T24 Haber Merkezi
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi toplantısında; siyasi kutuplaşma ve “bilime dayalı olmadığı” yorumlarıyla eğitimcilerin ve toplumun önemli bir kısmının tepkisini çeken yeni eğitim müfredatı modeli, Türkiye’nin nitelikli iş gücünü kaybetmesi ve göçmen politikası eleştirilirken, hukukun üstünlüğünün ve Anayasa Mahkemesi’nin önemine, yargı bağımsızlığının ekonomik gidişatı direkt olarak etkilediğine vurgu yapıldı.
Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi’nin (YİK) 2024’ün ilk toplantısı bugün yapıldı. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de katıldığı toplantıya Türkiye’nin önde gelen iş insanları katıldı.
Toplantıda konuşan TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras, Türkiye’nin hukukun üstünlüğü endeksine göre sıralamasının gerilediğine ve bunun, ekonomik öngörülebilirliği etkilediğine vurgu yaptı. Aras, Türkiye’nin beyin göçü verdiğine dikkat çekerek, “Nitelikli emek, sadece iyi ücret istemiyor; şeffaflık, hukukun üstünlüğü ve demokrasi ile çerçevelenen iyi bir yaşam istiyor. Bunu sağlayan ülkelere göçüyorlar” dedi. Göçmen politikasının iyi yönetilmesi gerektiğini de ifade eden Aras, Türkiye’nin “Avrupa’nın göçmen deposu olmaması gerektiğini” dile getirdi.
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan da yaptığı konuşmada birtakım siyasi eleştirilerde bulunurken, son 10 yılda Türkiye’nin fakirleştiğini belirtti ve “Geride bıraktığımız 10 yılı kaybetmemiş olsaydık, farklı bir tablo konuşabilirdik. Düşük enflasyon, bütçe disiplini, sorunsuz finansa edilebilen bir cari açık, stabil bir TL çok daha yüksek kişi başı gelir anlamına gelecekti. Ne gelir dağılımı böyle bozulacaktı, ne emeklinin alım gücü böyle düşecekti ne de gençler yurt dışında geleceklerini arayacaklardı. Vakit kaybettik, bedeli ağır oldu. Şimdi yeniden doğru adımları atmaya başladık” dedi. Turan, son bir yıldır uygulanan ekonomi politikasından memnun olduklarını ancak “temkinli olduklarını, adım atarken kılı kırk yardıklarını” söyledi.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de eğitim konusunda gelen eleştirilere “Son 20 yılda hem okumada hem matematikte hem fende mükemmel bir iyileşme var” diye yanıt verirken, eleştiriye açık olduklarını belirtti ve “Eleştirci yapıcıysa rehber niteliğindedir, ufuk açıcıdır. İdeolojik saplantılarla yapılan eleştirilere açık değiliz” dedi.
Aras’ın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:
“Geleceği düşünerek adım atabilmek için hızla değişen dünyayı iyi anlamalıyız. Dünyadaki değişimi dört ana başlık altında toplayabiliriz: iklim, demografi, jeopolitik ve teknoloji. Bu değişimlerin en başında iklim değişikliği geliyor. Küresel ısınmanın sonuçlarını her alanda yaşıyoruz.
Ülkeler ekonomi politikalarını bu doğrultuda değiştiriyor. İklim değişikliğiyle mücadele konusundaki küresel mutabakat giderek güçleniyor. Bu alanda AB başı çekiyor. Yeşil dönüşüm ihtiyacı, tarımsal üretim, tüketim tercihleri, üretim teknolojileri ve ticaret gibi birçok alanda değişimi tetikliyor.
Yeşil dönüşüme duyarlı olmayan şirketlerin rekabet şansı kalmıyor. Yeşil dönüşümü kaçırmamak için hareket etmeli ve uyum kapasitesini artıracak tedbirleri hızla hayata geçirmeliyiz. Aksi halde ciddi zorluklarla karşılaşacağız.
Güçlü ve dayanıklı bir ekonomi, toplum ve ülke yaratmak için farklı yapmamız gerekenleri dört ana başlıkta özetleyebilirim:
- Hukukun üstünlüğü,
- Eğitim ve liyakat,
- Teknoloji üretmek ve inovasyon,
- Verimlilik ve ihracata dayalı ekonomik büyüme modeli.
