Netflix’te henüz izlenebilir şeyler bulabildiğimiz zamanlardan kalma “I Am Not Okay with This” (2020) dizisini izleyenler hatırlayacaktır. Dizinin yaratıcılarından Christy Hall, rotasını sinemaya kırmış görünüyor. Senaryosunu kaleme aldığı “It Ends with Us” gelecek hafta sinemalarda gösterilmeye başlanacak. Bugün itibarıyla ise yazıp yönettiği “New York’ta Bir Gece” (Daddio) sinemalardaki yerini aldı. Yukarıda andığım üç yapımın da ana karakterleri kadınlar.
“New York’ta Bir Gece”nin de öyle aslında. Film, baştan sona bir taksinin içinde şoför ve bir kadın yolcunun sohbeti üzerine kurulu. Ancak, Sean Penn tarafından canlandırılan taksi şoförü kadın karakterin hikayesini büyütmek için yaratılmış gibi duruyor daha çok. Hikaye, genç bir kadının (Dakota Johnson) JFK Havaalanı’ndan taksiye binip Manhattan’a doğru yol almasıyla başlıyor. İlk başlarda sessiz giden yolculuğun bu aşamasında genç kadın sevgilisiyle mesajlaşıyor. Aslında daha çok, adamın seksüel arzularını savuşturmaya çalışıyor. Yol ilerledikçe bir noktada taksi şoförü ve genç kadın arasında muhabbet başlıyor. Yirmi yıldır direksiyon sallayan ve her türden insanı tanımış olan taksi şoförü, bir noktada kadının hayatı üzerine tahminlerde bulunuyor. Bu tahminlerin tutmasıyla meseleyle daha da ilgilenen kadın iki tarafın karşılıklı itiraflarda bulunduğu bir sürecin içinde buluyor kendisini.
Ağzı biraz bozuk ve sözünü esirgemeyen taksi şoförü mentörlük yapıyor genç kadına. Ya da bizim öyle algılamamız isteniyor. “New York’ta Bir Gece”nin güçlü ve zayıf tarafları var. Öncelikle Christy Hall, ilk kez kamera arkasına geçtiği bu filmde tutarlı bir görsel dünya inşa etmeyi başarıyor. Neredeyse tamamı bir taksinin içinde geçen yapım, yönetmenin küçük dokunuşlarıyla, parlak görsel fikirleriyle üzerine gelmiyor seyircinin. Kadının durumlar, sözler karşısındaki bedensel tepkilerini hikayenin parçası haline getirmeyi başarıyor Hall. Dakota Johnson’un minimal oyunculuğunun da bundaki payını teslim edelim. Öte yandan kimi zaman kabinin dışına çıkarak “Taxi Driver”dan ödünç aldığı kadrajlarla kenti hatırlatmayı ihmal etmiyor yönetmen.
Kentte kaybolmuş iki insana dair bir hikaye nihayetinde “New York’ta Bir Gece”. Taksi şoförü geçmiş hatalarının bedelini yalnızlığıyla öderken; genç kadın travmalarının sonucunu güvensiz bir ilişkiyi sürdürmekte ısrar ederek (belki kendini cezalandırarak) sürdürüyor. Üstelik tam da kentlilere özgü bir dinamikle bu tür sorunlara tanıdıklar yerine bir yabancıya anlatmanın konforunu da gösteriyor. Bu konfor, sohbet bittikten sonra konuşulanların unutulup hayatın kaldığı yerden devam edeceği anlamına da geliyor çoğu zaman. Yabancı, bir daha görüşmeyeceğiniz birisine açılmak, hayatınızda ne olup bittiğini kontrol edecek bir tanıdığa açılmaktan daha rahat çünkü!
Gelgelelim, meselenin derinliği hayatın köpüğünün altına inemiyor maalesef. Şoförün deneyimle her şeyi biliyor olması, kadının hayatını öngörmesi. Yargılamamasına rağmen onun sorunlarını bir anda ortaya çıkarması. Meselenin gidip sadakatsizlik ve anne- baba sorunlarına kabaca bağlanması vb. Bugünkü davranışların doğrudan bunlarla ilişkilendirilmesi gibi artık bir amentüye dönmüş Amerikanvari sorunlar yumağı filmin ana temasını oluşturuyor.
Hal böyle olunca, bizim açımızdan Christy Hall’ın yönetmenlik maharetini dikkate değer bulup, en azından bu film özelinde senaristliğini yüzeysel bulduğumuzu ifade etmekten başka bir seçenek kalmıyor geriye. Neyse ki senaryo kısmını gelecek hafta vizyona girecek olan “It Ends with Us” ile kısa sürede test etme olanağımız olacak.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***