Suzan DEMİR
Emily in Paris dördüncü sezonun ilk kısmındaki 5 bölümle 15 Ağustos’ta Netflix’te yayımlandı. Sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim Emily in Paris’in bu kadar sürmesi bile mucize. Zira aynı şablon üzerine bir dizinin 4 sezon sürmesi sadece mucize ile açıklanabilir. Yayımlanan son sezonun ikiye bölünmesi neyle açıklanıyor emin değilim. Normalde bir dizinin sezonun ortasında bölünmesi pek hoşuma gitmez. Örneğin bence bu hatayı Kulüp dizisi yapmıştı. İlk sezonu iki parçada yayınlayıp nabız yoklamaya çalıştılar. Yani öyle olduğunu umuyorum ama bana kalırsa o hareket sezonu öldüren bir hamleydi.
Her sezon bir öncekini merak ettirecek bir şekilde biter; ama aynı sezonu ortadan ikiye bölünce sonraki sezona yeniden heyecan yaratmak da dizinin boynunun borcudur. E bunu yapmak için de sezon sonunda bu defa daha yüksek bir finaliniz olması elzem. Diziler sinemanın aksine tatmin yaratmaz, daha çok tatminsizlikle izleme isteği doğurur. Filmler için de tek kıstas tatmin değil elbette ama dizi sizi hep bir sonraki hikâyesine bağlamak üzerine kanalize eder. En iddialı sahnelerini de sona saklar. “Arkası yarın” denilen şeyin mantığı da budur. Artık haftalık ya da tek seferde ama bu cümle dizi mantığını bence en iyi açıklayan özettir.
Peki gelelim dördüncü sezon Emily in Paris’e, 4 yıl önce ABD’den bir reklam şirketinde çalışmak üzere Paris’e gelen Emily’nin buraya adapte olma çabasını izledi seyirci. Zaman içinde Emily değil de Paris ona ayak uydurdu. Emily Cooper’ın (Lily Collins) 4 sezonluk hikâyesinin döngüsel şablonu şöyle oldu: Paris’e yerleşme, Gabriel’e (Lucas Bravo) olan aşkı, reklam ajansındaki dahiyane önerileri, sarpa saran işler ve bir anda gerçekleşen mucize ile her şeyin rayına girmesi. Bu şablon o kadar değişmedi ki son sezonun yayımlanan ilk beş bölümünde de yine başa döndü hikâye, özellikle de Gabriel ve Emily aşkında.
Diğer sezonlara göre tek fark Emily’nin artık yavaş yavaş Fransız standartlarında reklam üretmesi oldu. Hatta patronu Sylvie (Philippine Leroy-Beaulieu) kendisine “Nihayet Amerikalılar gibi belirsizlikten hoşlanmayan tavrını bıraktın” diyerek iltifat bile etti! Ama bu sezonda o kadar hiçbir şey olmadı ki insan ne yazacağını bilemiyor deyip yine de yazacağım. Sürekli çıkan krizlerin çözülme süresi bile kısaldı. O şablon bile artık diziyi 4 sezon yüzdürme mucizesindeki etkisini yitirdi. Hatta sadece Emily’nin olaya bulaşmasına da gerek kalmadı krizi çözmek için. Emily Fransız meslektaşlarına o olmadan da kriz çözmeyi öğretti. Başta da dediğim gibi asıl Paris, Emily’e ayak uyduruyor. Çünkü Amerikanlaştırmak Amerikalıların DNA kodudur. Onunla doğarlar. Amerikan dizi karakterlerinin çoğu Paris’e gitmeyi en az bir kere telaffuz eder replikleri içinde. Hatta bazı karakterler diziden Paris’e yerleşerek çıkar. Özellikle dizinin yaratıcısı Darren Star’sa…
O yüzden dizi tüm Paris klişelerini kullanıyor ama Amerika’dan bakınca görünenleri. Şef bir aşık, sanatçı bir eski sevgili, bohem burjuvalar, şaraplar, parfümler… Gerçi Emily işi dolayısıyla hep zenginlerle takılıyor ama ilk sezonda sokakta tanıştığı, şimdi en yakın arkadaşı olan ama o zaman bakıcılık yapan Mindy (Ashley Park) bile Çin’in sayılı zenginlerinden çıktı.