“Pek çok ülke nitelikli göç programı uyguluyor. Türkiye, yetiştirdiği nitelikli gençleri başka ülkelere kaptırıyor. Nitelikli emek, sadece iyi ücret istemiyor; şeffaflık, hukukun üstünlüğü ve demokrasi ile çerçevelenen iyi bir yaşam istiyor. Bunu sağlayan ülkelere göçüyorlar. 2022’de 140 bin vatandaşımız göç etti. Ülkemiz hem göç veriyor, hem göç alıyor. Demografi fırsat penceresi sorunununu Avrupa’nın göçmen deposu olarak çözemeyiz. Dünyada en çok göç alan iki ülkeden biriyiz. Beyin göçünü tersine çevirmeliyiz, göçmen politikasını lehimize geliştirmeliyiz. Demografik değişimi iyi yönetmeliyiz.
Ömer Aras
Değişimi kaçırmamalıyız. Önyargılarımızdan kurtulmalı ve yeni politikalar üretmeliyiz. Hukukun üstünlüğü, eğitim ve liyakat, teknoloji üretmek ve inovasyon son olarak verimlilik ihracata dayalı ekonomi modeli.
Hukukun üstünülüğü endeksine göre Türkiye’nin sıralaması geriliyor. Bu, rekabet gücümüzü zedeliyor. Hukukun üstünlüğü, siyasal ve ekonomik yaşamın her alanında öngörülebilirlik sağlar.
Hukukun üstünlüğü; yasama, yürütme ve yargı erklerinin, sahip olduğu güçleri kötüye kullanmayı önleyen fren mekanizmasının dayanağıdır. Bu mekanizma işlemiyorsa Anayasa’da öngörülen kuvvetler ayrılığı ilkesi hayata geçmiyordur. Hukuk devleti ilkesi, anayasaları iktidarların keyfi davranışlarını önlemek için konmuştur.
Son zamanlarda AYM ile tartışmaların gündeme geldiğini üzülerek görüyoruz. AYM’nin üstünlüğü ilkesinden asla taviz vermemeliyiz. Vatandaşların ve yatırımcıların yargının bağımsız ve tarafsızlığına güveni tam olmalıdır.
Eğitim en önemli mesele olarak görüyoruz. Siyasi görüş ve inanç bazlı eğitimle değil, bilim ve bilgi bazlı eğitimle eğitilmiş iş gücüne ihtiyaç vardır. Eğitim sistemimiz vasıfsız üniversite mezunu değil, becerikli gençler yetiştirmelidir. Yeni Maarif Modeli’ni ülkemizi geleceğe hazırlama kapasitesinde görmüyoruz.
Liyakatin de hayata geçirilmesi önemlidir. Gençleri hak ettiği yerlere getirmeli, atamalarda likayete uygun hareket edilmediği inancı yozlaşmaya yol açıyor.
Mülakat sisteminin mevcut hali de uygulamadan kaldırılmalı, yerine liyakat esaslı bir sistem hayata geçirilmeli.
Teknolojik atılımlarını Türkiye hep geriden takip etti. Bu kez kaçırmayalım. Ar-Ge’ye ayrılan kaynakları artıralım, genç girişimcileri destekleyelim.
Verimliliği, kârlılığı yüksek şirketler, çalışanlarını enflasyonlara ezdirmezler. Verimliliği yüksek şirket sayısı arttıkça asgari ücretli çalışan sayısı azalır. Verimliliğe dayalı büyüme modeline geçmesi gerekiyor.
Önemli bir kavşaktayız. Doğru zamanda doğru kararlar vermeliyiz. Dünyadaki değişimi kaçırmamalıyız. Siyasi çatışmalarla vakit ve enerji kaybetmemeliyiz. Hukukun üstünlüğünü ve yargı bağımsızlığını sağlamış, bilime odaklı eğitimi benimsemiş, yenilikçi teknolojiyi esas alan, verimliliği yüksek, rekabet avantajı olan, dünyaya mal ve hizmet satabilen, AB ile gümrük birliğini güncellemiş, vatandaşların ve dünyanın güvendiği bir ülke yaratabiliriz.”
“1 yıldır doğru politikasına dönmüş olmamızı önemsiyoruz”
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan’ın açıklamasından önce çıkanlar da şöyle:
“Siyasi kamplaşma ve gerilimler, seçimlere damga vurmuştu. Oysa Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken bu bize yakışmazdı. Bu günleri geride bırakma ihtimali belirdi ama temkinliyiz, adım atarken kılı kırk yarıyoruz.
