Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Dairesi’nin Yüksel Yalçınkaya hakkındaki ihlal kararı sonrasında Kayseri Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan yeniden yargılamada uzun süredir beklenen karar bugün verildi.
AİHM’in, yapılacak yeniden yargılamanın beraatten başka hiçbir sonuçla neticelenemeyeceği şekilde net ve kesin kararına rağmen, maalesef yerel mahkeme, Türkiye’nin adeta hukuk devleti olmadığını, hukukun mahkemelerce de tanınmadığını ilan edercesine yine aleyhe karar vererek evvelce verilen kararda ısrar etti. Oysaki duruşmalar Yalçınkaya’nın lehine gelişmiş, yeni bir delil ortaya konamamış ve tanıklar da lehine ifade vermişlerdi.
Mahkemenin kısa kararında önceki kararında hukuka aykırı bir husus bulunmadığı için değiştirilmesine gerek görmediği ifade edilmiş. Oysa tek başına AİHM’nin ihlal kararı, önceki kararın hukuksuz olduğunu göstermek için yeterli. Yalçınkaya gibi kesin ve net bir AİHM kararı sonrasında yapılacak yeniden yargılamanın esasen bir formalite olması ve ilk duruşmada beraat kararı verilmesi gerekirdi.
Zira Yalçınkaya kararında AİHM Bylock, dernek üyeliği ve Bankasya hesabı gibi delilerin hiçbirinin örgüt üyeliği suçunun unsurlarını oluşturamayacağını, suçun unsurları oluşmadığı için de suç ve cezada kanunilik ilkesinin ilan edildiğine karar vermişti. Yani açıkça ‘ortada suç yok’ demişti.
Bylock ile ilgili olarak ayrıca başvurucunun münhasıran örgütsel bir iletişim aracı olarak kullanıldığı iddiası gibi hususlara etkili şekilde itiraz edebilme, delilin güvenilirliğini sınama ve delili çürütme imkanı verilmediği gerekçesi ile adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini tespit etti.
Mahkeme Yalçınkaya hakkında bu ihlal hususlarının giderileceği şekilde yeniden yargılama yapılmasına hükmetmiş, bununla da yetinmeyerek bu davadaki kararın kendi önünde bekleyen 8.000 civarında dava ve muhtemel gelmesi beklenen 100.000 dava içinde geçerli olduğunu açıkça zikrederek bunu bir emsal karar olduğunu ve hükümetin genel önlemler alarak sorunu çözmesi gerektiğini de ifade etmişti.
Yerel mahkeme kararı, AİHM’in yukarıda yer verdiğim tespitlerine aykırı olması nedeniyle üzücü ve kötü bir karardır; bununla birlikte hukukun Türkiye’de öldüğünün de ilanıdır. Karar adeta ‘Siz neyin suni tenefüsünü yapıyorsunuz, benim cenaze namazım çoktan kılındı bile’ diye haykırıyor. Aslında yerel mahkemenin mevcut Türkiye şartlarında hükümet tarafından Gülen cemaatinin şeytanlaştırıldığı bir dönemde, ardında onbinleri belki yüzbinleri etkileyecek böylesi bir davada, Saray’dan izin almadan bir karar vermesini beklemiyorduk. İktidarın hışmından korkan yerel mahkeme kuvvetle muhtemel topu Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi’ne atarak onların bu konuda bir şey söylemesini istiyor.
Peki bundan sonra ne olacak? Muhtemelen İstinaf da kararı onayarak bu yükün altına girmek istemeyecek ve dosya Yargıtay’a gelecek. Mevcut şartlarda Yargıtay’ın da Saray’dan bir ışık almadan farklı bir karar vermesini açıkçası ben beklemiyorum. Anayasa Mahkemesi AİHM-Yalçınkaya kararı sonrası, benzer davalar hakkında, bekledi ve bir süre karar vermedi; sonra ise sanki Yalçınkaya kararı hiç verilmemiş gibi eski kararlarını vermeye devam etti. Ancak Yalçınkaya dosyası ikinci defa önüne geldiğinde mecburen AİHM kararını değerlendirmek durumunda kalacak.
Anayasa Mahkemesi de Yalçınkaya hakkında aynı kararı verirse bu defa Gülen cemaatine yönelik davalar yönünden Türkiye’de etkin bir iç hukuk yolu kalmadığı AİHM’nin de görmezden gelemeyeceği şekilde netleşmiş olacak. Gerçek suçluların sokağa bırakıldığı, masumların cezalandırıldığı, hakim ve savcılardan rüşvet ile karar almanın sıradanlaştığı ve iktidara tam bağımlı bir yargılama düzeninde adalet aramak elbette kolay değil.
Ancak ümitsiz olmayı gerek yok. İç ya da dış şartların zorlamasıyla iktidarın tavrında bir değişiklik veya siyasi iklimdeki genel bir değişiklik sonrasında önceki dönemde lehe çıkan kararların, siyasi saiklerle meydana getirilmiş mağduriyetleri gidermede bir kaldıraç vazifesi gördüğünü tarihi tecrübeler gösteriyor.
AİHM kararının uygulanmaması Türk devletinin yargısı ile birlikte hukuk tanımazlığını tereddüde yer bırakmayacak şekilde ortaya koyması ve 15 Temmuz şüpheli darbe girişimi sonrası yapılan yargılamaların nasıl hukuksuz bir zeminde sürdürüldüğünü ve sonuçlandırıldığını göstermesi açısından önemlidir. Özellikle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin uygulanmadığını tespit eden bir ihlal kararı, bunun doğal sonucu olarak da suçlananların masumiyetini ilan eder. Bu bakımdan uygulanmayan bir AİHM kararı bile bir kazanımdır.
Otoriter rejimlerde rejimin mağduru olmuş grupların hukuk mücadelesini sekteye uğratan en önemli hususlardan birisi toplumsal muhalefetin parçalanmış olması ve muhalif grupların diğer grupların mağduriyetini sahiplenmemesi veya görmezden gelmesidir. Kendi mahallesinden olmayanın mağduriyetini görmezden gelme tavrı iktidarın işini kolaylaştırıyor.
Örneğin Van Belediyesi’ne kayyım atanması hadisesinde bütün muhalefet halkla birlikte tepki gösterdiği için iktidar geri adım atmak zorunda kaldı. Yüzbinlerce insanı ilgilendiren Yalçınkaya davasını ise muhalefet maalesef bugüne kadar sahiplenmedi. ‘Herkesin CHP’sinden bugüne kadar bu davayla ilgili olarak bir ses duyulmadı. Bu haliyle ana muhalefetin ‘herkesin’ olduğu iddiası ne kadar tutarlı?
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***