PROF. DR. M. EFE ÇAMAN | YORUM
Bolu Beyi’nin hikâyesini bilmeyen yoktur. Güçlü Bolu Beyi, beyliğinin sınırları içerisinde herkese zulmetmektedir. Eziyet ettiklerinden biri de seyisi Yusuf’tur. Seyis Yusuf işinin ehli, at işini herkesten daha iyi bilen bir ustadır. Bolu Beyi’nin tüm atları, seçiminden nallamaya, kaşağısından beslenmeye, Yusuf’a emanettir.
Yusuf Bolu Beyi’ne yörenin en değerli atlarını kazandırır, çalışkanlığı ve sadakatiyle de isim yapar. Birgün Bolu Beyi Yusuf’tan kendisine yeni bir tay almasını ister. Yusuf bunun üzerine tüm Bolu ve civar çiftliklerini, köylerini, hatta daha uzaklardaki komşu beylikleri gezer, en sonunda bir tayda karar kılar.
Seçtiği ak taya parasını verir, Bolu Beyi’nin sarayının yolunu tutar. Ak tay sıska mı sıska, çelimsiz, zayıf, bakımsız bir hayvancağızdır; ama Yusuf dış görünüşün aldatıcı olduğunu bilecek kadar tecrübelidir. Ona göre ak tay hiç kimsenin fark edemediği gizli bir hazinedir. Yusuf ak taya inanmıştır. Onun kemik yapısı, yeleleri, uzun ince kasları, dik kulakları, kocaman gözleri, asil yürüyüşü ve diğer özellikleri, ileride dört dörtlük bir at olacağını, rüzgârdan hızlı ve akıllı bir ata dönüşeceğini göstermektedir.
Yusuf, ‘Kırat’ adını verdiği çelimsiz ve bakımsız ak tayı Bolu Beyi’nin görkemli sarayının büyük avlu kapısından tam içeri sokarken, karşısına Bolu Beyi çıkar. Burnu havada Kırat’ı şöyle bir süzer, “Bu ne!” der. Yusuf Kırat’ı satın aldığını, onun ileride Bolu’nun en hızlı ve güzel atı olacağını söyler. Bolu Beyi öfkeden deliye döner ve Yusuf’un gözlerine mil çektirilmesi emrini verir. Yusuf, “Beyim sabredin, bana güvenin!” dese de Bolu Beyi kararından dönmez. “Uyuz bir atla iyi bir tayın farkını göremeyen bir seyise göz lazım değildir! Atını da verin onu köyüne yollayın!” der ve çekip gider.
Yusuf’un gözlerine mil çekilir, Yusuf kör olur. Kırat’ın üzerine bindirilir ve saraydan kovulur.
Yusuf köyüne geri döner, karısı ve genç oğlu onu kanlı gözleriyle görünce ağlarlar, ona sarılırlar. Genç oğlan o günden sonra Kırat’ın bakımını üstlenir ve babası ne derse onu yapar. Babasından at işinin her ayrıntısını öğrenir. Babasının talimatı doğrultusunda ahırın tüm pencerelerini hiç ışık girmeyecek şekilde kapatır, Kırat’ı oraya yerleştirir ve onu en taze ve güzel yemlerle besler.
Gerekli süre tamamlandıktan sonra Yusuf oğluna tarlayı cılk çamur olana kadar sulamasını söyler. Oğlan bunu yaptıktan sonra da “Şimdi çıkar Kırat’ı ve sür tarlaya!” der. Bir süre dörtnala sürülen Kırat durunca Yusuf elleriyle onun bacaklarını tek tek yoklar, bir bacağında çamur ıslaklığı hissedince “Olmamış, bir hafta daha ahırda tut ve besle!” talimatını verir.
Aradan bir hafta geçtikten sonra yine tarlayı cılk çamur olana dek sulatır ve atı yine koşturur. Yine bacaklarından birinde bir miktar çamur tespit eder ve aynı prosedürü yineletir. Üçüncü denemede oğlan Kırat’ı son sürat koşturur ve Yusuf bu kez atın bacaklarında hiç çamur olmadığını fark eder. “Oldu evlat. Artık hazırdır!” der. O zamandan sonra artık herkesin “Köroğlu” diye hitap ettiği Yusuf’un yağız oğlu ve görkemli Kırat ayrılmaz iki arkadaş olurlar.
Bu ikili zalim Bolu Beyi’nin beyliğini de sarayını da başına yıkmak üzere ant içer ve Çamlıbel’e çıkarlar. Köroğlu, Kırat ve Köroğlu’nun can dostu Ayvaz, kendilerine katılan ve lanet Bolu Beyi’nin zulmüne son vermeye kendileri gibi ant içmiş yiğitleri de toplarlar, direnişe başlarlar.
Benden selam olsun, Bolu Beyi’ne!
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır!
Ok gıcırtısından gürün sesinden,
Dağlar seda verip seslenmelidir!