2016 sonrasında uygulanan hatalı politikalar sonucu enflasyon performansı kötüleşti, 2021’de hız kazandı. 1 yıldır doğru politikasına dönmüş olmamızı önemsiyoruz.
Cari açıkla yıllardır mücadele ediyoruz. En önemli dış kırılganlıklarımızdan biri haline gelen TCMB rezervlerinin güçlenmeye başlaması memnuniyet verici.
Geride bıraktığımız 10 yılı kaybetmemiş olsaydık, farklı bir tablo konuşabilirdik. Düşük enflasyon, bütçe disiplini, sorunsuz finansa edilebilen bir cari açık, stabil bir TL çok daha yüksek kişi başı gelir anlamına gelecekti. Ne gelir dağılımı böyle bozulacaktı, ne emeklinin alım gücü böyle düşecekti ne de gençler yurt dışında geleceklerini arayacaklardı. Vakit kaybettik, bedeli ağır oldu. Şimdi yeniden doğru adımları atmaya başladık. Bu süreç bizi sıkı sıkıya sarılmamız gerekenleri hatırlattı. Kurumların bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, yönetişim kalitesi, özgürlüklerin, çoğulcukların önemini bir kez daha gördük. Bu ülkelere sıkı sıkıya bağlı kalarak daha iyi bir yerde olmamız mümkündü. Kaybettiğimiz vakti geri kazanabilmemiz mümkün. Enerjimizi tüketen kısır çekişmeleri kenara bırakmak gerekiyor, kamplaşmanın kimseye faydası yok. Siyasette normalleşme adımları hepimizi umutlandırıyor.
Zamanımızı ve enerjimizi neyi, hangi önceliklendirme ile nasıl yapmalıyız sorularına ayıralım. Ülkemizi ileri götürmek için tüm fikirlere açık olalım, özgürce tartışalım.
Ama siyasette de, ekonomide olduğu gibi bir zamanlar sahip olduğumuz ve sonradan yitirdiğimiz standartları geri kazanmaya çalıştığımızı da unutmayalım. Bunun için, siyasetçiler arasında, toplumda, hatta iş dünyasında bile yaygın olan bazı temelsiz kabulleri artık geride bırakıp, yerine veriye ve bilime dayalı politikaları uygulayalım.
“Enflasyonla mücadele uzun vadede işsizliğe yol açmaz”
İzninizle birkaç örnek vereyim:
Enflasyonla mücadele uzun vadede işsizliğe yol açmaz; büyümeyi düşürmez. Türkiye örneği yeterlidir. Yüksek enflasyondan hiçbir ülke yarar görmedi. Yüksek enflasyon ekonomiyi de siyaseti de, toplumu da yorar, bozar; yozlaştırır.
İhracat artışı için TL’nin değer kaybetmesi gerekmez. Düşük verimlilikle, yüksek maliyetle yapılan üretimle rekabet gücü kazanılmaz. Dünya pazarlarında rağbet görmeyen ürünlerle ihracat artırılmaz.
Kayıt dışı ile mücadele etmek KOBİ’lerimizi zora sokmaz. Kayıt dışılık, finansmanı pahalı ve erişilemez hale getirir. Kayıt dışı çalışan bir firmanın modern teknolojilerden yararlanması, yetkin çalışanlar istihdam etmesi zordur. Kayıt dışı haksız rekabet yaratır, vergi tabanını daraltır, kayıtlı işletmeler üzerindeki vergi yükünü artırır.
“Seçilmiş vekillerin Meclis’te yer almaması ile milli irade korunmaz”
Yerel bilgi ve tecrübeyi harekete geçirmek Türkiye’yi bölmez. Aşırı merkezi ve hiyerarşik bir yönetim anlayışı, iyi ve yenilikçi fikirlerin ortaya çıkışını zorlaştırır. Milletin oyuyla seçilmesi gereken pozisyonlara atama yoluyla görevlendirme yapılması, ya da seçilmiş vekillerin Meclis’te yer almaması ile milli irade korunmaz.
