Gizem YILMAZ
6-7 Eylül 1955’te yaşanan pogromun üzerinden 69 yıl geçti. O iki günde yaşananları aktarmak, yüzleşmek için birçok film çekildi, kitaplar yazıldı. Yaşanan vahşet belgesellere konu oldu. Dönem dönem 6-7 Eylül dosyası tekrar açıldı, yaşananlarla yüzleşme sözleri verildi. Ancak katliamlarla dolu Cumhuriyet tarihinin en karanlık olaylarından biri olan 6-7 Eylül Pogromu’nun arkasındakiler asla aydınlatılmadı.
O iki gün yaşanan vahşetin bilançosunu hepimiz resmi kaynaklardan gördük. Yaşanan vahşeti anlatan, yağmalanan Hristiyan dükkanları, darp edilen, öldürülen insan görüntüleriyle dolu onlarca fotoğraf karesi de tarih belgeleri arasında yerlerini aldı. Ancak tüm bunların dışında kadın bedeni üzerinden fotoğraflanamayacak kadar korkunç kareler de mevcuttu. Sadece Balıklı Hastanesi’nde 60 Hristiyan kadın tedavi görmüştü.
SES ÇIKARAMAYANLAR
Bunlar resmiyette geçen rakamlar, peki ya ses çıkaramayan kadınlar?
Peki ya çocuklar?
Döneme ait çarpıcı karelerin sahibi Patrikhane fotoğrafçısı Kalumenos’un söylemiyle 200 Rum kadın ve çocuğa tecavüz ve işkence edildi. Farklı kaynaklara baktığımızda cinsel şiddete maruz kalan kadınların sayısının 400’ü bulduğu söyleniyor. Ancak korku ve utançla susan, susmak zorunda bırakılan kadınları düşündüğümüzde bu rakamların bir anlamı kalmıyor.
Evlerde tecavüze maruz kalan kadınlar sonradan Yunan Konsolosluğu’nu durumdan haberdar etti. Ancak Yunan polisi devreye girdiğinde kadınların çoğu ya susuyor ya da durumu reddediyordu.
O dönem doktor olan Yorgos Adasoğlu (6-7 Eylül Olayları kitabında Dilek Güven’e anlatısından) susan kadınlarla alakalı Yunan polisiyle arasında geçen diyaloğu aktarıyor; Adasoğlu polise evli olup olmadığını soruyor. Evli olduğuna dair aldığı cevaptan sonra kurulan cümle aslında durumun özeti niteliğinde: 500 kişi senin eşini ya da kızını taciz etse nasıl anlatırdın?
KADIN BEDENİ ÜZERİNDEKİ MİLLİYETÇİ VE DİNSEL TAHAKKÜM
Savaşlarda, soykırımlarda, sürgünlerde yaşanan benzer taciz, tecavüz olaylarını salt erkeğin haz alma aracı olarak mağdur kadınların bedenlerine saldırması olarak nitelendirmek mümkün değil. Aslında burada verilen kadın bedeni üzerinden bir iktidar mücadelesi. Erkekleri savaşlarda kadınlara tecavüzü, bedenlerini sokak ortasında teşhir etmesi adeta bir savaş silahı haline dönüştü.
Hamas tarafından katledilen İsrailli Shani Louk bedeninin kamyonetin arkasında dolaştırıldığı video örgütün sosyal medya propogandasına dönüştü. Look’un bedenine yönelik yapılan saldırıyla çıplak bedeni askerlerce teşhir edilen Ekin Wan’ın bedenine yönelik saldırının da birbirinden hiçbir farkı yok tıpkı 6-7 Eylül pogromunda isimlerini dahi bilmediğimiz tecavüze uğrayan onlarca kadın gibi.
Erkek devletler, işledikleri suçları karşı tarafın yaptıklarına karşılık sayar ve büyük bir kesimin de zihninde meşrulaştırır. Toplumsal olarak tarihsel bir yüzleşme yaşamamış halklar için de yapılan zulmü meşru görmek hiç de zor olmaz.
Evet fiilen kadın bedeni yağmalanmaktadır ancak savaşın kadın bedeni üzerindeki vahşi yüzünü düşündüğümüzde, düşmanın asıl hedefi kadınların ait oldukları topluma, inanca, kimliğe saldırmaktır. Erkekler kadın bedeni üzerinde yeri gelir Türklüğünü ispatlar yeri gelir Müslümanlığını. 6-7 Eylül 1955 Pogromu’nda kiliselerde yaşanan tecavüz örnekleri de bu durumun birebir kanıtı niteliğinde, amaç Müslüman Türklüğü kanıtlamak.
Cumhuriyet tarihindeki katliamlarla toplumsal yüzleşme sağlanmadığı sürece kadın bedeni üzerindeki iktidar mücadelesi de bitmeyecek.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***