Can ÖKTEMER
Hayatta kat ettiğimiz mesafe artıkça yaşam üzerine düşüncelerimiz de yoğunlaşıyor sanırım. Tüm bu zamanın uğultusu ne anlama geliyor? Sonsuz yaşama sahip olmak nasıl bir duygudur? Sadece yaşamın belirsizliğinden korkanlar mı sonsuz hayat için şeytanın kontratına imza atarlar. Her daim arzularının peşinde koşup, bir sonraki gün güneşin nasıl doğacağını görmek için en yüksek tepeye çıkıp beklemeyenler mi sonsuz hayatı hak eder? Şans nedir? Kimler şanslı doğar? Kimler kaderin cilvesine takılır? Tüm bu tuhaflıklara yanıtımız nedir? Bilinmez. Hayat çoğu zaman cevapsız soruların toplamıdır zaten.
David Gilmour’un geçtiğimiz günlerde yayınlanan son albümü “Luck and Strange” müziğini tam da bu sorular üzerinden inşa eden bir albüm. 2015 yılında yayınlanan “Rattle That Rock”ta John Milton’un kült eseri “Paradise Lost”tan ilham alan insanoğlunun ahvalini anlatıyordu ve eski dostlara bir vedaydı. “Luck and Strange”de ise David Gilmour ve sözlerinin önemli bir kısmını yazan Polly Samson albüm boyunca bizi hayat, zaman üzerine epik bir yolculuğa çıkarıyor.
Charlie Andrews prodüktörlüğünde hazırlanan “Luck and Strange”, Gilmour’un geçmişte kaydettiği parçalardan ve son yıllarda yazdığı şarkılardan oluşuyor. Albüm fikri pandemi sırasında gelmiş. Elde biriken malzemeden neler yapılabileceğini üzerine düşünmüşler.
“Luck and Strange”in sound olarak çok parçalı bir yapıya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Pink Floyd dönemine selam duran synthli geçişler, uzun gitar soloları ve onlara eşlik blues, funk karışımlı müzikal atmosferle usta işi bir gitarist albümü olmuş bana kalırsa. Orkestra ise tam bir Gilmour Ailesi LTD.ŞTİ olmuş. Bir çok parçada Gilmour’un kızı Romain Gilmour, David Gilmour’a eşlik ediyor, sözlerde ise Gilmour’un eşi Polly Samson ve oğlu Charlie Gilmour’un izleri var. Gilmour albüm boyunca bilindik siyah gitarının haricinde ukulele ve cümbüş çalıyor. Instagram’daki sayfasında Türkiye’den satın aldığı cümbüşün hikâyesi de var. Bunun haricinde parçalara derinlik katan yaylılar da karşımıza çıkıyor. Rick Wright hayattayken yaptıkları doğaçlama kayıtlardan oluşan parçalar da yine “Luck and Strange”in en özel kısımlardan.
TUHAF ZAMANLARDA DOĞAN ‘ŞANŞLI’ KUŞAĞIN HİKÂYESİ
“Luck and Strange”, “Black Cat” isimli enstrümantal bir parçayla açılıyor. Gölgesi duvarda büyümüş ağır adımlarla yaklaşan bir kara kedi. Gelen kara kedi şans mı? Uğursuzluk mu? Gilmour, huzur verici bir blues solosuyla yanıtı veriyor. Kediler uğursuzluk getirmez. Albümün ikinci parçası “Luck and Strange”.
Parça adını iki dünya harbi sonrasında doğan “Baby Boomers” kuşağından alıyor. Savaşın, yıkımın sona erdiği kapitalist “refahın” iyiden iyiye yükseldiği tuhaf zamanların şanslı kuşağının hikâyesi.
Parça Rick Right ve David Gilmour’un 20 yıl önce yaptıkları doğaçlamalarda ortaya çıkmış. Progressive ruhu, bluesla flört eden gitar yürüyüşleri ve Rick Wright’ın estetik synthleri… Gilmour ve Rick Wright’ın uyumu ise her zaman olduğu gibi muazzam. Gilmour, karanlığa hapsolmuş çağlarda altın çağ olamayacağını söyleyip “asla bulamayacağınız şeyleri aramak, boşa yaşanmış bir hayattır” diyor kısaca. Şans yanılsama, doğru zamanda doğru yerde doğmak kötü bir aldatmaca…
Hareketli bir ukelele riffiyle başlayıp, sağlam bir gitar solosuyla sona eren “The Piper’s Call” ise sonsuz yaşamın peşinde bir faust hikâyesi. Düzenlemesi, temposuyla ve Gilmouresk bir gitar solosuyla albümün en iyi parçası bana kalırsa. Single Park, beklenmedik bir yerden Akdeniz rüzgarı, uçuşan örtüler ve sonsuzluğa uzanan bir deniz manzarası kıvamında, yaz rehavetinde… “Between Two Points” ise David Gilmour’un The Montgolfier grubunun 1990’lı yıllarda çıkardığı aynı adlı parçadan coverlanmış. Mikrofunun başında Romain Gilmour var. Romain aynı zamanda bu parçada arp çalıyor. Parçanın melankolisi, giderek ağırlaşan sözleriyle sanki David Gilmour’un paralel evrende yazdığı bir parça gibi duruyor. Orijinal kayıtla Gilmour’un versiyonu ayıran ise Gilmour’un parçayla aynı hissiyat üzerinden ilerleyen melankolik solosu.
“Dark and Velvet Nights” ise Pink Floyd’un kayıp tarihinde çıkıp gelmiş duran ama bir şekilde kendi anını ve biricikliğini yaratabilmiş David Gilmour külliyatının en farklı parçalarından biri. “Luck and Strange”in kayıt sürecinde yenilikçi ve ileriye doğru bakan bir bakış arayan Gilmour, “Dark and Velvet Nights”ta bunu başarmış görünüyor. Ritmik bir riff üzerine kurulan şık birp progressive parça. David Gilmour’un cümbüş çaldığı “Signs” yine albümün en iyilerinden. Akdeniz esintisi burada da devam ediyor. Parçanın sonunda ise Gilmour’un oğlunun “Hadi söyle baba” diyen sesini duyuyoruz.
İzin verirseniz şimdi iddialı konuşmak istiyorum; Scattered, son 10 yılda yazılmış en iyi rock parçası olabilir. Rich Wright’ın “Echoes”taki synthleri hatırlatan yürüyüşleri, ona eşlik eden yaylılar ve David Gilmour’un tüm varlığıyla attığı solo… Geçmiş ve gelecek. Yarıda kalan öyküler. Hep sabit kalınmak istenen her defasında kül olan o fotoğraf… Şimdi uzaklarda olan insanı zamanı unutturanlar… Scarttered için ne yazılsa az.
Günümüz dünyasının tek şarkılık, aceleci müzik anlayışını kontraya cikaran son derece zarif bir albümle karışmıza gelmis Gilmour. Faust göndermeli, hayat, zaman diyalektigini didikleyen bir teması var Luck and Strange’in. Şans, doğru yerde doğru zamanda doğma hissiyatinin pesine düşmüş aynı zamanda. Ez cümle böyle işler artık yapılmıyor ve yapılmayacak sanırım. Zerafet, incelik ve yetenek giderek başka bir çağın parçası gibi görünüyor. David Gilmour, başka bir dünyadan seslenip, kelimelerin anlamının yittiği bir zamanda gitarıyla harika hikâyeler anlatmaya devam ediyor. Umarım anlatmaya da devam eder. Luck and Strange bizlere başka bir zaman seslenen usta işi zarif bir albüm.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***