M. AHMET KARABAY | HABER İNCELEME
Pakistan adı Türkiye’de bildik olsa da dünyada nüfus yoğunluğu en kalabalık ve en fakir ülkelerinden olan Bangladeş pek bilinmez. Öğrenci gösterileriyle başlayan ve kanlı bir şekilde bastırılmak istenmesi üzerine ayaklanmaya dönüşen gelişmeler sonrasında Bangladeş adı dünya gündemine oturdu. Dünyanın neresinde bir gelişme yaşansa, Türkiye’deki birbiriyle ters kutuplarda olanlar, bunlardan kendi lehlerine çıkarımlar yapar, karşı tarafa da ibretlik olsun diye önlerine tablolar koyarlar.
Kimi okuyucularım kızsa da kısa bir zihin tazelemesi yapmak gerektiğini düşünüyorum. Hindistan, Pakistan, Bangladeş’te yaşayanlar aynı kumaşın bir parçası. Buna kuzeyde Keşmir’i, hatta kısmen güney Afganistan’ı, Hindistan’ın güneyinde Sri Lanka’yı (Seylan), Myanmar’ı (Burma) bile buna katanlar var.
Ne var ki bu bölgelerde yaşayanlara sorarsanız, hiçbirinin bir diğeriyle ilgisi yok. İşte yaşananların temelinde de bu “hiçbirinin diğeriyle ilgisinin olmadığı” iddiası yatıyor. Tarih boyunca en büyük düşmanlıklar birbirine çok benzeyenler arasında yaşandı.
Şimdi kısaca bölge tarihine bakalım.
Farklı dinlerin yaşandığı bölge, 10. yüzyıldan itibaren Müslümanların akınlarına maruz kaldı. Ünlü İslam komutanı/devlet adamı Gazneli Mahmud, neredeyse her yıl güneye seferler düzenleyerek bölgenin zenginliklerini ülkesine taşıdı. Tarihçi İbn-i Esir meşhur “El Kamil” adlı eserinin 8. cildinde bunu detaylarıyla anlatır.
Sonrasında da bölgede kurulan Müslüman devletlerin uygulamalarıyla toplumun önemli bir kısmı zaman içerisinde Müslüman oldu. Avrupa’nın Aydınlanma Çağı diye adlandırdığı dönemden sonra İngiltere 17. Yüzyılın başında Kraliyet izni ile İngiliz Doğu Hindistan Şirketinin kurulmasıyla bölgenin kaderi bu kez farklı yönde değişmeye başladı. 1640’ta İngiliz Doğu Hindistan Şirketinin toprak satın almasıyla bölge kısa sürede İngiliz sömürgesine dönüştü.
300 yıl kadar İngiliz sömürgesi olarak kalan bölge, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Londra için bir yük olarak görülmeye başlandı. Aktivist Mahatma Gandi’nin öncülük ettiği mücadeleler sonrası Ağustos 1947’de Hindistan bağımsız bir ülke oldu.
Hindistan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte bölgede nüfusun yüzde 25’ini oluşturan Müslümanlar, Muhammed Ali Cinnah öncülüğünde Pakistan’ın bağımsızlığını ilan etti. Tüm inançları kucaklama düşüncesinde olan ama özerkliğe sıcak bakmayan bağımsızlık liderleri Mahatma Gandi ve Cevahirlal Nehru’nun çabaları Pakistan’ın ayrılmasını engelleyemedi. Doğu ve Batı Pakistan böyle ortaya çıktı.
Hindistan ve Pakistan arasında İngiliz görevli Cyril Radcliffe tarafından 1947’de çizilen sınır, iki tarafa da huzur getirmedi. Bağımsızlık öncesi İngilizlere karşı verilen mücadele bu kez Hindistan ve Pakistan halkları tarafından birbirine karşı kanlı mücadeleye dönüştü. Çatışma ve mülteci kamplarında ölenlerin sayısı milyonları buldu. On binlerce kadın tecavüze uğradı, kaçırıldı.
