Başrollerinde Tuba Büyüküstün, Seda Bakan, Boncuk Yılmaz, Murat Boz ve Fırat Tanış’ın oynadığı Zeytin Ağacı dizisinin ikinci sezonu 11 Temmuz’da Netflix’te yayınlandı. Üç arkadaştan biri olan Sevgi’nin (Boncuk Yılmaz) kanser olduğunu öğrenmesiyle arkadaşları Ada (Tuba Büyüküstün) ve Leyla’yı (Seda Bakan) yanına alıp Ayvalık’ta Zaman (Fırat Tanış) adlı “Aile dizilimi” yapan bir adamı bulmalarını konu alıyordu ilk sezon.
İlk sezonda avukat olan Sevgi burada “şifa” bulmaya gelmişti. Doktor olan Ada ise bu yapılana şiddetle karşıydı ve derken bu “Aile Dizilimi” denen “şeyi” deneyimleyince fikri değişiyordu. Hepsi geçmişine dair bir hesaplaşma yaşıyor ve burada kalmaya karar veriyordu. İkinci sezonda Sevgi’nin kanserinin seyrini, eşi hapse girince tek başına kalan Leyla’nın Ayvalık’ta ekonomik olarak var olma çabasını ve de Ada’nın bilime karşı spiritüalizm savunmasıyla yine belli hesaplaşmalarını izliyoruz…
Damon Lindelof ile Tom Perrotta tarafından yaratılan ve 2014’te HBO’da yayınlanıp 3 sezon devam eden The Leftovers, dünyadan aniden 140 milyon kişinin yok olmasını konu alıyor. “Ani ayrılış” denilen bu olayın gerçekleşmesinden 3 yıl sonrasını anlatan dizi ortaya çıkan tarikatlara, teorilere, mesihi bekleyenlere çeviriyor kameraya. Açıklanamayan bu olayın ardında “kalanların” çıkış yolu için çırpınmasını izliyoruz dizide.
Bana göre son 20 yılın en iyi dizilerinden biridir The Leftovers, umutsuzluk üzerine ortaya çıkan inanışlar, insanların radikalleşmesi, tarikatlar ve komplo teorileriyle kaosa sürüklenmiş bir dünyayı çok iyi resmeder. Ayrıca fantastik bir duruma gerek duymaz dizi, zira göğün yarılmasından daha fantastik olan bir şey varsa o da insanın bizzat kendi eliyle yaptıklarıdır… O yüzden dünyanın yeniden böyle umutsuzluk ile çırpındığı pandemi döneminde spiritüalizmin yükselişe geçmesi bana çok da tesadüf gibi gelmiyor. Hızlı ölümler sonrası 21’inci yüzyılda aniden evine hapsolmuş milyarlarca insanın yeni bir umuda ihtiyacı vardı. Bu umut zaten var olan ama kendi yağında kavrulan bir inancın şah damarını kesip fışkırmasına neden oldu.
Bundan beş yıl önce duymadığımız ama artık neredeyse herkesin bildiği bir amentü dilimize yerleşti “aldım, kabul ettim!” Şükür, âmin ve dua yerini evrene gönderilen iyi niyet manifestlerine bıraktı. Psikolojiden hayli beslenen bu yeni dalga, evren karşısında ne olursa olsun pozitif olmayı, sürekli güzeli/iyiyi çekmeyi kutsayan bir inanışa dönüştü. Hatta öyle ki artık psikoloji kendini toplumsal alandan sıyıran ve sadece bireyin “başarmasını”, “mutlu olmasını” hedefleyen bir disiplin haline geldi. Bu eleştirinin psikoloji alanında çalışmalar yürüten kimi araştırmacılar tarafından daha kapsamlı şekilde yapıldığını da not düşmek isterim. Zamanında ABD’de evrim yerine müfredata yaratılışçılığın konulmasına ilişkin önemli çabalar vardı. Akıllı Tasarım olarak güncellenip bir nevi Tanrıyı deney tüpüne sokmaya çalışan bu teori kabul görmedi. Ama öyle görünüyor ki manifest ile başlayan bu yeni inanış “aldım, verdim ben seni yendim” diyerek dünyanın lügatine de müfredatına da girmiş görünüyor.
İşte Zeytin Ağacı da bu yeni inanışın bir ürünü. Bu kadar uzun uzadıya çerçeveyi çizip Zeytin Ağacı’nın ikinci sezonunun bu çerçevede nereye denk geldiğine bakarsak, aslında dizinin ortama TV’lerde yayımlanan yaz dizilerinden farkı yok. Üç arkadaşın spiritüal yolculuğu denen şey aşk, aile vs. ilişkilerinde hüsrana uğrayıp duran insanların suçlu bulma çabası. E bir de yazlık bölgedeki o cıvıl cıvıl yaşam… İnternette dolaşıp duran bir video var özellikle bu aile dizilimlerini tiye alan. İki tane kahkaha atan adamın üstüne yazılmış (videoyu bulamadım ama aklımda kalan) sözler durumu çok güzel tarif ediyor. “Atalarımı affediyorum ve kendimi özgürleştiriyorum” diyen kişiye kahkaha atan bu “temsili atalar”, o sırada iki kıtlık, üç savaş ve en az bir göç görmüştür ve kendilerini affeden büyük büyük torunlarının varoluşsal hatalarının da müsebbibidirler! Gerçekten dile gelseler videoda kahkaha atan adamlar kadar güleceklerine eminim.
