kuzey Kıbrıs’ın işgali, 2019’dan bu yana Kuzey Suriye’nin bazı bölgelerini işgal etmesi ve son iki yılda Kuzey Irak’ın askerileştirilmesi emperyalist emellerin somut örnekleri olarak değerlendiriliyor. Bu, birçok çevreye göre Türkiye’nin topraklarını genişletmesi anlamına geliyor.
Diğer Batılı sömürgeci güçlerden farklı olarak Türkiye, sömürgeci geçmişiyle hesaplaşmadı. Ve bunun komşu ülke Suriye’nin işgalini meşrulaştırmaya nasıl yardımcı olduğunu gösteriyor. Başka bir deyişle, diğer eski sömürgeci güçlere kıyasla, Türk resmi zihninde ve kamuoyunda bu tür uluslararası hukuk ilkelerinin ihlaline ilişkin daha az tabu bulunmaktadır.
OSMANLIDAN KALMA YAYILMACI MİRAS SÜRDÜRÜLDÜ
Yeni Osmancılık yayılmacı rüyası Erdoğan’ın cumhurbaşkanı görev süresi boyunca yeniden ateşlendi. Batılı yorumlara göre Yeni Osmanlıcılık, Türkiye’nin Osmanlı geçmişinin onurlandırılmasını savunan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin daha önce Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimi altında olan bölgelere daha fazla siyasi katılımını teşvik eden emperyalist bir Türk siyasi ideolojisidir. Yeni Osmanlıcılık hem Erdoğan hem de Türk katı totaliter milliyetçileri için ilham kaynağı oldu. Bunlar hâlâ tüm Ortadoğu’ya hakim olma hayali kuruyorlar.
ÖNKOŞULLAR
Batılı güçlerin politikaları bazıları tarafından emperyalist olarak nitelendiriliyor, ama daha dolayli bir anlamda. Türk politikası ise doğrudan emperyalist olarak görülüyor. Hatta bugün itibariyle yalnızca Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesiyle, Türkiye’nin ise Suriye ve Irak’a müdahalesiyle doğrudan emperyalist iki güç olarak öne çıktığı iddia ediliyor. Çünkü Türkiye bölgede, öncelikli olarak askeri güce dayanan üstün bir duruş izliyor. Türkiye’nin Suriye, Irak, Kıbrıs, Ege ve Doğu Akdeiz, Kafkasya ülkelerine yonelik izledigi politikayla genişleme işaretleri gösteriyor.
Son on yılda ise Türkiye saldırgan emperyalist devlet statüsüne kavuştu. Bu, üstün bir askeri teknoloji ve ulaştırmada yeni teknoloji geliştirdiği gerçeğiyle karakterize edilir. İletişimdeki diğer ilerlemeler de önemliydi; çünkü daha geniş arazileri Ankakara’dan kontrol altına almak mümkündü. Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her fırsatta Türk İHA ve SIHA’larıyla övünmesi de bunun bir ifadesidir.
Yeni alanların ele geçirilmesinin gerekçesi olarak Türk ulusunun üstünlüğü ve İslam’a dayalı kardeşlik iddiası kullanıldı. Bu iddialar Türk milliyetçi siyasetçileri tarafından özellikle parlamento tartışmalarında hâlâ sıklıkla vurgulanıyor. Son 5-6 yıldır milliyetçi partilerle AKP arasındaki milliyetçi yayılmacı düşünce rekabete gecti. Bu da Suriye ve Irak’ta yeni bölgeleri isgal etme ve hakimiyet yarışına soktu. Bunu ulusal büyüklüğün sembolü olarak propaganda olarak kullanılmakta.
İTİCİ GÜÇLER VE NEDENLERİ
Türkiye’nin Kürt bölgelerini sömürgeleştirmesinin temelini oluşturan şey yalnızca ekonomik itici güç değildir. Ekonomik nedenlerin dışında başka itici güçler ve nedenler de vardı. Sömürgeler, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun hakim topraklarının kaybedilmesinin ardından güç ve ihtişam getirdi. Ayrıca Kürt bölgeleri üzerindeki çatışmalar genellikle İran, Irak ve Suriye gibi diğer sömürgeci güçler arasındaki stratejik jeopolitik güç mücadelesiyle karakterize ediliyor.