Hindistan sadece bölünme döneminde değil, 1965’te de Pakistan ile savaştı. 1999’da Kargil krizi sırasında iki ülke yine çatıştı. Hâlâ gerginlik zaman zaman sınıra asker yığmaya kadar sevk edildiği dönemler oluyor.
1970’e gelindiğinde Hindistan’ın kuzeyinde Doğu ve Batı Pakistan coğrafyası olarak kabul edilen Pakistan bu kez kendi içinde sürtüşmeye başladı. 1971’de yapılan seçimlerin sonunda Şeyh Mucibürrahman açık bir zafer kazandı. Batı Pakistan, başkenti Dakka olan Doğu Pakistan’daki seçim sonuçlarını tanımadı.
Bengal halkı Batı Pakistan’ın sonuçları yok saymasına itiraz etti. İslamabad yönetimi, protestoları ABD’nin de desteğiyle kanlı bir şekilde bastırdı. Mucibürrahman’ın Doğu Pakistan’ı Bangladeş adı altında bağımsızlık ilan etmesiyle kargaşa iç savaşa dönüştü.
9 ay süren bu çatışmalarda 3 milyona yakın Bangladeşli, Müslüman kardeşleri tarafından katledildi. 300 bin Bengal kadını tecavüze uğradı. Milyonlarca Bengal güneydeki Hindistan’a sığındı. Sayıları 10 milyonu bulan sığınmacılar Hindistan’ı harekete geçirdi. Hindistan bağımsızlık mücadelesinde net bir şekilde Mucibürrahman’ın yanında yer aldı.
1952’de başlayan Doğu-Batı Pakistan arasındaki mücadele, 16 Aralık 1971’de resmen Bangladeş’in kurulmasıyla sonuçlandı. Ülkenin kurucu lideri, ekonomik olarak toplumunu rahatlatamayınca otoriterleşmeye başladı. Kurucu liderin, Sovyetler Birliği’ne yaklaşıp çözüm geliştirmeye çalışması üzerine CIA, darbe yaparak Mucibürrahman’ı 3 oğlunu, hamile gelinini 1975’te kuruluş yıldönümünde öldürdü.
Mucibürrahman’ın iki kızı Almanya’da seyahatte oldukları için tesadüfen kurtuldu. Bunlardan Şeyh Hasina, iki dönem ülkede başbakanlık yaptı. İlk görev yaptığı 1996-2001 arasında dünyanın en fakir ülkelerinden biri sayılan Bangladeş’in sorunlarına çözüm bulmaya çalıştı. 2009’da başlayan ikinci görev döneminde ise yükselen İslamcı dalgayı sert önlemlerle bastırmaya çalıştı. Ülkedeki en büyük grup olan Cemaati İslami’nin faaliyetlerini yasakladığı gibi, hapishaneleri önde gelen isimleriyle doldurdu.
TEMEL SORUN FAKİRLİK
Ülkenin temel sorunu olan fakirliğe çözüm geliştiremedi. 150 bin kilometrekareyi bulmayan topraklarda 175 milyon insan yaşıyor. Bir diğer ifadeyle Türkiye’nin beşte biri büyüklüğündeki bir alanda, ülkemizin nüfusunun iki katı insan yaşıyor. Kişi başına düşen milli gelir geçtiğimiz yıl 2 bin doların altında.
Tablo böyle olunca fakirlik ve işsizliğin ne boyutta olduğu daha kolay anlaşılabilir.
İşsizliğin ve fakirliğin bu kadar can yaktığı bir ülkede Başbakan Şeyh Hasina, geçtiğimiz haftalarda 1971’deki bağımsızlık savaşında görev yapan kişilerin çocuklarına veya torunlarına kamu sektöründe yüzde 30’a varan kontenjan ayrılması kararı aldı.
Bu adım üzerine öğrenciler, kontenjan uygulamasının haksızlık olduğunu belirterek geleceklerinin karartıldığını öne sürerek protesto gösterilerine başladı. Günler süren protestolar, güvenlik güçleri tarafından kanlı bir şekilde bastırılmaya çalışıldı.
1979’daki İran İslam devrimi öncesinde olduğu gibi Bangladeş’te de sol gruplarla İslami gruplar, günlerce sokaklarda Şeyh Hasina’yı protesto etti. 5 Ağustos’ta Hasina, bir helikopterle Başbakanlık binasından kaçmak zorunda kaldı.
