Bizde “çıplaklar kampı”, İspanya’da ise “natürist plaj” (playa naturista) olarak tanımlanan bu plajlarda, denize çıplak değil mayo ile giren bir kitlenin oluştuğunu, yani bir anlamda çıplak plajların “namusunun” tehlikeye girdiğini anlatan haberler karşısında şaşırıp kaldım. Deyim yerindeyse “kadim bir Avrupa geleneği” olan çıplak denize girme geleneği, resmen tehdit altındaymış. Çıplak denize giren insan sayısı azalıyormuş.
İspanya’da, denize olan talebin artışından ötürü plajlarda kapasite sorunu oluşuyor ve bazı sahillerin sadece çıplak girenlere özel kalması, yıldan yıla zorlaşıyormuş. Bazı belediyeler, bazı plajlarda, denize çıplak girilen kısım ile mayoyla girilen kısmı kesin şekilde ayırmaya ve yanlış yerden girenleri ceza yoluyla caydırmaya çalışıyormuş. Ancak bu uygulama yaygın değilmiş.
Örneğin Katalan Bölgesi’nde her ne kadar 60 civarında “çıplaklara özel” plaj olsa da bu plajların bazılarına artık mayolular da doluşuyormuş. Aslında İspanya’da denize çıplak girmek bazı belediyelerin yerel uygulamaları haricinde yasal olarak serbest. Çıplakların özgürlüklerine saygı duyulan bir ülke olan İspanya’da; tam tersine, çıplaklar başkalarına “karışıyor”, mayo giyenleri kendi “özel” bölgelerine sokmak istemiyorlar. Bu belki bir elitizm içeriyor. İspanya’da; denize mayoyla giren kalabalık kitle; denize çıplak giren azınlık kitleye, bizdeki seçkinci ve milliyetçi laik kesime Suriyeli ve Afganların göründüğü gibi görünüyor olabilir. İspanya’da, denize çıplak girenler, ayrıcalıklı alanlarını korumakta zorlanıyorlar.
Bir okur yorumunda ise cep telefonlarının aşırı yayılmasının çıplak denize girme eğilimini azalttığı söyleniyor. İnsanlar artık çıplak görüntülenmekten çekiniyor, çıplak denize girmeye daha tereddütlü yaklaşıyorlarmış. Ne hoş: “Akıllı telefon çıktı, ahlak elden gitti” teorisi yeni bir çaprazdan doğrulanıvermiş oldu. Çıplak denize girenler, şöyle diyor: “Mayolu gelenler, bize sirk maymununa bakar gibi bakıyor.”
İspanya’dan Avusturya’ya yöneldim, biraz Avusturya medyası… Adını birkaç ay önce öğrendiğim ve hayat hikayesini daha detaylı okumak istediğim 92 yaşındaki gayrımenkul zengini Richard Lugner’in ölüm haberini gördüm. Lugner, Avusturya’daki “eski kuşak eksantrik karakterler” arasında değerlendirilebilir. Yukarıda son eşi Simone ile birlikte gördüğümüz Richard Lugner’i “AVM kralı” olarak tanımlamak yanlış olmaz. Avusturya’nın en ünlü alışveriş merkezlerinden biri olan Lugner City, Richard Lugner tarafından kurulmuş.
Richard Lugner’in altıncı ve son eşi olan Simone Lugner, 42 yaşında. Richard Lugner, Simone Lugner için vasiyetinde değişikliğe gitmiş. Varislerine yaklaşık 250 Milyon Euro’luk miras ama bunun yanında epey bir miktar da borç bıraktığı tahmin edilen Richard Lugner’in, 4 çocuğu var. Geriye kalan servetin büyük kısmı bundan sonra çocukların kontrolündeki bir vakıf tarafından yönetilecek. Lugner City’nin yönetimi, Richard Lugner’in son eşi olan Simone Lugner’e kalacak. Richard Lugner’in ABD’de yaşayan evlilik dışı kızının da mirastan pay hakkının olduğuna dikkat çekiliyor. Lugner, servetinden de çok, renkli kişiliği ve siyasetle kendine özgü ilişkisiyle efsane. Tabii Richard Lugner’in yaşam öyküsünü ve Avusturya yakın tarihinin diğer eksantrik karakterlerini ayrı bir yazıda ele almak gerek.
“Neyse bu günlük bu kadar batı kültürü yeter” diyerek, Rus Medyası’na uzandım. Dünyanın eğlenceli taraflarından beslenen Batı Medyası yerine dünyanın ciddi taraflarından beslenen Rus Medyası’na… Hemen bir Tayyip Erdoğan analiziyle karşılaşıverdim: Mor logosu ve tasarımıyla sempatik bulduğum Regnum.ru sitesinde ara sıra Türkiye konulu analizlere denk geliyorum.
“ABD Erdoğan’a Yine Sarı Kart Gösterdi” başlıklı analiz, Türkiye’nin ABD ile Rusya arasında yaşadığı pozisyon belirsizliğini ve ekonomik kararsızlığı ele alıyor. Analizde, Putin’in Türkiye’nin iç politikasına hiçbir zaman karışmayışına ve hem Türkiye toplumunun hem Tayyip Erdoğan’ın ABD’ye olan güvensizliğine dikkat çekiliyor: “Dolayısıyla Türklerin ve başkanlarının ABD’yi Rusya’dan daha çok sevmesi pek mümkün değil.”
