Kaya GENÇ
Çeviren: Gencer ÇAKIR
Levan Akın’ın dokunaklı, duygulu yeni filmi Geçiş (Crossing), ailesinin memleketi Gürcü şehri Batum’da başlıyor, kısa süre sonra da, bir karakterin daha sonra söylediği gibi, “insanların kaybolmak için geldikleri bir yer” olan İstanbul’a uzanıyor. Önyargı ve ataerkillik bu iki kardeş şehri baskı altında tutmaktadır. Batum’da Achi (Lucas Kankava), tren rayları ile deniz arasındaki köhne bir evde, televizyondaki bir talk show’un sesiyle uyanır. Uyuduğu kanepenin üzerindeki pencere, huzursuz genç için bir kaçış yolu ima eden Karadeniz’i kadrajına alıyor.
Eski bir öğretmen olan Lia (Mzia Arabuli), cinsiyet değişikliği sonrasında ailesi tarafından dışlanan kayıp yeğeni Tekla’yı aramaya geldiğinde, Achi’nin öfkeli erkek kardeşi aralarındaki “fahişeler” ve “soysuzlar”dan şikâyet eder. Civarda yaşadığı kulübeden çıkarılan Tekla’nın şimdi İstanbul’da olduğu söylenmektedir. Lia için yeğenini bulmak bir tür kefaret, kız kardeşinin son arzusunun yerine getirilmesi anlamına gelmektedir. Kardeşinin evinden kaçmak ve belki de annesini bulmak için bir fırsat gören Achi, bu yolculuğa kendisini de davet eder. İstanbul kollarını açarak bu iki figürü kucaklayacaktır: görmüş geçirmiş bir kadın ve onun genç yardımcısı.
Yönetmen, Lia ve Achi’nin İstanbul maceralarını biraz egzotizmle anlatıyor. Yedi Tepeli Şehir’i ilk kez geniş, çirkin bir otoyol köprüsünden geçen bir otobüsün içinden görüyoruz. Akın, şükürler olsun ki, her yerde karşımıza çıkan drone çekimlerine yer vermiyor ve şehrin tarihi harikalarına -efsanevi saraylar ve hamamlar- neyse ki hiç dokunulmuyor. Bir İstanbul vapurunda yapılan mükemmel, kesintisiz bir gimbal çekimi, kalabalığın yoğun olduğu bir saatte, bu gemilerden birine adım atma hissini aslına sadık bir şekilde veriyor. Dışarıda kendinize bir yer bulduğunuzda her şey unutulur ve tarihi yarımadadaki çeşitli yalıların, Topkapı Sarayı’nın ve Ayasofya’nın siluetlerine karşı yiyecek arayan aç martıların görüntülerini ve seslerini alarak kıtalararası geçişin tadını çıkarabilirsiniz. Bu geçiş mekânı -Boğaz’daki vapur- filmde yinelenen bir mekân olacak.
Geçiş’in üçüncü kahramanı Evrim’le (Deniz Dumanlı) aynı vapurun açık hava üst güvertesinde sigara içerken tanışıyoruz. Aktivist avukat, 2006 yılında Türkiye’deki transları savunmak için kurulmuş bir LGBTQI+ dayanışma örgütü olan Pembe Hayat’ta çalışıyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın (Mustafa Kemal Atatürk’ün laik ve Avrupalılaşmış Türkiye’sine karşı kurulan) “Yeni Türkiye”sinde LGBTQI+ bireyler kenara itilmiş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan cinsiyet uyumsuzluğunu bir sapkınlık olarak görüyor; yakın zamanda LGBTQI+ “hareketlerinin” partisinin saflarına “sızmasına” asla izin vermeyeceğine dair söz verdi.
Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olduğu 2014 yılından itibaren hükümet tüm Onur Etkinliklerini yasakladı; 2016 yılına gelindiğinde ise Türkiye’de trans bireyler diğer Avrupa ülkelerinden daha yüksek bir oranda öldürülüyordu. Polis memurları Evrim’i taciz ettiklerinde (“Diplomanı sirkten mi aldın?” diye soruyor biri), bu zehirli söylemden güç alıyorlar. Evrim, kadın olduğunu teyit eden resmi bir belge alırken kendisini aşağılamaya yönelik benzer yorumlarla karşılaşıyor: Bir doktor “Daha önce hiç seks işçiliği yaptınız mı?” diye soruyor. Geçiş’in başında hatırlatıldığı gibi, Gürcüce ve Türkçe dilbilgisi açısından cinsiyet ayrımı yapmayan diller olabilir, ancak cinsiyet önyargıları her iki kültürde de derin köklere sahiptir.
Akın, İstanbul’un trans topluluklarının dilini doğru kullanıyor ve Geçiş şehri egzotikleştirmeyi reddediyor. Filmin trans karakterlerden oluşan oyuncu kadrosu, Osmanlı döneminden beri kullanılan bir Türk argosu olan Lubunca’ya ait “koli” (tek gecelik ilişki veya seks partneri) gibi kelimeleri kullanarak Türk kültüründeki zengin bir cinsiyet uyumsuzluğu geleneğini somutlaştırıyor. Bu kelimeler 17. ve 18. yüzyıllarda kadınsı kıyafetler giymiş erkek dansçılar olan “köçekler” ve hamamların genç erkek görevlileri olan “tellaklar” gibi köleleştirilmiş seks işçileri arasında konuşulmuş olabilir. Gizli bir dil konuşmak, topluluğu milliyetçilerin ve İslamcıların gündelik şiddetinden yalıtmaya yardımcı olarak onlara görece bir gizlilik ve mahremiyet sağlıyor.
Çok sesli bir film olan Geçiş, şüphesiz Akın’ın Tiflis ve Batum’daki LGBTQI+ topluluklarının kötü durumunu tutkulu bir şekilde tasvir etmesiyle yüreğimi burkan Ve Sonra Dans Ettik (2019) filmine eşlik eden bir parça. Film, vapur sahnesinde tanıtılan iki sokak çocuğunun anlatı boyunca yeniden ortaya çıkması, vapurlarda ve sokaklarda saz çalması, kâğıt toplayıcısı ve şehir rehberi olarak çalışması gibi çeşitli karakterlerin hikâyelerini ustalıkla iç içe geçiriyor. Hüzünlü şarkılarla seyirciyi büyülerken, Lia ve Achi’ye Tekla’yı aradıkları apartmanların yerini bulmalarında yardımcı oluyorlar. Türkiye’nin ezilenlerini temsil eden bu genç ikili, yoksullarını yüzüstü bırakan rejimlerin evrensel birer sembolüdür. Bu çocuklar bana Vittorio de Sica’nın savaş sonrası neorealist filmlerinden, özellikle de ekonomik yıkım hikâyelerini çocukların gözünden anlatan Shoeshine (1946) filminden figürleri hatırlatıyor.
Orhan Pamuk İstanbul’u “hüzün” kavramıyla hafızalara kazımıştı; Geçiş’in şehre dair tasviri de aynı melankoliyle bezenmiş. Akın’ın filmi simit ve kestane satıcıları, ayakkabı boyacıları ve namaz kılan Müslümanlarla dolup taşıyor. Bu insanlar Lia ve Achi’nin arayışında sadece arka planda kalmıyor; aksine, kendileri ve alışkanlıkları ön plana çıkıyor ve onları dönüştürüyor, onlara sevilen birini, cinsel kimliği ya da hayatın anlamını aramanın da benzer şekilde dönüştürücü olduğunu hatırlatıyorlar.
