NECİP F. BAHADIR | YORUM
Fenerbahçe Kulübü Başkanı Ali Koç’un ziyaretinde ortaya çıkan ‘o saat’ Devlet Bahçeli’nin değil, Türkiye’nin saati aslında… Bugün meselenin özüne bakalım.
2013’ün ‘17 – 25 Aralık’ında zaman durdu. Ve saatler geriye doğru işlemeye başladı. Ülke ‘Benjamin Button’ gibi bir hilkat garibesine dönüştü. Türkiye’nin siyasi tarihini yazanların ‘zamanın donduğu, saatlerin durduğu’ bu anı ‘dönüm noktası’ olarak niteleyeceği kesin.
22 yıllık AKP iktidarını değerlendirirken kaba hatlarıyla iki döneme ayırmak mümkün. Daha ince işçilik yapanlar dönemlerin sayısını arttırabilir. Hakları da var. 2013’ün Aralık ayı bir dönemin sonu, bir başka devrin ise başlangıcı.
Her şey polislerin ‘AKP’li 4 bakanı’ suç üstü yakalamasıyla başladı. Emniyet aylar süren bir soruşturma yürütmüş ve rüşvet görüntülerle, mahkeme kararıyla yapılan dinlemelerle belgelenmişti.
Evet bir milat bu… 17 – 25 Aralık’tan önce AKP ile bu tarihten sonraki AKP arasında dağlar kadar fark var. Sadece parti mi? Erdoğan da öyle… Kız kardeşi bile “Tanıyamıyorum, galiba abime büyü yaptılar…” dedirtecek kadar şaşırttı. Yakın tarihi okurken ben de “Acaba bugün karşımızda olan Erdoğan’ın klonlanmış hali mi?” diye düşünmekten kendimi alamıyorum. İki Erdoğan arasında da uçurum var. İnsan elbette değişir, dönüşür, gelişir. Ama böyle değil. Bu ‘başkalaşma’…
Parti diyorsak, alışkanlıktan!
Bugün karşımızda ‘delikanlı’ kişiliğiyle bilinen Erdoğan ve klasik anlamıyla bir parti yok. Herhangi bir siyasi teşekkülden bahsedemeyiz. AKP’ye parti diyorsak veya parti muamelesi yapıyorsak alışkanlıktandır. Siyaseti analiz edenlerin bu ayrımı yapacağına eminim. AK Parti’nin AKP’ye, Kasımpaşalı Erdoğan’ın, Bahçeli’nin, Perinçek’in, belki de tarihin elinde bir Saray’lıya ve mekanik bir oyuncağa dönüşme sürecinin 17 Aralık’la başladığını söyleyecektir.
Devlet Bahçeli, ‘17 – 25 Aralık saatine’ sahip çıkmadı, su koyverdi. Bir zamanlar partililerine ‘Ya helalin, ya Bilal’in yanında olacaksınız’ diye seslenirken bugün tercihini Bilal’den yana yaptı, haramın hizasına konumlandı. Helal’den de Hilal’den de geçti. Amblemi Hilal’i bu kadar kolay satan bir lideri, siyaset tarihi yazmadı. MHP üç hilalli amblemini değiştirse yeğdir. O hilal tarihe karıştı artık. Anlamını ve ruhunu yitirdi.
Devlet Bahçeli’nin saati orada dursun… Biz Türkiye’nin duran saatini konuşalım. Avrupa Birliği’ne Brüksel’e doğru hızla ilerlerken, nasıl Afganistan ve Suriye gibi ülkelerin derekesine düştüğünü tartışalım. Bahçeli ise 17 – 25 Aralık saatine bakıp hemşehrisi ve hayranı olduğu Ferdi Tayfur’un, “Her saat başında, hatırla beni!” şarkısını dinlesin.
Neyi hatırlayacaksa… 17 – 25 Aralık operasyonları için “Yolsuzluk değil.” dediğine göre acaba o saat ona hangi anıları hatırlatıyor? Bahçeli’nin dünyasına nüfuz edilemediği, kapalı kutu bir siyasetçi olduğu için hangi anıları canlandıracağını kestirmek güç elbette. Yarını olmadığına göre geçmişiyle teselli bulmasını normal karşılamak lazım.
Bahçeli’nin çark etmesinin AKP cenahında karşılığı yok
Bahçeli’ye kötü bir haberim var; o saatin odaya geriye döndüğü ifşa olduktan sonra panik ve aceleyle yaptığı açıklamaların AKP cenahında hiçbir karşılığı olmadı. Kara mizah örneği komik savunmasıyla Erdoğan’ı ikna edemedi. Şimdi AKP yönetimi o saatin neden tekrar o odaya döndüğünün perde arkasını öğrenmek için ter döküyor. Erdoğan’ın Ayşe Ateş görüşmesine bir tepki olarak yorumlayanlar da var, akla ziyan sebepler sıralayanlar da… Bahçeli’nin değil de bir başka ‘iradenin devreye’ girdiğini ileri sürenler bile çıktı.