“İfade özgürlüğü, siyaseti kaosa sürüklemez”
İfade özgürlüğü siyaseti kaosa sürüklemez. Farklı fikirler ayrılık değil, zenginlik getirir. Türkiye demokratik rüştünü ispat etmiş bir ülkedir. Özellikle son iki seçimin sonuçlarını düşündüğümüzde, halkın siyasi ferasetinden şüphe etmek yersizdir. Sayın Cumhurbaşkanımızın dediği gibi ‘Demokrasi asla ve asla sıfır toplamlı bir oyun değildir. Demokrasinin kazandığı yerde kaybeden olmaz. Sivil siyaseti güçlendiren her sonuç Türk siyaseti açısından eşsiz bir başarıdır.’
Bilimsel bilgi ile ahlak ve değerler arasında bir karşıtlık yoktur. Bilimsel ve teknolojik ilerleme bilginin üzerine kuruludur. Bilginin öğrenilmesi değerleri zedelemez. Bilginin öğretilememesi çağın gerisine düşürür.
İklim değişikliği ile mücadele vurgusu
Ama önümüzdeki yılları esas belirleyecek olan yeşil ve dijital dönüşüm konusunda da doğru adım atılmasını zorlaştıran tereddütler var.
İklim değişikliği ile mücadele ve çevreye duyarlı bir ekonomik büyüme modeli Türkiye’nin rekabet gücünü azaltmaz. TÜSİAD olarak biz yeşil ve dijital dönüşümü iş dünyamız için bir risk ve maliyet kalemi olarak görmüyoruz. Tam tersine, Türkiye’nin rekabet gücünü koruyabilmesi için, bu politikaları benimsemesi gerekiyor. Çünkü birçok ülke kendi ekonomisini bu doğrultuda dönüştürüyor.
Dijital dönüşüm Türkiye için bir lüks, uyulması neredeyse imkânsız bir fantezi değildir. Her teknoloji devriminde olduğu gibi, teknolojiye ayak uyduramayanlar silinir gider.
Bu bireyler için de, firmalar için de, ülkeler için de geçerlidir. Türkiye’nin dijital dönüşümü kaçırma lüksü yoktur.
“Vergide adalet, kayıt dışılıkla mücadele alanlarındaki çalışmalarla desteklenmesini bekliyoruz”
Geçtiğimiz aylarda yurtiçinde ve yurt dışında bir dizi temaslarımız oldu. Bu temaslarda ülkemizin ne kadar zengin bir potansiyele sahip olduğunu, bir kez daha görme fırsatı buldum. Ülkemizin yeniden şekillenmekte olan küresel değer zincirlerindeki konumunun güçlenmesi mümkün. Fakat bunun bazı koşulları olacak. Bu koşulların en başında ekonomik istikrar geliyor. Enflasyonla mücadele sürecini destekliyoruz. Bu konudaki çalışmaların, doğru yönde atılmış önemli adımlar olduğunu düşünüyoruz. Para politikasının mali disiplin ile de desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bu çerçevede geçtiğimiz günlerde açıklanan “Kamuda tasarruf ve verimlilik paketi”ni kamu harcamalarının denetlenmesi ve kısıtlanması doğrultusunda atılmış bir adım olarak görüyoruz. Bu adımın önümüzdeki dönemde kamu ihale reformu, vergide adalet ve etkinlik, kayıt dışılıkla mücadele gibi alanlardaki çalışmalarla desteklenmesini bekliyoruz.
Enflasyonla mücadelenin başarılı olabilmesi için, toplumun tüm kesimlerinde bu konuda bir mutabakat olması gerekiyor. Bu süreç reel kesim üzerinde de maliyetler oluşturacaktır. İş dünyası da Türkiye ekonomisinin bir süredir devam eden sorunlarını çözmesi ve daha dengeli, sürdürülebilir bir büyüme patikasına girmesi için, oluşacak maliyetin kendi üzerine düşen kısmını üstlenmelidir.
Bu noktada kuruluşundan bu yana TÜSİAD’ın ülke çıkarlarını, hep en öne koymuş olduğunu hatırlatmak isterim. Biz, enflasyonla mücadelenin yükünü üstlenmeyelim; başkaları üstlensin demeyiz.
Bu çerçevede, gündemdeki vergi düzenlemeleri vergi yükünün mali güce göre adil şekilde dağıtıldığı ve hukuka güvenin korunduğu etkin bir vergi sistemine ulaşma amacına hizmet etmelidir. Bunun için düzenlemelerin vergi tabanını genişletmeyi hedeflemesini, adil, öngörülebilir ve uluslararası standartlara uygun olmasını gerekli görüyoruz. Ayrıca düzenlemelerin istişare ile, ilgili sivil toplum kuruluşlarının görüş ve değerlendirilmeleri alınarak hazırlanmasının, son derece önemli olduğuna inanıyoruz.
