Serhat DURUP*
Klasik müzik ve opera dinleyenlerin veya dinlemeyenlerin en büyük genelleme hatalarından biri, bu türlerin belirli bir sınıfa ait olduğunu düşünmeleridir. Bu şekilde düşünülmesin pek tabii zemininde bazı nedenler vardır. Örneğin üretilen eserlerin bir çoğunun sarayların ya da o dönemin sponsorlarının siparişleriyle gerçekleşmesi, bu türlerin belli bir sınıfa ait olduğu algısını/yanılgısının temel nedenlerinden biridir.
Bugün de birçok kişi bu yanılgının peşinden giderek, tıpkı geçmişteki gibi bu türlerin belirli bir sınıfa ait olduğun düşünmektedir. Aynı zamanda saraylıların ve sponsorların bu türe sahip çıkması, saray dışındaki insanların da bunu kabullenmesi, klasik müziğin ve özellikle operanın belirli bir sınıfa ait olduğu düşüncesinin filizlenmesine neden oldu demek pek de yanlış olmayacaktır. Bu nedenlerin olması, klasik müzik ve operanın herhangi bir sınıfa ait olduğunu söylemek için yetersizdir. Bu argümanın yetersizliğini görmek için, bestecilerin yaşamına ve eserlerin içeriğine bakmak bizlere yol gösterebilir.
35 senelik yaşamına 600’den fazla eser sığdıran Wolfgang Amedeus Mozart, geçimini sağlamak ve eserlerini üretebileceği ortamı yaratabilmek amacıyla saraylılarla işbirliği yapsa da, onlara karşı verdiği özgürlük savaşıyla müzik tarihinde ayrı bir öneme sahiptir. Her ne kadar bu savaşı kaybetse de onuru ve kendisini özgürleştirmek adına önemli bir mücadele olarak tarihe iz bırakmıştır. Yarattığı eserlerin yanı sıra, bu kişiliğiyle de hem müzik dünyasına hem de tüm insanlara mücadele örneğini göstermiştir.
Eserlerinde, o dönemin alışılagelmiş müziğine göre absürt besteler yapan Mozart, kişiliğinde de bu absürtlüğü göstermektedir. Öyle ki sol majör piyano konçertosunun (KV.453) bir bölümünde evcil kuşu sığırcığının şakımasını notalandırır. Bununla birlikte babasının cenazesine gitmeyip, bir hafta sonra ölen bu kuşuna cenaze töreni düzenleyip şiirler okuması onun kişiliğinin de garipliğini göstermektedir. Elbette bunun altında yatan nedenler vardır, ancak biz burada bunlara değinmeyeceğiz. Yaşamında olduğu gibi eserlerinde de ciddiyetin yanında komedi unsurlarına yer vermesi, soyluları ti’ye alış olarak da yorumlanmaktadır.
Figaro’nun Düğünü buna en güzel örneklerden biridir. Her ne kadar Almanya’nın ağırbaşlı bestecisi olarak Avrupa’da nam salsa da, bu yönüyle operaya farklı bir bakış açısı kazandırmıştır. Pierre Beaumarchais’in yazdığı oyun olan Figaro’nun Düğünü’nün diğer operalardan farklı olmasının en önemli nedeni, konusunun Mozart’ın kendisi tarafından seçilmesidir. Yani herhangi bir sipariş üzerine yazılmamıştır. Mozart’ın serbest çalışan sanatçı idealindeki belki de en ‘serbest’ eseridir demek yanlış olmayacaktır. Politik bir eleştiri niteliğinde görülen Figaro’nun Düğünü oyunu, Fransız Devrimi’nden 10 yıl önce XVI. Louis tarafından da yasaklamıştır. Bu eser, operada her ne kadar yumuşatılarak sunulsa da, soylularla dalga geçen diyaloglar olduğu için anti-aristokrat olarak nitelendirilmeye devam etmiştir. Bundan dolayı Mozart’a karşı düşmanlık iyice artmıştır.
Mozart’ın arada kalmışlığı -bir yandan geçim sıkıntısı yaşaması, bir yandan saraylılarla sürekli bir arada olmak zorunda olması- onun trajik bir yaşama sahip olduğunu açıkça göstermektedir. “İki değerin çakışması durumunda karşımıza çıkan trajedi, Mozart’ın yaşamındaki üretkenliğini arttırmış mıdır?” sorusu, sorulan sorulardan sadece biridir. Kendi içine kapanık olması, gerçekleştirdiği eylemlerin absürtlüğü yaşadığı ikilemin tepkileri olarak yorumlanabilir.
Mozart, saraylılara yaranamamasıyla birlikte, yaşamını özel dersler ve konserlerle sürdürmeye çalıştı. Öldüğü zaman, ev eşyaları ve kitaplarına borçlarının sadece altıda birini karşılayacak şekilde değer biçildi. Cenaze törenine ise, sığırcık kuşuna düzenlediği törenden daha az kişi katıldı. Viyana’da gömücü görevlileri tarafından yoksullar mezarlığına defnedilmesi ve mezarının nerede olduğunun bilinmemesi de en çok hayat arkadaşı Constanze’yi üzmüş olmalı.
Yazının başında söylenen iddianın -klasik müziğin ve operanın belirli bir sınıfa ait olduğu iddiasının- yanlış bir genelleme olduğunu söylemek, Mozart’ın yaşamına ve Figaro’nun Düğünü’ne şu küçük bakışla bile söylenebilir. Bununla birlikte, Mozart gibi Ludwig van Beethoven da, hatta Gaetano Maria Donizetti, Giuseppe Verdi, Giacomo Puccini ve daha birçok besteci saraylı veya varlıklı ailelerde büyümediler.
Dolayısıyla, yazının başında olan düşüncenin yanlışlığı, bu sanatçıların yaşamlarına bakılarak da yakalanabilir. Operalarda yer alan konuların, hikâyelerin temelinde sınıflara ait insanlardan çok saf insanla ilgili olduğu düşünülmelidir. İnsanlığın ortak ürünü olan bu eserler, bugün Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü tarafından organize edilen temsillerle Türkiye’de de izleyiclerle buluşmaktadır. Üstelik bu temsillerin ücretleri, bugün herhangi bir kafede içilen bir kahve standardından başlamakta.
* Felsefe öğretmeni
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***