Akın, başka bir yerde, İstanbul’un bohem bölgesi Cihangir’i sevgiyle filme alıyor; rengârenk boyalı merdivenleri, 19. yüzyıldan kalma evleri, ağır kapıları ve kalabalık kedi nüfusuyla—mahallenin “kedi cumhuriyeti” olarak anılmasının bir nedeni olduğunu hatırlatan bir sahne. İş çıkışı İstanbul, müzik ve gürültünün, partiler ve gezintinin canlı bir kesişimi. Bir sahnede, kaldıkları pansiyonda çalışan Çerkes Özge, Achi’yi bir eşcinsel partisine götürüyor. Sabah, arka planda Sezen Aksu’nun hüzünlü bir şarkısı çalarken cevizli baklavayı mideye indiriyor. Bu deneyim benim için olduğu gibi birçok Cihangir sakini için de tanıdık gelecektir.
Tekla’yı arayış sürecinde yönetmen İstanbul’daki transların evlerine ve ev yaşamlarına belgesel tadında bakışlar sunuyor. Lia’ya yardım etmek için ellerinden geleni yaparlarken hüzünlü bir kadın, keşke kendi akrabaları Tekla’yı aramaya gelseydi diye iç geçiriyor. Diğerleri ise evlerinden sağ kurtuldukları için kendilerini şanslı hissediyorlar. Türkiye’de translara yönelik şiddet film boyunca gözler önüne seriliyor: Bir trans kızın, babası tarafından “utanç” yüzünden vurularak öldürüldüğünü öğreniyoruz. Ancak iyimserliğe de yer var. Oryantalist, heteronormatif klişeler Evrim’in şoför ve öğretmen adayı Ömer’le ilişkisine müdahale etmiyor ve Akın onların tutkulu sevişmelerini şefkat ve neşeyle aktarıyor.
Lia ve Achi ayrı düştüklerinde, İstanbul onları tekrar bir araya getiriyor. Şehirde bir gün geçirmek, Galata Köprüsü’nden geçmek ve sonunda Achi’yi kaldırımda oturup bir kediyle oynarken bulmak Lia’nın içinde bir şeyleri harekete geçirir ve ona akşam yemeği teklif eder. O gece tanıştıkları Gürcü Ramaz, İstanbul’un bir göçmen merkezi olduğunu vurgular. Resmi rakamlara göre, Türkiye’nin en büyük şehrinde bir milyondan fazla yabancı yaşıyor, ancak göçmen karşıtı politikacılar yükselişte ve Erdoğan hükümetinin trans toplulukları hedef almak için kullandığı dile benzer retorik ifadeler kullanıyorlar; göçmenleri Türkiye’nin kamu sağlığını ve ulusal güvenliğini zayıflatmak için titizlikle tasarlanmış bir Batı komplosunun parçası olarak sunuyorlar.
Bu yaz İstanbul’un kavurucu sıcağında Geçiş‘i tekrar izlediğimde, Tekla ve Evrim’in Lia için gençliğinin gerçekleşmemiş potansiyelini nasıl sembolize ettiğini fark ettim. Bir gece Ramaz’la soğuk, buğulu rakı kadehlerini yudumlayan, sokakta insanlarla dans eden ve kıpkırmızı ruj süren Lia, umutsuz arayışıyla özgürleşiyor. Sadece yemek için değil, aynı zamanda dönüşüm için de sürekli açlıkla tanımlanan Achi de bir nevi olgunlaşıyor. Akın’ın kamerasında Achi Serseri Aşıklar (1960) filmindeki genç ve güzel Jean-Paul Belmondo’yu andırıyor. Annesinin Türkiye’ye çalışmak için gelip nasıl bir daha geri dönmediğini düşünen Achi’yi izlerken, insanların kaybolmak için geldiği İstanbul’un aynı zamanda pek çok kişinin kendini bulduğu yer olduğu gerçeği aklıma geldi.
Kaya Genç kimdir?
Roman yazarı ve gazeteci, yazarın son kitabı Aslan ve Bülbül: Modern Türkiye’de Bir Yolculuk adını taşıyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***