Oruç Aruoba’nın Yürüme adlı kitabı, Spinoza’nın Etika eserinin beşinci bölümünde yer alan şu sözlerle başlar “…de…via quae ad Libertatem ducit…”. Latince yazılan bu cümle, “özgürlüğe giden yol hakkında” veya “özgürlüğüne götüren yol” olarak çevrilmektedir. Bu cümle bir anlamda Etika eserinin de bir tanıtım cümlesi olarak değerlendirilebilir. Çünkü Spinoza, etik bir yaşamın gerçek anlamda özgürlüğü getireceğini düşünen filozoflardandır. Bu yazıda Spinoza’dan bahsetmeyeceğiz ancak o, bu eseriyle bizlere bir tür yaşam kılavuzu bırakmıştır. Hem de bugün ‘kişisel gelişim’ olarak adlandırılan birçok kitaptan daha kalıcı çözümler buldurabilen bir kılavuz.
Spinoza’nın kılavuzundan aldığı alıntıyla kitabına başlayan Oruç Aruoba da, tıpkı Spinoza ve daha birçok filozof gibi bizlere az önce bahsedilen ‘kişisel gelişim’ kitaplarından daha kalıcı çözümler sunabilen bir filozoftur. Bu sunuşu yaparken de, sanatın ve yaşamın felsefeyle bağlantısını kurarak gerçekleştirir. Bu bağlantıları kurarak aynı zamanda genel bir yanılgıya da cevap verir. Hangi yanılgı? Felsefenin yaşamdan bağımsız, fil dişi kulelerinde yapılan ayrı bir etkinlik olarak algılanmasının yanılgısı. Elbette bu yanılgının tek faili felsefe ile ilgilenmeyenler değildir. Bazı filozofların ve akademisyenlerin kendilerini ayrı bir varlık alanında var etme uğraşları, onların da bu yanılgının ortaya çıkmasında fail olduğunu göstermektedir.
Aruoba’nın felsefî düşüncesini bir -izm’e sığdırmak pek doğru olmayacaktır. Çünkü onun felsefesi hep bir yolda olma, yürüme içerisindedir. Bu yolda olma durumunu da onu okuduğunuz zaman anlar, yeri geldiğinde kaybolabilir, sarsılabilir ve kaygılanabiliriz. Ancak günün sonunda harekete geçiren o gücü edinebiliriz. Nedir bu güç? Yaşamı anlamlandırma, yaşamı dönüştürme, hatta yaşamın kendisine dönüşme gücü.
Felsefe bir yola çıkma, yolculuk sürecidir dedik ve bu yolun sonu yoktur. Aynı zamanda bu yola çıkış genellikle bir tür rahatsızlıktan başlar. Bu rahatsızlığı yaşayan kişi, yeni yerler arayarak yola çıkmaktan başka bir çaresi olmayan kişidir. Kişinin, kendi kendisini yolda aramaya çıkması, kendini araması, kendini aşması gerektiğinin farkında olmasıdır. Çünkü kişi için en büyük yük yine kendisidir. Yola çıkan kişi Nietzsche’nin şu belirlemesine ulaşmış ve “kendini sırtından atması gereken bir varlık” olduğunun farkına varmıştır.
Peki yol ile yürüme arasında nasıl bir bağlantı vardır? Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Aruoba’ya göre “yer de, yön de, yol da bir bilinçtir” ve bu bilinç sürüklenmenin önüne geçer. Yani yönünün farkında olmayan birey, sadece bir sürüklenme içerisindedir. Burada bir parantez açmak gerekirse, cümledeki “birey” kavramı bilerek kullanıldı. Çünkü Aruoba, tıpkı Nietzsche gibi “kişi” ve “birey” arasında bir ayırım yapar. Bugün birçok insan tarafından “birey” kavramı ön plana çıkarılmakta ve bu “birey olma bilinci” bir süre sonra ister istemez “bireyselliğe” dönüşmektedir. Kişi ile birey arasındaki farkı nasıl yapabiliriz? Birey, belirli bir gruba ait olan, belirli bir grubun üyeleri olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla “birey” kendisini o grupla var eden, o gruptan bağımsız bir varlığı olmayandır. Ancak “kişi” tam aksine kendini ve bağımlı grubu aşan, kendini inşaa edebilen insandır.
