MAHMUT AKPINAR | YORUM
Erdoğan’ın her yetikiyi, gücü şahsında toplandığı ‘Tek adam’ rejimi kurulduktan sonra Türkiye demokrasiden, hukuktan, insan haklarından, dolayısıyla demokratik bloktan uzaklaştı. Şu sıralar NATO “en güvenilmeyen müttefik!”, AB ise “göçmenleri tutan baraj ülke” olarak görüyor.
Türkiye’nin ‘batılılaşma’ çabası şartların zorladığı, 3 asırdır devam eden bir yolculuk. Bilimde teknolojide, ekonomide geri kalan, askeri alanda mağlubiyetler yaşayan Osmanlı imparatorluğu çözümü ‘batılılaşmakta’ buldu. Batılılaşmaya orduyu modernize etmekte başladı. Amacı yapılacak teknolojik, metodolojik, kurumsal vb. transferlerle medeni devletlerle aradaki gelişmişlik farkını kapatmaktı. Ne kadar başarılabildi, hayatın farklı alanlarına nasıl tatbik edildi ayrı bir tartışma konusu. Ama ‘batılılaşma’ Osmanlı’nın istediği süreçti.
Keza, Türkiye’nin NATO üyeliği de II. Dünya Savaşı sonrası Stalin’in Boğazları istemesi ve Türkiye’yi tehdit etmesi üzerine, konjonktürün zorladığı, yine Türkiye’nin istediği bir hedefti. Gladyo tarzı yapılanmaları, bazı kirli yöntemleri kullanması tartışılabilir ancak 1952’de NATO’ya girdikten sonra Türkiye herhangi bir işgal tehdidi almadı. Sovyet yayılmacılığından endişe duymadı. Kendi insiyatifi ile Kıbrıs’a müdahale hariç savaş ve güvenlik krizi yaşamadı.
Erdoğan otoriterleştikçe Batı bloğundan ve NATO’dan uzaklaşıyor. Çünkü her iki kulüp de üyelerinde hukukun üstünlüğü, insan hakları ve demokratik ilkelere uygunluk arıyor. Bu konularda üye ülkelere standartlar getiriyor, yaptırımlar uyguluyor. Oysa Çin ve Rusya, otoriter blok bu tür standartlar istemiyor. Otoriter liderler hesabına bu bloklara yaslanmak sigorta görevi görüyor.
Haziran 2006’da St. Petersburg Uluslararası Ekonomi Forumu’nda Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in bir araya gelmesiyle kurulan BRICS, 2010’da Güney Afrika’nın, bu yıl ise Mısır, Etiyopya, İran ve BAE’nin katılımıyla çok uluslu bir yapı haline geldi.
Türkiye’nin üyelik başvurusu değerlendirilecek
Erdoğan epeydir Rusya ve Çin ile iyi ilişkiler içinde. Bu ilişkileri Batı’dan gelecek eleştiri ve yaptırımlara şantaj unsuru olarak da kullanıyor. Türkiye’nin stratejik, coğrafi konumunu kullanıp, “Benim politikalarımı, uygulamalarımı eleştirirseniz Rusya ve Çin’e yaklaşırım, BRİCS’e üye olurum!” diyerek NATO’ya ve Batı’ya blöf yapıyor. Rus haber ajansı RIA Novosti’nin haberine göre Putin’in dış politika danışmanı Yuri Uşakov, “Türkiye tam üyelik için başvurdu. Bunu değerlendireceğiz.” dedi. BRICS Zirvesi, 22-24 Ekim’de Rusya’da Kazan kentinde yapılacak. Zirvede BRICS’in genişlemesi de ele alınacak.
Ankara, “BRİCS’e başvurmamız batıdan kopmak anlamına gelmiyor. Hem orada hem burada olup denge politikası izleyeceğiz. Zaten Batı’dan gereken ilgiyi, anlayışı göremiyoruz!”kabilinden söylemler geliştirse de, BRİCS’e üye olmak Batı’yla ilişkilerde ciddi hasar oluşturacaktır. Türkiye’nin NATO’dan çıkması veya BRİCS’e üye olması reaksiyoner ve anlık duygularla hareket edilecek, şantaj malzemesi yapılacak konular değil. Ciddi bir yön değişiminin işareti olan bu tür kararların enine boyuna, uzun erimli sonuçlarıyla birlikte değerlendirilmesi gerekir.
ABD’nin ve bazı Batılı ülkelerin Gazze’de İsrail yanlısı tutumları, iki yüzlü ve ilkesiz bazı politikaları nedeniyle elbette Batı’ya kızabiliriz, sert şekilde eleştirip protesto edebiliriz. Bunlar yanlışlara karşı çıkmanın gereğidir. Ancak tamamen istikamet ve ray değiştirme anlamına gelen kararlar güncel tepkilerle ve aceleye getirilerek alınmamalıdır. Konu bütün boyutlarıyla, kısa ve uzun erimli sonuçlarıyla değerlendirilmelidir.
Pireye kızıp, yorgan yakmak!