Gerçek şu ki; Erdoğan ve arkadaşları Bahçeli’nin açıklamasına inanmadı. Ve parti yönetimine bu konuda konuşmama, yorum yapmama talimatı gitti. Eğer AKP’den bir ses bekleyenler varsa boşuna heveslenmesin. Her konuda konuşan AKP bu mevzuda susacak. Derin sessizliğe gömülecek. Erdoğan AKP’lilerin ağzını öylesine sıkı kapattı ki, o saat üç gündür herkesin dilinde; AKP’den ‘tık’ yok.
17 – 25 Aralık operasyonlarını birkaç açıdan yorumlamak mümkün. Ama ilk boyutu; ‘yolsuzluk…’. Ortalığa saçılan görüntüler, para sayma makinaları, ayakkabı kutularındaki deste deste dolarlar… Doğru mu? İstisnasız bu soruya herkesin verdiği cevap; “Evet, doğru!”
Eksiği var, fazlası yok.
Erdoğan’ın cevabı da farklı değil. 4 bakanının ‘yolsuzluk’ yaptığını adı gibi biliyor. Çünkü kendisi de bizzat işin içindeydi… Hatırlayın, soruşturma savcısı, ‘bir numara’nın Erdoğan olduğunu söylemişti…
Böyle olmasa rüşvetin göbeğindeki o 4 bakan koltuğunu kaybetmez, siyasette varlığını sürdürürdü. Haksızlığa uğramış, mağdur, masum ve mazlum politikacıyı Türk halkı pek sever. Erdoğan bakanlarının yolsuzluğa bulaştığını bildiği için hepsini partiden uzaklaştırdı. Bir istisna olarak Egemen Bağış’a ‘büyükelçilik’ verdi.
Erdoğan’ın ‘hükümete kumpas/darbe’ olarak gördüğü 17 – 25 Aralık operasyonlarına başka anlam yüklemek kimin haddine? Eğer bir yerde yolsuzluk varsa devletin savcısı, polisi kayıtsız kalamaz; kalırsa görevini yapmamış ve suç işlemiş olur. AKP’lilerin sık sık tekrarladığı, “Operasyon yapmak polise mi kaldı?” gibi bir çıkışın hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Suça ortak olmakla eşdeğer.
‘Darbeyi’ kim yaptı?
17 – 25 Aralık operasyonları hükümete darbe miydi? 4 Bakanı suçüstü yakalanan bir hükümetin darbe almaması mümkün mü? Darbenin faili polis veya amirleri değil, bir operasyona hedef olacak biçimde suça bulaşan bakanlar… AKP’ye darbeyi vuranı polis olarak nitelemek ‘anayasal sistemi’ inkardan başka bir şey değil. Buradan yürüyen günün sonunda, “Bana devletin askeri, polisi lazım değil, Sedat ve Sadat bana yeter…” noktasına gelir.
Bütün iktidarlar suçüstü basılsalar dahi inkar etmeye, üzerini örtmeye, dikkatleri başka yöne çekmeye yeltenir. Ama kamu ve toplum vicdanı buna izin vermez. Devlet aygıtı da halk da iktidarlar ne kadar güçlü olursa olsun, “Orada dur!” der ve kıpırdayamaz hale getirir.
Ama Türkiye’de ‘devlet’ başka hesaplara girdi, halk ise 17 – 25 Aralık’ın akabinde yapılan yerel seçimlerden AKP’yi birinci parti yaptı. Sorun kötü ‘iktidarlar’ değil o her yerde var, asıl problem kötüye yol veren, alkışlayan, destekleyenlerdir. Bu çok az ülkede var. Türkiye’nin de bu ülkelerden biri olduğu yaşanarak görüldü. Bugün ‘huzur ve bereket’ Anadolu coğrafyasını terk etti. Musibetler yağmur gibi yağıyorsa sebeplerini işte burada aramak lazım.
CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır, 17 – 25 Aralık konusunda özeleştiri yaparken demiş ki; “Erdoğan’ın oğluyla yaptığı görüşmeler ve bu olayın kapatılması Cumhuriyet tarihinin en acı olayıdır. Benim içimde çok büyük yaradır. Türkiye’nin bazı gerçekleri ortaya çıktı, üzerine gidemedik…”
Özeleştiri iyidir de ama bu mesele ‘pardon’ diyerek geçiştirilecek türden değil. Nice acılara, nice kayıplara, nice canlara mal oldu.
Ülkenin kaybettiği bir konuda Ali Mahir Başarır’a “Günaydın!” demek içimden gelmiyor. Fakat içindeki ‘o yaranın kanaması’ da bir vicdanı olduğuna delalet eder. Bu da fena değil. Halk da bugün bu noktaya geldi ama harekete geçiren vicdanı değil cüzdanı oldu. Cüzdana yenilen vicdan sahibinden gün gelir öcünü alır.
Ve almakta da…
‘Bereket ve huzuru’ ara ki bulasın.
Tartışılması gereken Bahçeli’nin değil Türkiye’nin ‘17 – 25 Aralık’ta duran saatidir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***