TÜRK, GÜÇ METAFORU MUDUR?
Devletin Kürtlere yönelik savaş propagandasında sanki ‘Türk, güç metaforudur’ izlenimi veriliyor. Benzer söylem çok iyi hatırladiğımız Mustafa Kemal’den kalma “Bir türk dünya’ya bedeldir” sloganıdır. Bu, güçsüz insanların hayatta kalma veya onlara karşı kendilerini savunma haklarının olmadığı şeklinde yorumlanabilir. Böyle bir zihniyetin sömürge halkının çektiği acılar umurunda değildir. Bu nedenle Kürtler arasında sömürgecilik karşıtı direniş giderek gelişti.
Türk polisi ve jandarma özel kuvvetlerinin zırhlı araçlarla Kürt şehir ve kasabaları üzerinde güç gösterisi yaparak, barışçıl Kürt göstericileri acımasızca kovaladığı görüntüler, Kürtlerin nasıl bir işgal altında olduğu izlenimini veriyor. Aynı zamanda, Kürt isyanların tarihi ve onu yaratan dinamikler, Türk kamuoyundaki tartışmalarda kasıtlı olarak çarpıtılıyor. Örneğin, hem iktidar hem muhalif televizyonlarda, cumhuriyetin inşa dönemindeki meşru Kürt isyanları hala hain, feodal, dinci, Osmanlı saltanatını yeniden kurmak isteyen, moderniteye karşı çıkan vb. olarak resmedilmektedir. Olayları böyle sunulması ayrıca genel bir bilgisizlik yatıyor.
Özetle; Osmanlı döneminde dine dayalı emperyalizm, Osmanlı sonrası döneme ise totaliter bir Türk milliyetçiliğine dayalı emperyalizm diyebiliriz.1923’te ilan edilen cumhuriyet askeri güçle kurulmuş, yoğun siyasi gözetim ve kontrolle güçlendirilmiş ve günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Ancak bu cumhuriyetin yayılmacı büyük güç siyaseti hayalinden hiçbir zaman vazgeçmedi.
Sınırsız baskı, çağımıza yakışmayan sömürgeci mantık, ne pahasına olursa olsun işgal ettikleri topraklarda hakimiyet kurma takıntısı ve yeni topraklar fethetme hırsı, mevcut Türk devletinin sömürge döneminden bir adım ileri geçemediğini göstermektedir. Cumhuriyetin totaliter yapısı Türkler üzerinde derin bir etki bırakmıştır. Bu da demokratik güçlerin mücadelesini zorlaştırdı.
1915’teki İttihat ve Terakki mantığıyla karşılaştırırsak, Türk toplumunda günümüzün egemen anlayışından farkının şu olduğu söylenebilir: Kürtler bu ülkede yaşayabilirler ama Türklere boyun eğme şartıyla, Türk toplumunda ortalama bir tavırdır.
Cumhuriyet dönemindeki Türk sömürge uygulamaları, Türkler ile Türk olmayan etnik gruplar arasındaki demokrasi, özgürlük ve eşitlik idealleriyle hiçbir şekilde uyumlu olmamıştır. Tam tersine, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1920’li ve 1930’lu yıllardaki kuruluş tarihi, Türk etnik ırkı üzerine inşa edilmiş ve gelişmiştir ve bu, temel ırkçılık ile karakterizedir.
Mehmed S. Kaya kimdir?
Bingöl’ün Solhan ilçesinin Keşkon köyü doğumludur. Lillehammer Inland Norveç Üniversitesi’nde sosyoloji profesörüdür. ‘The Zaza Kurds of Turkey’ kitabının yazarıdır.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***