AKP Milletvekili Alpay Özalan’ın, TBMM kürsüsünde konuşan Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Ahmet Şık’a saldırmasıyla başlayan, sonra diğer milletvekillerinin de karışmasıyla yumruklu, tekmeli kavga dönüşen olaylarda kan döküldü. Eski Bakan Ali Naili Erdem, Meclis’te yaşananları eleştirdi; “Meclis, fikirlerin üretildiği bir forumdur, boğaların dövüştüğü arena değildir. Yumrukların konuştuğu bir salon da değildir. Milletvekili, o milletin yüz akıdır. Küfrün adamı, sokağın adamı değildir” ifadelerini kullandı.
Eski Bakan Erdem’in konuya ilişkin olarak Sözcü yazarı Saygı Öztürk’e yaptığı değerlendirmeleri şöyle:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) cumhuriyetin en büyük ve en önemli müessesesidir. Bir anlamda Kabe’yi millettir. Bu noktadan dolayı da terbiye, kadirşinaslık, zarafet, kibarlık ve efendilik en üst noktadan temsil edilir. Her milletvekilinin konuşması yarınların Türkiye’sinin işareti olur. O itibarla meclis, fikirlerin üretildiği bir forumdur, boğaların dövüştüğü arena değildir. Yumrukların konuştuğu bir salon da değildir. En ağır konuşmaların saygı çerçevesinde içerisinde dile getirilmesi asıldır.
1950’lere kadar ‘Mebus’ diye adlandırılan parlamenter, 1950’den itibaren milletvekili olarak tanımlanmıştır. Milletvekili, o milletin yüz akıdır. Küfrün adamı, sokağın adamı değildir. Cumhuriyetin faziletlerini meclis kürsüsünden dile getiren insan, saygıya layık kelimelerle konuşmaya mecburdur. Geçmişte, 1961’in meclisinde öfkeli seslerin; kavga çıkarmasına dönük çalışmaların olmasına karşın, aklı başında olanlar bu kavgalara katılmadığı gibi alkışlamadılar da…
Siz mecliste olan kavgayı alkışlarsanız, sokaktaki insan, selamdan önce kavganın adamı olur. O itibarla milletvekili her hareketiyle, konuşmasıyla, oturmasıyla, terbiyeli, efendi, saygıya değer insandır. Son kavga, dünya basınında manşet halinde yer almıştır. Hiçbir kimsenin Türk milletini saygısız göstermeye hakkı yoktur. Bu millet, saygılıdır, bu millet saygıya değer veren bir millettir. Onun meclisi de saygıyla selamlanan bir meclis olmalıdır. Bu sebeple görev yapan milletvekilli arkadaşlarımızın saygı hudutları içerisinde görevlerini yapmaları, bulundukları yerin kendilerine yüklediği görevdir, sorumluluktur. Bunun ötesinde olanlar yüz kızartıcı hadiseler olup, milletvekilini de devletleri de büyütmez, aksine küçültür.”
“Can Atalay hak sahibidir”
Erdem, hukukun içinde bulunduğu durumu, Can Atalay olayına bakışını şöyle anlattı:
“Uzunca bir zamandır hukuk, Türkiye’de ihmal edilir noktaya geldi. Ben bir hukuk ailesinin mensubuyum. Hukukla yatar, hukukla kalkarız. Ortada seçilmiş olan bir insan var. Yasaya göre Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ‘Sen milletvekilisin’ demiş, mazbatasını vermiş. Bundan sonrası Sayın TBMM Başkanının o mazbataya sahip olan kişiyi TBMM’ye davet etmesidir. Bunun dışında kalındığı takdirde, hukuk ihlal edilmiş olur. Can Atalay hak sahibidir. Ama hakkını vermiyorsunuz. Halk hakkını vermiş, Meclis Başkanı, ‘Sen meclisten içeriye giremezsin’ diyor. Niye? Aleyhinde açılmış dava var diye. Davası varsa, seçim sonrasına ertelenir. Bu arkadaş o sürede milletvekilliğini devam ettirir. Esası budur. Ama siz ona, ‘Milletvekilliği hakkı sende var ama bu hakkı kullanamazsın’ deniliyor. Neden? Hakkında açılmış dava var. Olsa da Can Atalay’a millet bu hakkı vermiş. O hakkı nasıl elinden alıyorsunuz? Hakkında dava varsa, seçim sonrasına ertelersiniz. Hadise budur.”