Buna, “Pireye kızıp yorgan yakmak!” deniyor. Yaşanılan bazı olaylar, olumsuzluklar nedeniyle yer yer iki yüzlülüklerine, ilkesizliklerine şahit olduğumuz, ama temelde demokratik, hukukun işlediği, insan haklarının, özgürlüklerin, mülkiyet hakkının olduğu, eksikliklerine rağmen kabul edilebilir olan demokratik batıya kızıp, devlet olarak otoriter, baskıcı bir bloğa yönelmek pireye kızıp yorgan yakmaktır. Bireysel anlamda, Gazze’de yaşanan zulme odaklanıp, otoriter rejimlerrin iç yüzünü görmemek, baskıcı rejimlerini, zulümlerini hafife almak ve global anlamda yükselişlerini arzu etmek resmin bütününü kaçırmak demektir.
Elbette batı medeniyetini eleştirmeliyiz, tepki vermeliyiz ancak Çin ve Rusya’nın bulunduğu otoriter bloğun dünyayı daha yaşanılmaz kılacağı, insanlık için felaketler getireceği açıktır. Bunun için Mao dönemi Çin’e ve Stalin dönemi SSCB’ye bakmak kafidir.
Denge denetim sisteminin olmadığı, kuvvetler ayrılığının, bağımsız yargının, özgür medyanın, ifade hürriyetinin olmadığı bir bloğun dünyada egemen olması çok daha fazla kanın akması, ölümlerin olması yanında, bunların ortaya çıkamaması, üstünün örtülmesi demektir. Mevcut Batı düzeninde zulümler, adaletsizlikler bağımsız medya ve yargı vasıtasıyla geç de olsa gün yüzüne çıkıyor ve hesabı soruluyor. Kapalı rejimler dünyayı domine ettiğinde milyonların ölümünü, yok edilmesini duyamayız bile. Yeryüzündeki pek çok zulüm, insan hakları ihlali haber dahi yapılamaz. Eleştiri getirenler yok edilir, bedelini kendisinin ve yakınlarının hayatıyla öder.
Türkiye üzerindeki NATO koruması kalkar!
Ayrıca Batı’dan kopmuş, Çin veya Rusya’ya yaklaşmış bir Türkiye daha bağımsız ve onurlu politikalar izleyen ülkeye dönüşmez. Çin veya Rusya’nın uydu devleti haline gelir. Rusya, Türkiye ile ilişkilerini SSCB’den kopan Orta Asya ülkeleri kıvamında ister. Çin ise Kuzey Kore tadında bir Türkiye arzu eder. Eğer AB süreci tamamen biter, NATO koruması kalkarsa hem Çin hem de Rusya Türkiye üzerinde vesayet kurmaya çalışır. Ekonomisi bozuk, toplumu bölünmüş, yönetimi kirlenmiş bir Türkiye buna hazır demektir. Bu korelasyonu SSCB döneminde demirperde ülkelerin ile SSCB arasındaki ilişkilerde gördük. Rusya’dan çok daha merkeziyetçi yapıya sahip, daha pragmatik ve ilkesiz Çin, geleceğin dünyasında bağımsız devletleri değil, Kuzey Kore tarzı uydu ülkeleri tercih edecektir. Söylemde farklı konuşsa da askeri ve ekonomik açıdan başat güç olduğunda bunu hoyratça yapmaktan çekinmeyecektir. Dünyaya “demokratik işleyişe müdahale etmeme” sözü verdiği halde Honkong’ta kısa sürede demokrasi ve hukuka dair herşeyi silip süpürdü.
Türkiye her iki kulübü birden idare edemez mi? Bir denge politikası izleyip pazarlık payını artıramaz mı?
Türkiye bunu ancak içte demokrasi ve hukuka sahip olduğu sürece yapabilir. Güçlü bir üretime, ekonomiye, iyi çalışan hukuk sistemine, toplumsal barışa sahipse yapabilir. ‘Tek adam’ rejimi yukarıdaki unsurlar açısından Türkiye’yi zayıf ve kırılgan hale getiriyor. Demokrasi ve hukuktan uzaklaşmış Türkiye zaten otoriter bloga mahkum demektir. NATO içinde ayağı sağlam basan, ekonomisi güçlü, adaleti işleyen, toplumsal barışını kurabilmiş bir Türkiye ise otoriter ülkelerin tehdidinden korunduğu gibi, konumu/coğrafyası gereği köprü olma potansiyeli kazanır. Vesayate girmeksizin Doğu ve Batı arasında onurlu bir arabulucu olabilir.
BRICS gevşek bir yapılanma olsa da Türkiye için bir yön gösteriyor. Hukuktan, demokrasiden uzaklaşan bir yön. Tek adamlar, kirli ve yozlaşmış yönetimler oldukça bu yön mecburi istikamete dönüşecek, NATO ve Batı’yla bağı koparmakla sonuçlanacaktır. Bu hal Kuzey Kore, Belarus olma noktasına kadar gidecektir. NATO’dan ve Batı’dan kopmuş Türkiye kendisini ayının (Rusya) kucağına, ejderhanın (Çin) ağzına atar ve korunmasız kalır. Türkler coğrafi, tarihi olarak bu iki büyük güçle beraber yaşamış ve hep çıkarları çatışmıştır. Mevcut Türkiye’nin bu güçlerle tek başına mücadele edecek, dengeli ilişkiler kuracak kapasitesi yoktur.
Vatandaşıyla barışık, demokratik, güçlü bir Türkiye hem Batı’yla hem Doğu’yla pazarlık yapabilir, köprü olabilir. Hatta hakemlik bile yapabilir. AB’den uzaklaşmak, NATO’dan çıkmak, demokratik blokla açı yapmak Türkiye’ye büyük otoriter güçlere uydu olmak dışında bir şey getirmez.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***