4 yıldır Paris’te yaşayan Emily’nin kendilerine hizmet eden garsonlar vs. dışında gördüğü herhangi başka bir sosyal tabaka yok. Bir öğretmen, kasap, bankacı kimseyi tanımıyor Emily! Bu anlamıyla dizinin geçtiği şaşalı bir hayat var gözümüze gözümüze sokulan. Kimler Geldi Kimler Geçti’yi nasıl bu konuda eleştiriyorsam Emily in Paris de bunu sonuna kadar hak ediyor bana kalırsa. Ayrıca sürekli Paris moda haftasındaymış gibi giyinen Emily ve Mindy’nin son derece kötü giyiniyor olması da cabası!
Dediğim gibi dizinin yaratıcısı Darren Star, hatta Sex and the City ve Younger gibi dizilerin de yaratıcısı ve hem Paris’e gitmeye takıntılı ki bu durum o dizlerde de geçer hem de hep bu sosyal sınıfın hikâyelerini anlatır. Gerçi Sex and the City’deki Carrie (Ki bunu Kimler Geldi Kimler Geçti için de örnek vermiştim) bile en azından ayakkabı almak için kredi kartı limitini dolduruyordu! Dizide parayla ilgili tek konuşma firmaların reklam bütçesiyle alakalı oluyor. Haliyle dev firmaların PR’ından başka bir şey izlemiyoruz, sanki araya Instagram’ı reklam sektöründe kullanmayı akıl eden, sevimli, sakarvari bir genç kadının hikâyesi giriyormuş gibi bir dizi.
Gerçi es kaza paraya dair zenginlerin bütçesi dışında bir diyalog da sızdı diziye bu sezonda. Eurovision için Mindy’nin ekibi seçilince oradaki Fransız yetkili şunu diyordu: “Devlet Eurovision’a bütçeyi kıstı, ne yapalım emeklilik için ülkeyi yıktık!” Ardından grup elemanlarından bir tanesinin “Burası Amerika mı ya ne demek devlet desteği yok” çıkışı güzeldi. Tabii yine de Darren Star’ın dünyası bunları pek dert etmeyen karakterlerle dolu. Şık giyinen, her krizi çözen ve tatlıya bağlayan kadın karakterlerin günün sonunda başarılı ya da zengin erkek ile taçlandırıldığı hikâyeler!
Dizinin sonraki kısmıyla ilgili gösterilen fragmandan anlaşılıyor ki bu sezon yeniden sevgili olan Gabriel ve Emily yine eski nişanlı Camille’in (Camille Razat) ufak yalanları yüzünden sıkıntı yaşayacak. Bu da Emily in Paris şablonunun en kullanışlı öğelerinden biri. Muhtemelen son kalan bölümlerde de Emily birkaç kriz çözer; ama bu sezondan sonrası için tüm bu numaralar yeterli olur mu? Göreceğiz…
Suzan Demir kimdir?
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okudu. Hayat TV, ardından Evrensel Gazetesi’nde çalışmaya başladı. Taraf Gazetesi kültür sanat servisinde muhabir ve editör olarak çalıştı. Arka Pencere (www.arkapencere.com) online dergide haftalık sinema eleştirileri kaleme aldı. Ayrıca BİR+BİR Express dergisinde (hem online hem matbu dergide) www.sabirfikir.com ve Kritik 24 (K24) sitelerinde de haber ve yazıları yayınlandı. Yeni E Dergisi’nde kültür, sanat ve sinema röportajları yapıyor. Hala Avrupa’da çeşitli ajanslara politika, ekonomi ve kültür sanat dalında haberler üretiyor. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) ve SİYAD üyesi.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***