M. NEDİM HAZAR | YORUM
Araya giren güncel yorumları aşmayı başardık. “Yeni Faz” kavramlarından Rönesans’ı ele almaya devam edeceğiz.
Bunu yaparken çok önemli bir söyleşiye uzanacak ve Fethullah Gülen ile Nevval Sevindi’nin kıymetini yıllar sonra kavradığım nehir söyleşisine odaklanmaya devam edeceğiz. Meraklısı için not düşelim: Nevval Sevindi, ABD’de Fethullah Gülen’le ilk defa röportaj yapan gazeteci olarak tarihe geçti. 20 Temmuz 1997’de Yeni Yüzyıl Gazetesi’nde yayınlanmaya başlayan röportaj 10 bölüm halinde 29 Temmuz 1997 tarihine kadar sürdü. Röportaj daha sonra 30 Eylül 1997’de kitaplaştırıldı. Eser Sabah Kitapları’nın (O dönem havuz şeysi değildi henüz) “Türkiye’den Dizisi”nin ilk kitabı olan “Fethullah Gülen’le New York Sohbeti” kitabı 40.000′ den fazla satarak 1997’nin en çok satan kitabı oldu.
Sevindi kitabın önsözünde adeta bugünleri hissetmişçesine çok enteresan bir noktaya da değinmişti:
“Türkiye’de ilk kez bir gazeteciden çok sosyal bilimci bir yaklaşımla değerlendirilen Fethullah Gülen portresi toplum tarafından ne kadar ilgi ile karşılandıysa da ideolojik taraflar hiç iyi gözle bakmadılar. Bundan dolayı daha sonra birçok saldırıya ve iftiraya uğradım. Bana bu denli kızılmasının nedeni ne olabilirdi?
Varlık nedenleri ve konumları ayrılık, düşmanlık üzerine yapılandırılmış herkes ideolojisiz bir bakıştan rahatsız olmuştu. İslâmî bir liderin objektif portresinin önyargısız sunumu köprü kurulmasını engelleyenler için acımasız bir darbe oldu. İçlerindeki cerahati kin ve nefret olarak ellerine fırsat geçtikçe kullandılar. Tüm gazete örgütleri ve sorumluları da suskunlukları ile katkıda bulundular. Kadın olmamdan başka suç bulunamadığından medya mecrasındaki kadın erkek herkes “kadınlığıma” hakaret ederek rahatladı.”
Bugün bu durumun daha da felaket olduğunu hatırlatalım.
Nevval Sevindi’nin kitabında bu yazı serimizin de dibacesi var aslında: “Hoyrat ve acılı 20. yüzyıldan sonra yeni yüzyılda yeni bir yapılanmaya, yeni anlayışlara ihtiyacımız olduğu aşikar. İnsanı severek başlamalıyız işe. Bu ideolojinin ölümüdür.”
İdeolojinin ölümü ya da Rönesans kavramı üzerinde daha derinlikli duracağız. Ancak bu yazı boyunca söyleşinin en önemli noktalarına bir göz atacak ve güncel okuma ile daha da kıymetlenen soru ve fikirleri tekrar irdeleyeceğiz.
Başlayalım…
Geçen yazının özetini geçmemi ister misiniz?
Cevabınızın olumlu olduğunu düşünüyor ve hemen özetliyorum… Bahse konu yazıda, son dönemdeki Cemaat ve 15 Temmuz tartışmalarının yüzeyselliğinden rahatsız olduğumuzu belirtmiş ve bu tartışmaların gündelik, derinliksiz ve belirli bir angajmanı pekiştirme çabasından öte bir işlevi olmadığını vurgulamıştık. Öte yandan “yeni faz” kavramına ilişkin önceki görüşlerimizi hatırlatmış ve bu kavramı daha kapsamlı ele almak istediğini ifade etmiştik.
İlk olarak “Rönesans” kavramını incelemeyi hedefledik. Kavram ve anlam arasındaki ilişkinin önemine dikkat çektik. Kavramların kişinin yüklediği anlamlara göre idrak edilmesi gerektiğini belirttik ve kavram ve anlam, düşünce dünyasının temel yapı taşlarıdır ve iletişimin derinliğini ortaya koymuştuk. Son olarak ilerleyen yazılarında “hizmet” ve “cemaat” kavramlarını da “yeni faz” bağlamında ele almayı planladığını ifade etmiştik.
Allah ömür verirse sırasıyla hepsini ele alacağız.
Nevval Sevindi’nin ilk sorularından biri bireysel özgürlüklerle ilgili. Özellikle İslam ve bireyin özgürlüğüne bakışını merak ediyor Gülen’in.
Hocaefendi bu meselenin iç içe geçmiş kavram ve anlamlardan müteşekkil olduğunu vurguluyor öncelikle. Öyle ‘evet’ ya da ‘hayır’ cevabıyla geçiştirilebilecek bir bahis değil bu. Gülen, Bediüzzaman’ın meşhur cümlelerini hatırlatıyor: “Bediüzzaman’ın burada enfes bir yorumu vardır: “Arkadaşlarım bana çorba getirirlerdi. Tanelerini karıncalara verirdim. Bana bunun hikmetini sorduklarında bu karınca ve arı milleti cumhuriyetçidirler. Ben de bundan dolayı seviyorum onları. Ama şeklî cumhuriyetçi değil. Cumhuriyet deyip elli türlü insan hak ve özgürlüklerini baskı altında tutan cumhuriyetçi değilim.” cevabını verir. Cumhuriyet, geniş katılımlı ve herkesin memnun olacağı bir sistemdir. Modern yorumcular, “İslamiyet, idari noktada bir cumhuriyettir dememek için hiçbir sebep yok.” diyorlar. Kur’an ve sünnetin yoruma açık yanlarıyla alakalı zamanın yorumları en isabetli yorumlardır. İslam’ı idari noktada demokrasiye ters görmek mümkün değildir.”