Köroğlu döner mi kendi şanından!
Çoğunu çoğunu er meydanından!
Kırat köpüğünden düşman kanından,
Çevre dolup şalvar ıslanmalıdır!
Sarayları yapanlar sarayların şanından büyülenir, akça ve kolluklarının gücünden kuvvetinden böbürlenir, halkına eziyet eder! Hatta yaptıkları adaletsiz ve yargıçsız mahkeme binalarına adalet sarayı der, dünyanın en büyük “adalet sarayını” yapmakla övünürler, bunun içerideki yüz binlerce masum mağdurun inleme seslerini bastırabileceğini sanırlar.
Onlar zannederler ki Bolu Beyi de yiğit Köroğlu’yla Kırat masallardadır. Bolu Beyi de o hikâyelerdeki kötü adamdır. Onlar sanırlar ki zulüm arttıkça güçleri de o kadar artar, iktidarlarının ömrü uzar. Bilmezler ki etraflarında suskun Köroğlular ve sıska Kıratlar vardır. Sessizlikleri insanın kulaklarını sağır eder, ama aynaya baktıklarında kendi azametlerini gören kifayetsiz muhterisler bunu zafiyet addeder, ne oldum derler! Oysa o sessizliğin çığlıkları onların kulaklarına bir Türkü fısıldamaktadır:
“Benden selam olsun Bolu Beyi’ne! Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır!”
Temennileri ezilenlerin, ne küfür ve bir hayıflanma. Derler ki her daim, “Zulmün artsın ki sonun da çabuk gelsin Bolu Beyi!”
Bolu Beyleri hiç yalnız olmaz. Yanlarından kölelerini, yalakalarını, paralı askerlerini hiç ayırmaz. Zannederler ki güçle ve parayla sadakat de satın alırlar. Düşünmezler ki bugünlerin yarınları da vardır ve zaman geriye çevrilmez. Anlamadıkları, sonlarının yaklaşan ayak sesleridir. Adalet Sarayı yaparak adalet olmayacağını anlamadıkları gibi, azametlerinin de aynadaki bir akisten ibaret olduğunu bilmezler. Aymazlıkları ve kendilerine aşırı güvenleri Köroğlu ve Kıratların avantajıdır. Bu hikâyelerde kötülere mutlu son olmaz. İyiler daima kazanır.
Bugünlerin yarınları da olduğuna dair umut, Köroğlu’nu ve onun gibi olanları ayakta tutar. O gün geldiğinde olacakları görmek umudu onları yaşama bağlar. Bu dünyada adalet isteği, onların adaleti öte dünyaya ertelemelerine engel olur. Babalarının gözlerindeki milin acısı, onları hayali adalet beklentilerinden uzak tutar, gerçeklere sabitler. Çavuşesku’ların, Kaddafi’lerin, Saddam’ların, Nemrut’ların, Hitler’lerin, Mussolini’lerin de sonu Bolu Beyi gibidir. Zaman ne kadar uzun olursa olsun, o zalimlerin sonları adaletsiz adalet saraylarının yankılı koridorlarında biter. Kalabalıklarda yalnız olduklarını o gün anlarlar. Son tövbeleri ve pişmanlıkları fayda etmez. Akan suyun karşında bendin tutmaması gibi, o sözleri de boşlukla sağır kulakları teğet geçer; artık onların söylediklerinin bir hükmü veya önemi kalmamıştır. Ah, o gün ne muhteşem bir gündür!
Bolu Beyi, Yusuf’un gözlerine mil çektirirken esasında Köroğlu ve Kırat’ın kaderini de, kendi kaderini de belirlemiştir. O fermanın altında Yusuf’un gözlerinden akan kan damlaları vardır. Bugün Türkiye’nin her hapishanesindeki bir bebek, bir çocuk, bir hamile, bir kanserli, bir MS hastası ya da başka bir gariban, birer Yusuf’tur ve o Yusufların bir Bolu Beyi olduğu kadar, her birinin birkaç Köroğlu’su da vardır.
Onlara zulmeden mağrur, kendini firavun, Nemrut veya halife de zannetse, eninde sonunda bir Bolu Beyi’dir ve Bolu Beyi gibi, onu da azameti, şatafatı, gücü, parası ve sahte şanı kurtaramayacaktır. Çünkü her masal kötüleri anlatsa da, kötüler kötülükleri bitince masalları sona erer. Kötüler için mutlu son yoktur.
Masal Bolu Beyi’nin masalıdır. Çünkü Köroğlu’nu yaratan odur. Zulmüyle kendi ve avanelerinin kaderini tayin eden de Bolu Beyi’nin kendisidir. O masalda herkes potansiyel bir Köroğlu, potansiyel bir Kırat’tır. Zulmü arttıkça sonunun yaklaşması da bundandır. O Bolu Beyi masalında daha ne kerametler, anlayabilenlere dersler vardır!
“Benden selam söyle Bolu Beyi’ne! Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır!”
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***