Atalarımızdan kalıtsal özellikler aldığımız genetik açından ispatlanmış bir gerçek. Ya da bazı davranış kalıplarının yarattığı tahribatları bir sonraki nesle aktaran psikolojik süreçlerin var olduğu gibi. Ama suç ya da acı gibi şahsi ve zamansal bir durumun aktarımına verilecek somut bir cevap yok. Peki nedir geçmişle yüzleşmek? Geçmişe dair davranış kalıplarını psikanalitik yöntemlerle incelenmesi söz konusu. Fakat buradaki durum bambaşka. Fırat Tanış’ın canlandırdığı Zaman karakteri (Aile dizilimi tam olarak bu) insanların kendileri ve aileleri için temsilci seçmesini söylüyor ve ayağa kalkıp aile çemberine giren bu kişiler aracılığyla o kişinin hayatı hakkında “medyumsal” bazı anlar yaşanıyor. Kişinin bilmediği sırlar ortaya çıkıyor ya da öyle varsayılıyor ve Zaman Bey bunu iyileştirmek için fidan dik, çocuk okut vs. diyor.
Türkiye üstü kapatılmaya çalışılan onlarca katliamın olduğu bir geçmişe sahip. Dizi tam da geçmiş hesaplaşması derken bunları görmezden gelmiyor. Ermeniler, Rumlar, Kürtler dizide geçmişin gölgeleri ve yaraları adeta. Ama bu yaralara ne öneriyor dersiniz? Fidan dikmek, çocuk okutmak! Adaletin A’sını anmayan bir hesaplaşma bu. Örneğin bir bölümde babası Albay olan Leyla aile dizilimi seansına giriyor. Babasının geçmişte bir operasyonda bir evde anne ve oğlunu öldürdüğü temsil ediliyor. Leyla bu seanstan hiçbir şey anlamadığını söyleyince Zaman Bey “Yası tutulmamış bir anne ve oğul var. Buna baban sebep olmuş olabilir o yüzden sen bir çocuk okut ya da bir muhtaca yardım et” diyor. Emekli bir askerin hem de albay rütbesindeki bir askerin, bu ülkenin neresinde bir anne ve oğulun ölümüne sebep olduktan sonra hiç yargılanmayacağını herkes tahmin edebiliyordur! Burada da Leyla’ya git adaleti ara diyen bir rehberden ziyade “iyilik” yapmasını söyleyen biri var…
Adalet arayanların “hafızayı” diri tutmaya çalıştığı onlarca mücadele var bu ülkede. Hiçbiri bu yaşananları “kabul edip” “kader” deyip geçmiyor. O yüzden bu ağacın zeytinleri çok acı. Peki bu büyük önermesi dışında Zeytin Ağacı izleyiciye ne vaat ediyor? Bol, bol mucize her işin hallolması yani kendini iyi hisset yapımlarından başka hiçbir şey.
Son olarak çoğumuz bu spiritüalizm bombardımanından çok da uzağa gidemiyoruz. Neredeyse beş kişiden ikisi burçlara dair birçok özellik sayabilir. Öte yandan umutsuzluğun yarattığı sığınma, inanma ihtiyaçlarımızın varlığı su götürmez bir gerçek. Ama bu tarz seansların insan psikolojisini doğrudan olumsuz etkilediğine dair uzman görüşlerinin olduğu bir videoyu tavsiye etmek istiyorum.
Ayrıca bu konuyu ayrıntılı olarak 79’uncu sayısında işleyen Yeni E Dergisi’ni de şiddetle tavsiye ederim.
Suzan Demir kimdir?
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okudu. Hayat TV, ardından Evrensel Gazetesi’nde çalışmaya başladı. Taraf Gazetesi kültür sanat servisinde muhabir ve editör olarak çalıştı. Arka Pencere (www.arkapencere.com) online dergide haftalık sinema eleştirileri kaleme aldı. Ayrıca BİR+BİR Express dergisinde (hem online hem matbu dergide) www.sabirfikir.com ve Kritik 24 (K24) sitelerinde de haber ve yazıları yayınlandı. Yeni E Dergisi’nde kültür, sanat ve sinema röportajları yapıyor. Hala Avrupa’da çeşitli ajanslara politika, ekonomi ve kültür sanat dalında haberler üretiyor. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) ve SİYAD üyesi.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***