Bu perspektif sadece Said Nursi için değil, anlaşılıyor ki, Fethullah Gülen için de bir referans aslında.
Osmanlı laisizmi!
Söyleşide geçen kavram “Osmanlı Sekülerizmi” ancak Gülen’in perspektifini kavrayabilmek adına daha ihata edici bir düzleme oturtmamız gerekmekte: “Osmanlı döneminde dünya kadar kanunlar çıkarılmış. Bunlar dünyevi maslahatları hedef aldığından, meseleye sekülerist bir zaviyeden yaklaşılmıştır denebilir. Kimsenin dinine, ibadetine karışılmaması açısından bakılırsa bir laisizm de söz konusudur. Anayasanın ilk maddesine bakın, kimsenin dinine karışılmaz. Kur’an da “Sizin dininiz size, benim dinim bana.” der. Dinin temel ruhu da herkesi böyle kucaklamasıdır. Osmanlıların kusurları olabilir ama o kadar çok geniş sahada o kadar çok çeşitli milletlerden dinden ve kültürden on milyonlarca insanı idare edebilmeleri de işte bu derin hoşgörüdendir. İslam demokrasiyle taban tabana zıttır demek haksızlık olur, aynen demokrasidir, sosyalizmdir kapitalizmdir demek de bir başka aşırılık olur. Aklın hikmet-i vücudu, yani yaradılış sebebi vardır. Her şeyi kendi çerçevesiyle kavramalıdır.”
Soru: Demokrasi adına insan hak ve özgürlükleri daraltılabilir mi?
Cevap enteresan: “’Bu Anayasa bize biraz bol geldi, daraltmak icap eder’ demenin belki tartışılır tarafları bulunur ama insan hak ve özgürlüklerinde daraltma tasvip edilemez. Ne var ki, bazı şeyleri öteden beri dıştan alırken, bu bize uyar mı uymaz mı demeden, bizi bir kalıba koymaya çalışıyorlar. Oysa bu milletin, bu devletin, bu toplumun kendine has özellikleri vardır. Onu kendi özelliklerinde aramak lazım, eğer onu kendi özelliklerinde aramazsak başkalaştırmış oluruz. Bu da toplum çapında yeni buhranlara sebebiyet verir. Biz bu buhranları milletçe yaşıyoruz. Toplumu tamamen başka bir kalıba koyamazsınız, bu milletin atamayacağı bazı şeyler vardır. Tarihi vardır, tarihi dinamikleri vardır. Özü vardır, din gibi çok önemli bir dinamiği vardır. Bunu nasıl telakki ederseniz edin, nasıl yorumlarsanız yorumlayın, atamayacağınız şeyler var. Bunları dikkate almadan, farklı bir dünyanın kendi tarihinde, kendi ana ölçüleri çerçevesinde gelişen temel kabul ve değerlerini konfeksiyon usulü hazır elbise gibi milletin başına geçirmek problem meydana getirir. Bu nedenle, yaratıcı dimağlara, düşüncelere ihtiyaç var. Ayrı ayrı güzel şeyler söyleniyor ama kendi özümüzü yakalama fırsatını bulamıyoruz. Yine de iyimser beklentilerim var. Kendi cevherlerimizi meydana çıkaramadık, üzülerek ifade edeyim, böyle bir gayret yok. Kendimize güvenimiz de yok.”
Hâlâ aynı beklentisinin devam edip etmediğini merak ettiğim Hocaefendi’nin “yaratıcı dimağ” diye bir kavram kullanmasına dikkatinizi çekerken, bir soru da ben sormak istiyorum: Günümüze baktığımızda değişen bir şey görüyor musunuz?
Gülen’in şu cümleyi 90’lı yılların ortasında neredeyse 30 yıl önce söylemesi enteresan değil mi?
“Günümüzün yeni bir insan tipine ihtiyacı var. Dünü aşkın olması gerektiği gibi, bugünü de aşkın bir insan tipi.”
Bu tipolojiyi tarif de ediyor Gülen: “Müesseselerde görev yapan öğretmenlerde de, rehberlerde de Türkiye’deki genel ahlak, genel teamül ve genel düşüncenin –belli ölçülerde– devam ettiği söylenebilir. O düşünceden, o anlayıştan, o yerleşmiş mentaliteden birdenbire sıyrılmak, takdir edersiniz ki, kolay olmayacaktır.”
Belki de 15 Temmuz yaşanmasa bahsini ettiği sıyrılmanın ya da benim ifademle yeni fazın açılması hiç mümkün olmayacaktı!
Meselenin nüvesine doğru ilerliyoruz. Sıkmamak için uzatmıyorum.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***