Suzan DEMİR
Bir şeyin başlangıcı kadar bitişi de önemlidir. House of the Dragon’un (HOTD) ikinci sezonunun ilk üç bölümü yayınlandığında bu köşede yazmıştım. Sezon finali Türkiye’de pazartesi günü yayınlanan HOTD ekrana şimdilik veda etti. HOTD bu sezon da beklenen savaşı izleyenlere vermedi. Daha çok savaş hazırlığı ile geçen bir sezon oldu. Baştan söylemeliyim ki özellikle sekizinci bölümü son derece beğendim. Hatta ikinci sezonun daha Game of Thrones (GOT) tadında ve onun da esintilerini taşıyan bir sezon olduğunu söylemek gerekir.
Daha önceki yazıda da birinci sezonu bu kadar beğenmediğimi hatta ikinci sezonun daha iyi başladığını ifade etmiştim. Örneğin bence bu sezonda karakterlerin gelişimini daha net izledik. Zira Rhaenyra Targaryen (Milly Alcock) ve Alicent Hightower’ın (Olivia Cooke) iki farklı yaşını izlerken henüz ergen hallerine alışmışken sezonun yarısında bir anda yetişkine dönüşmeleri devamlılık algısını sekteye uğratıyordu. Kendi açımdan en azından iki farklı karakteri anlamaya, tanımaya çalışıyor gibi hissettim. Fakat bu sezonda özellikle ana karakter olan bu iki kadın daha fazla ete kemiğe büründü.
Gelelim savaş meselesine, izleyici savaş istiyor orası su götürmez. Zira dizi hakkında özellikle izleyici yorumlarına bakıldığında “çok yavaş” denilen o eleştiri savaş çıkmamasına yönelik. Ama gerçek dünyadan da biliyoruz ki savaş öyle pat diye çıkmıyor. Hatta gerçek dünyaya gelirsek İran’ın örneğin hala savaş çıkarmamış olmasının sebepleri neler? Elbette savaşın ana aktör olmayışı ama kendi topraklarında da defalarca suikast saldırıları yaşadı; ama hala savaş yok…
Demek ki savaş da tüm koşulların oluşmasıyla alakalı. Evet, bu izlediğimiz bir kurgu ama kurgunun tutarlılığı da her şeyin bir anda olup bitmemesidir. Tüm koşulların ve tüm çerçevenin boşluk bırakmaz bir şekilde dizayn edilmesidir. Hem GOT’un hem HOTD’un jeneriğinde tüm hanedanlar anlatılır ya hani, özellikle HOTD’un ilmek ilmek haritayı tamamlaması bile bu işin sanıldığından zor olduğunu anlamak açısından bir metafor olabilir.
Evet, savaş henüz başlamadı ama hazır kıta bekleyen askerlerin uygun adım yürüyüşü ile sezonu kapattı HOTD. Sezona damgasını vuran şeyler ise savaş kadar “oğula karşı oğul”, “piçlerin ordusu” ve “taç yük mü, hediye mi?” başlıkları oldu bence. Senaryo savaşa doğru ilerlerken sezon ortasında en büyük kızışma Prenses Rhaenys Targaryen (Eve Best) yani ‘Kral Olmayan’ın Aemond Targaryen (Ewan Mitchell) ile çatışmasıydı. Beklenen büyük savaş değildi ama ara bir çatışma ile sezon ortasında en azından bu beklenti bir nebze olsun karşılandı.
“Oğula karşı oğul” diyen iki anne Rhaenyra ve Alicent iki defa bir gizli görüşme yaşadı. İki gizli görüşme de barış üzerineydi fakat ilkinde ve ikincisinde isteyen taraflar değişti. Diğer görüşmeler ise Daemon Targaryen (Matt Smith) de dahil üçe bölünmüş gibi görünen ana cephelerin diğer hanedanları bu savaşa ikna etmesi üzerineydi.
“Piçlerin Ordusu” tam da bu görüşmeler sırasında ortaya çıktı. Rhaenyra’nın Aemond’a ait ve aynı zamanda en büyük ejderha olan Vhagar karşısında avantaj elde etmek için yeni ejderha sürücüleri bulmasıyla. Targaryen soyundan ama “soylu olmayanları” bir araya toplayıp ejderhaların önüne çıkarması bile ufak savaş sahnelerini aratmayacak kadar heyecanlıydı.
Ayrıca Rhaenyra’nın düşmanını abluka altına alan, halka ise gizlice yemek gönderip onu yine aynı sezonda lanetleyen halkı yanına çekmesi de önemli hamlelerinden biriydi. Aç bırakan da yiyecek yollayan da kendisiydi. Tabii böylesi “epik” hikâyelerde halkın açlığı, yoksulluğu sadece “taraf” seçmek, onu “kazanmak” için avantajlı olarak görülür. Her ne kadar “barış” istese de Rhaenyra’nın da konu kendi istikbali olduğu zaman halkın açlığını nasıl kullandığını görmüş olduk.
House of the Dragon tüm “yavaşlık” eleştirilerine rağmen savaş hazırlıklarını tamamladı bu sezon. Game of Thrones ile bu anlamda benzerliğini de ortaya koydu. Örneğin Rhaenyra’nın büyük oğlu Jacaerys Velaryon’ın “piçler ordusu” toplayan annesine “Bu piçler bir gün kral olmak isterse ne yapacaksın, fatihin gelecek görülerinde bu da var mıydı?” çıkışı herkesin aklına Jon Snow’u getirdi şüphesiz.
Tabii Game of Thrones göndermesi bu kadar değildi. Sezonun son bölümünde tacın yük mü hediye mi olduğunu çözen Daemon’ın Weirwood Ağacı’ndan geleceği görmesi ve Game of Thrones sahneleri de tüm bu evrenin sevenleri açısından güzel bir andı. Daemon’ın Rhaenyra’ya biz başlangıcız deyip “Kış ve karanlık gelecek” demesi bile savaşın yavaşlığı ile okunmamalı kanımca. Zira başlangıç savaşı olarak okunması daha isabetli olur. İşte tam da bu yüzden bir sabrı hak ediyor.
Suzan Demir kimdir?
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okudu. Hayat TV, ardından Evrensel Gazetesi’nde çalışmaya başladı. Taraf Gazetesi kültür sanat servisinde muhabir ve editör olarak çalıştı. Arka Pencere (www.arkapencere.com) online dergide haftalık sinema eleştirileri kaleme aldı. Ayrıca BİR+BİR Express dergisinde (hem online hem matbu dergide) www.sabirfikir.com ve Kritik 24 (K24) sitelerinde de haber ve yazıları yayınlandı. Yeni E Dergisi’nde kültür, sanat ve sinema röportajları yapıyor. Hala Avrupa’da çeşitli ajanslara politika, ekonomi ve kültür sanat dalında haberler üretiyor. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) ve SİYAD üyesi.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***