Yazıda şu ifade de yer alıyor: “Rusya Devlet Başkanı, Türkiye’nin Ukrayna’ya insansız hava aracı üretimi için bir fabrika kurma noktasında yardım etmesinden ve ardından Ukrayna Silahlı Kuvvetleri’nin bu silahları Rusya’dan Türkiye kıyılarına uzanan gaz boru hatlarına saldırmak için kullanmasından duyduğu memnuniyetsizliği dile getirdi.”
Bu yazıdan, Türkiye aktarmalı olarak Latinamerika’ya uçmak isteyen bazı Rus vatandaşlarının İstanbul Havalimanı’nda uçağa binişlerinin engellendiğini, bileti yanıp maddi zarara uğrayan birçok Rus vatandaşının olduğunu da öğrendim. Bazı Türklere yapılan engellemeler, bazı Ruslara da yapılıyormuş. Bunların arka planında ABD’nin olduğu düşünülüyor.
Daha sonra, Rusya-Ukrayna savaşına dair yorumlara uzandım. İlgimi çeken bir nokta, Rus askerlerine moral vermek için cepheye yollanan dört yavru kedi oldu.
Kedileri yollayan kişi, Tataristan’daki “askeri-vatansever kulübün” başkanı Vladimir Malygin. Kedilerin sığınaklarda farelerle mücadele için gerekli olduğuna, ayrıca “ruhu ısıttıklarına” dikkat çekiliyor. Tabii kedilerin savaşta moral amaçlı kullanılması yeni bir durum değil. Tarihte örneği çok. Rusya’da cephedeki askerlere moral için sadece kedilerden değil şiirden de yararlanıyor: “Z-Şiiri” adı verilen bir şiir akımı var. Rusya, Ukrayna ile olan savaşta, simge olarak, Z harfini kullanıyor.
Rusya-Ukrayna savaşında Rusya tarafını destekleyen bu şiirlere Rusya içinden eleştiriler var: Edebiyat eleştirmeni Oleg Lekmanov; “Z-Şiiri”ni “komik, cahil, vasat ve kasıtlı olarak gerçekleri çarpıtan bir şiir” olarak nitelendirerek; Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin, SSCB askerlerinin SSCB’yi Nazi Almanyası’nın saldırısından koruduğu “Büyük Vatanseverlik Savaşı” gibi anlatıldığını belirtiyor. Ki Ruslar Macron’u da Napolyon’a benzetiyorlar.
“Z Şairleri” arasında Anna Dolgareva, Anna Revyakina gibi genç kadınlar da var. Yanlış anlaşılmasın, bu isimler, z kuşağından şairler değil, savaş yanlısı şiir yazan şairler.
Ukrayna Rum Katolik Kilisesi polemiği de ilgimi çekti… Enternasyonal adıyla söylersek: Ukrayna Grek Katolik Kilisesi…
Bu kiliseyi bir potansiyel terör odağı olarak gören, Moskova’daki son terör eylemlerinden birini Ukrayna Rum Katolik Kilisesi üzerinden açıklayan Rus analizlerini, merakla okudum. Rus Medyası böyle komplo teorisi aromalı ve iddialı analizleri sever. Hıristiyanlık içindeki mezhep farklılıkları üzerinden terör analizi yapılması, yeni bir durum. Rusya-Ukrayna savaşı, bir yönüyle, ortodoks-katolik çatışmasını da içeren bir süreç. Rusya gibi Ukrayna da ağırlıkla ortodoks olmakla birlikte Ukrayna’da ciddi bir katolik nüfus da var.
Rusya’da pek katolik yaşamıyor. Ukrayna’daysa, %10 civarında katolikten söz ediliyor. Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte bu yüzdenin biraz daha artmış olması mümkün. Ukrayna’daki katolikler, “Doğu Katolikliği”nin parçası. Doğu Katolikleri, tüm katoliklerin sadece %1.3’ünü oluşturuyor. Rusya, katolikliği kısmen bir tehdit olarak algılıyor. Sonuçta katolikliğin merkezini Vatikan oluşturuyor. Vatikan da Rusya-Ukrayna meselesinde Ukrayna tarafında yer alan batı bloğunun ve Avrupa’nın parçası.
Doğu Avrupa’da katoliklik az görülse de sosyal ve siyasi açıdan simgesel bir anlam taşıyor. Ukrayna’da, katolikliğe artan ilgi, Ukrayna’nın Rus Dünyası’ndan psikolojik ayrışmasını da temsil ediyor. Şunu bir dipnot olarak belirtelim: Rum Katolik Kilisesi’nin ve Doğu Katolikliği’nin tarihi Bizans’a dayansa da İstanbul’da en azından güncel olarak bir Rum Katolik Kilisesi yok.
Son olarak, Rus Medyası’nda Donald Trump ve Kamala Harris’e yönelik değerlendirmelere baktım… Rus Medyası, Kamala Harris’den epey küçümseyici ve iğneleyici şekilde bahsediyor. Trump’a karşı ise “kuşkucu” ve “güvensiz” bir tavır var.
Örneğin şöyle bir değerlendirme yapılmış: “Trump’ın seçim kampanyasının en başından beri neredeyse her röportajında iktidara gelir gelmez Ukrayna’daki çatışmayı 24 saat içinde ve çok kolayca sona erdireceğini açıkladığını biliyoruz. Ancak bu yılın Haziran ayından itibaren bu vaat, Trump’ın konuşmalarından ve röportajlarından kayboldu. Trump, Musk’la yaptığı röportajda Ukrayna’da hızlı barış planları hakkında tek kelime etmedi.”
Her ülkenin kendi gündemi var işte… İspanya’da Çıplaklar Kampı, Avusturya’da AVM Kralı, Rusya’da Savaş Şiiri, kiliseler ve Donald Trump, Türkiye’de de Eskişehir psikopatı…
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***