Aruoba, Yürüme adlı kitabında bu ayırımı çok net bir şekilde yaparken, buraya kadar yazılanları da bir tür özetleyen şu cümleleri yazar: “Bir insan, kendi-bilincine –en azından, kendi bilinci gereksinmesine ve çabasına– ulaşınca, bir kişi olur: Bundan önce, buna ulaşmadıkça, kişi değildir –şu homo sapiens’in bir ‘örneği’dir yalnızca…” İnsan türünün bir üyesi olarak “birey”in, “kişi” olabilmesi, homo sapiens’i aşarak kendini gerçekleştirme çabasına girmesi, çağımızda daha fazla çabayla mümkün görünüyor.
Gerek medyada, gerek sosyal medyada, gerek iş yerlerinde, gerek içerisinde yaşadığımız toplumda yani kısacası her yerde karşımıza çıkan anlam-sızlıklar, değer-sizlikler ve hak-sızlıklar karşısında, insanın yola çıkması zorunluluk haline gelmiştir demek pek de yanlış olmayacaktır. Felsefe de her çağda olduğu gibi bu çağda da, bu çağa karşı (bu çağın insanına karşı) insanı koruyabilecek, ona siper olabilecek bir etkinliktir. Dolayısıyla yazının başında da eleştirildiği gibi felsefe yaşamdan bağımsız olamaz, olmamalıdır.
Çağımızın yaygın ve istenen insan tipi, aslında bir anlamda “birey” adı verilen, “sürü”nün bir teki olan insan tipidir. Her ne kadar homo sapiens’ten kurtulmuş gibi görünse de ‘birey’ denilen tek, ondan daha tehlikeli bir insan tipine evrilmiştir. Çünkü işin içine ‘bilim’ ve ‘teknoloji’ girmiştir. Elbette bilim ve teknolojinin bunda bir suçu yok, ancak ‘kişi’ olamayan homo sapiens’ler, bilim ve teknoloji gibi başarıları sadece çıkarlarına uygun (bir anlamda ilkel) olarak kullandıkları için birer tehlike haline getirmeyi başarmışlardır.
Bu noktada Aruoba’nın cevap aradığı bu sorular ve cevaplar önemli gibi görünüyor: “Nedir çağımızda saygın-yaygın olan? Saygın-yaygın insan kim bugün? Bilim yaygın çağımızda, bu yüzden de saygın insan bilim insanı. Politika yaygın çağımızda, bu yüzden de saygın insan ideolog”. Bu belirlemeleriyle Aruoba, bilim ve ide’nin kendisine değil, çağın yaratmak istediği bilim-cilik ve ide-ologlug yapan insanına karşı gelmektedir. “İnsanı her yanıyla ‘bilimsel’leştirme yönelimine, yaşamı bütün boyutlarıyla ‘politize’ etme yönelimine; insanın zenginliğini denklemlere, neden-etkilere, insan yaşamını toplum kalıplarına indirgeme yönelimlerine” felsefe sayesinde bu -cilik’lere karşı mücadele edebiliriz.
Aruoba’ya göre, bu karşı çıkışı felsefe “kişi”ye ulaşarak ve kişinin birleştiği sanat ve yaşamla birlikte gerçekleştirebilir. Böylelikle karşımıza bir reçete çıkmış oluyor: Bilim-cilik’lere karşı sanat, ide-ologluklara karşı da yaşam. Yazının başında Spinoza’nın Etika adlı eserinden alıntılanan yazıyı tekrar hatırlatarak bu yazıyı sonlandırmak yerinde olacaktır. Spinoza, özgürlüğün etikle doğrudan bağlantılı olduğunu göstermiştir. Günümüzdeki özgürlük anlayışı ise “her şeyin sınırsızca yapılabileceği” tehlikesi temelinde seyretmektedir. Bu tehlikeden kurtulabilmek için, “kişi” olma bilinci gerekmektedir. Bu bilinci de Aruoba’nın söylediği gibi bir “yola çıkma” ile gerçekleştirebiliriz. Çünkü en nihayetinde özgürlük dediğimiz şey de düşünülecek bir şey olmaktan çok, yapılacak-gösterilecek-eyle’yerek ulaşılacak bir şeydir.
Serhat Durup Kimdir?
19 Mayıs 1989’da dünyaya geldi. 2013 yılında Maltepe Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden mezun olurken, Sinema ve Televizyon Bölümü’nden de yan-dal programını tamamladı. 2016 yılında aynı okulun İnsan Hakları Bölümü’nden “Tüketim Toplumunda Çalışan İnsan ve Çalışma Hakkı” adlı tezini tamamlayarak yüksek lisans derecesini aldı. Felsefe öğretmeni olarak yaşamına devam ediyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***