BİLİNMEZLER DÖNEMİNİN KAPISI ARALANDI
Hasina’nın kaçtığını duyan halk, Başbakanlık binasına girip her tarafı yağmaladı. Sokaklarda insan avı başladı. Yabancılara ve özellikle Hindulara karşı acımasız katliamlar yaşandığına ilişkin görüntüler her haber kaynağında yer alıyor.
Genelkurmay Başkanı General Waker’uz-Zaman, ulusa seslenerek kendilerine zaman verilmesini ve bir çözüm bulacaklarını söyledi. Ülkede herhangi bir acil durum ilanını gerektiren bir tablonun olmadığını belirten Zaman, bir geçiş hükümeti kurulacağını açıkladı.
Fransa’da yaşayan ve yoksullukla mücadelede “mikro kredi” uygulamasıyla 2006’da Nobel Barış Ödülü kazanan Muhammed Yunus ülkeye davet edildi. Ülkedeki öğrenci hareketinin liderleri Cumhurbaşkanı Şahabuddin ile görüştü. Şahabuddin öğrencilerin önerisiyle Yunus’a geçici hükümeti kurma görevi verdi.
Muhammed Yunus, Nobel Ödülüne giden yolda çalışmalar yaptığı dönemde Türkiye’ye de geldi. Kendisi ile iki kez görüşme fırsatım olmuştu. Aziz Hoca’nın (Akgül) Parlamentoda olduğu dönemde Türkiye’de mikro kredi uygulanması yönündeki girişimleri vardı. Yunus ile sık gelip gittiği dönemde çok yararlandığım sohbetlerimiz olmuştu.
Muhammed Yunus, sadece Nobel Barış Ödülü sahibi değil, aynı zamanda farklı kuruluşların yaptığı araştırmalarda dünyadaki en önemli entelektüellerden biri olarak gösteriliyor.
Bütün bu birikimine rağmen Yunus’un başarılı olabilmesi kolay mı? Kolay olması bir tarafa soruyu “Başarılı olması mümkün mü?” diye sormak gerekiyor. Verilecek cevap imkansız denecek kadar çok zor.
Çünkü otokrat Hasina’nın gönderilmesi için sokaklara dökülenlerin homojen bir yapısı yok. Nüfusun büyük çoğunluğu Sünni öğretiyi bağnazlık derecesinde hayat ilkesi sayanlardan oluşuyor.
Otokrat Hasina’nın gitmesi ardından ülkede babası Mucibürrahman’ın heykellerini ülkenin merkezi yerlerinde yıkan öfkeli gruplar, Muhammed Yunus’un akılcı politikalarını kabul edebilmeleri mümkün görünmüyor.
84 yaşındaki Muhammed Yunus, bu görevi muhtemelen “son vatan borcu” olarak görüp kabul etti. Sanıyorum görevi kabul etmesinde bir nokta daha etkili oldu. Nobel kazanmasına giden yolu açan Grameen Bankası yönetiminden Hasina tarafından uzaklaştırılması da etkili oldu. 2011’de “çok yaşlı” olduğu gerekçesiyle kurucusu olduğu bankanın yönetiminden uzaklaştırılan Muhammed Yunus, Şeyh Hasina’yı “yoksulların kan emicisi” olarak görüyordu.
Bangladeş’teki iktidar deviren öğrenci hareketi sonrasında ülkede esen İslamcı hava, Türkiye’de (siyasal İslamcı) bazılarının iştahını kabartmışa benziyor. 7 Ekim Aksa Tufanı’nın Bangladeş’te başarıya ulaştığını savunan bu kesime göre, sıra Türkiye’ye geldi. Onlara göre Filistin’de başarıya(!) ulaşıldı; 40 bin kişinin katledilmesi umurlarında bile değil… Size garip gelebilir ama ‘akli melekelerini’ neredeyse tamamen yitirmiş bu kesime göre 7 Ekim’de bir ‘ateş’ yakıldı…
Çılgınlıkta sınır yok.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***