NURULLAH ALBAYRAK | YORUM
Türkiye’de ceza mahkemeleri, uzun süredir adalet dağıtan kurumlar olmaktan çıkmış, siyasi iktidarın çıkarlarını koruyan ve propaganda aracı haline gelmiştir. 13 ile 17 yaşlarındaki kız çocuklarının ‘terör’ suçlamasıyla yargılandığı ‘kız çocukları davası’ bu gerçeğin en acı örneklerinden biri olarak karşımızda durmaktadır. 23 Eylül’de İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan bu davada, somut eylemler yerine ‘ders çalışmak, iftar programı düzenlemek, bowling oynamak ve namaz kılmak’ gibi dini ve sosyal aktivitelerin ‘terör’ eylemi olarak kabul edildiği bir kez daha gözler önüne serildi.
AİHM, bir yargı organı özellikle yürütme organına karşı bağımsız ve tarafsız değilse, o organın ‘mahkeme’ sıfatını hak etmediğini vurgular. (Beaumartin v. France – Chevrol v. France). Dönemin Adalet Bakanı Müsteşar Yardımcısı, sonrasında Ankara Cumhuriyet Başsavcısı ve nihayetinde Yargıtay üyesi olan Yüksel Kocaman’ın şu açıklaması bu gerçeği gözler önüne sermektedir: “Yargıda Birlik Derneği, HSYK ve Adalet Bakanlığı birlikte hareket ederek, yürütme organı ile uyum içinde çalışmaktadır.”
Bu açıklamayı somut yargılamalarla birlikte değerlendirdiğimizde karşımızda, bağımsız mahkemeler değil iktidar için çalışan bir yargı mekanizması vardır.
Dönemin AKP’li Adalet Bakanı, Meclis’te, ‘bundan sonra özel yetkili mahkemeler kurulmayacağını, ağır cezalık suç işlediği iddiasıyla suçlanan herkesin doğal hâkim güvencesine uygun olarak herhangi bir Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanacağını’ söylerken, yalnızca bir yıl sonra ‘terör mahkemeleri’ adıyla yeni mahkemeler kuruldu.
Bu mahkemeler için atamalar yapılmadan 12 gün önce, ülke genelindeki ağır ceza mahkemelerinin başkan ve üyelerinin büyük çoğunluğu değiştirildi. Yerlerine ise yürütme organı ile uyum içinde HSYK tarafından yargıyla uyum içinde çalışacağına söz veren Yargıda Birlik Derneği üyeleri atanarak, mahkemeler yürütme organının kontrolüne bırakıldı. Bugün ‘terör mahkemesi’ olarak adlandırılan bu mahkemelerin mahkeme olmadıklarını görmek açısından bu gerçeği hatırlamak gerekiyor.
AKP’li belediyeden, hakimlik kürsüsüne!
Kız Çocukları Davası’nın görüldüğü İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Şenol Kartal, 2016 yılı sonuna kadar AKP’li Başakşehir Belediyesi’nde hukuk işleri müdürü olarak görev yapıyordu. Avukatlıktan hâkimliğe geçtikten sonra kısa bir süre taşra görevinde bulundu. Ardından İstanbul’a atandı. İstanbul’daki ilk görev yeri ise CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in ‘seyyar giyotin’ olarak nitelendirdiği Akın Gürlek’in başkanı olduğu 14. Ağır Ceza Mahkemesi üyeliği oldu. Aynı zamanda, Yargıda Birlik Derneği’nin 7738 numaralı üyesi olduğu biliniyor.
Bu davada çocuklara yöneltilen suçlamalar ise sosyal medya paylaşımlarından öğrendiğimiz kadarıyla trajikomik bir hal aldı. Bir araya gelip ders çalışmak, öğrenci evlerinde kalmak, iftar programı düzenlemek, bowling organize etmek gibi tamamen masum eylemler mahkeme salonunda ‘terör’ faaliyeti gibi sunuldu. Bir üniversite öğrencisinin, “Namaz kılmanın ileride terör suçlamasının delili olarak karşıma çıkacağını hiç düşünmemiştim.” sözleri, davadaki çarpıklığı ve yargılamanın gerçek amacını özetler nitelikteydi. Bu çocuklara yüklenen suçlamanın, ‘Anayasal düzeni yıkma amacıyla yeni bir terör örgütü yapılanması kurma’ olduğunu söylemek, yargılamanın sadece absürt değil, aynı zamanda bir yargısal felaket olduğunu açıkça göstermektedir.
Savcı, 16 yaşındaki kızı tehdit etmiş!
Duruşma 5 gün sürdü. İlk üç gün boyunca, terör suçlamasına maruz kalan kişilerin savunmaları alındı. Ayrıca, aralarda 14 ve 16 yaşlarındaki çocuklar ‘tanık’ olarak dinlendi. Son iki gün ise zanlıların avukatları savunmalarını yaptı. Zanlılar ifadelerinde, terörle ilişkilendirilebilecek hiçbir davranışlarının olmadığını, iddianamede suç olarak nitelendirilen eylemlerinin nasıl olup da terörle bağdaştırıldığını anlamadıklarını dile getirdiler.
Hakkında ‘terör’ suçlamasıyla soruşturma açılan ve tanık olarak dinlenen 16 yaşındaki kız çocuğuna, savcının, “Seni ailenden alır, çocuk esirgeme yurduna gönderirim!” şeklindeki tehdidi ve şantajı, mahkeme duvarlarında yankılandı.
41 kişinin yargılandığı ve 19 kişinin tutuklu bulunduğu davada, mahkeme 11 kişinin tahliyesine karar verdi. Ancak içlerinde kanser hastası bir annenin de bulunduğu 8 kişinin tutukluluğunun devamına hükmedildi.
Milletin vekili duruşma salonuna alınmadı!
Duruşmayı izlemek üzere gelen ve mahkemedeki usulsüzlükleri sosyal medya aracılığıyla duyuran milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, duruşmadan zorla çıkarıldı. ‘Yargılamaya yönelik sübjektif değerlendirmelerde bulunmak’ iddiasıyla terör propagandası yapmakla suçlandı.
Bu yargılama bir kez daha gösterdi ki, bu mahkemeler Saray’ın politik çıkarları doğrultusunda kararlar almakta ve topluma korku salma, muhalif sesleri bastırma aracı olarak kullanılmaktadır. Bu mahkemelerden adil bir yargı faaliyeti beklemek, hele de adalet beklemek mümkün değildir. Bu nedenle, bu mahkemelerde yargılananların mücadelesi sadece onların değil, adalet isteyen ve ülkenin mahkemelerinin bağımsız olmasını savunan herkesin mücadelesi olmalıdır.
Ne yazık ki, bu davada da yalnızca birkaç duyarlı kişi ve medya kuruluşu sesini yükseltti. Geri kalanlar ise, iktidarın zulmünü meşrulaştıran sessizlikleriyle bu adaletsizliğe göz yumdular.
Unutulmaması gereken bir gerçek var: Bugün kız çocukları yargılanıyor olabilir, ancak yarın bu keyfi yargılamalar başka kişileri, grupları ve yapıları hedef alacaktır. Bu gerçeği bizzat yaşamadan öğrenmek istemeyen herkes, bu çocukların yaşadığı haksızlıklara karşı sessiz kalmamalıdır.
Adaletin yok olmasına sessiz kalanlar, kötülüğe ortak olurlar…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***