Bu alanlarda kapsamlı adımlar atılmaksızın, sadece vergi yükünün önemli bir kısmını yüklenen “kayıtlı mükellef grubu” üzerindeki vergi yükünü daha da arttıracak düzenlemelerle yetinilmesinin, bu sürecin başarısını gölgeleyeceğini düşünüyoruz. Vergi düzenlemelerinin amaçlarına ulaşması için kayıt dışı ile mücadelenin sıkılaştırılması gerektiğine inanıyoruz.
Makroekonomik istikrarın ve öngörülebilirliğin sağlanması ve enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesi için, diğer reform alanlarında da, adım atılması gerekiyor.
Bu çerçevede; hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla etkin işlemesinin sağlanması, düzenleyici kurumların özerkliği, çoğulcu demokrasi, ifade özgürlüğü, eğitim reformu, toplumsal cinsiyet eşitliği, teknoloji ve yenilikçilik gibi başlıklarla güçlendirilmesini önemsiyoruz. Çünkü, kalkınma, ekonomik yapıdaki dönüşüm, bireysel ve bölgesel gelir adaletinin iyileştirilmesi, salt ekonomi politikalarının dışına taşan bir çerçeve gerektiriyor.
Eğitim vurgusu, müfredat eleştirisi
Eğitim, TÜSİAD’ın kuruluşundan bu yana en çok üzerinde durduğu alanlardan birisidir. Bu konu derneğimizin kuruluş tüzüğünde de yer bulmuştur.
Bu konuda rahmetli Feyyaz Berker’in, rahmetli Abdi İpekçi ile 1971 yılında yapmış olduğu röportajı hatırlayalım. Sayın Berker bu röportajda şöyle diyordu:
Eğitim davası memleketimizin en başta gelen davasıdır. Öğretim ve Eğitim sistemimizin herkese okumada fırsat eşitliğini ve imkanını temin edecek şekilde fakat memleket gerçekleri ve ihtiyaçlarına uygun olarak reorganizasyonu zorunludur. Gençlerimiz Atatürk ilkelerinin sarsılmaz inancı ve sevgisine dayanan bir çalışma içinde olmalıdırlar. Sanayi de muhtaç olduğu teknik ve idari elemanları yetiştirmek sorumluluğunu taşımaktadır. Sanayi Sektörü olarak dünyanın süratle değişen şartlarına uymak mecburiyetindeyiz. O halde sanayide eğitim, prodüktivite kadar önemli bir faktördür.
Eğitimin önemini 50 yıldan beri vurgulayan bir kuruluş olarak, müfredatta yakın zamanında yapılmış olan değişiklik hepimizin dikkatini çekti. Bu değişiklik toplumda da önemli tepkilere yol açtı. Daha önce de dile getirmiş olduğumuz gibi, Cumhuriyet değerlerine, bilimselliğe ve çağdaş eğitim normlarına uygunluk konusundaki eleştiriler giderilmeden uygulamaya alınacak bir müfredatın, çocuklarımızın geleceğine ve kalkınma hedeflerimize katkı sağlamayacağına inanıyoruz. Toplumun tümünü ilgilendiren eğitim konusunda, müfredattan öğretmene kadar her alanda düzenlemeler yapılırken, tarafların desteğini alarak, katılımcı şekilde planlama yapılmalı.
Unutmayalım ki ülkemizin rekabet gücü ve refah düzeyinin artmasının arkasında şüphesiz insan kaynaklarınızın sanayileşmeye, sürdürülebilir kalkınmaya ve büyümeye elverişli olarak yetişmeleri zorunluluğu var. Ürün ve pazar rekabeti dediğimiz zaman özünde ülkeler arası bir eğitim rekabeti, insan kaynakları için rekabet var. İnsanınızı rakip ülkelerden daha iyi eğitmez iseniz, gençlerinize ve ailelerine umutlu bir gelecek sağlayamazsınız, dışa açık piyasa ekonomisinin nimetlerinden de faydalanamazsınız.
Dünyanın ilk 10 ekonomisinden birisi olacaksak, eğitim sistemimizin kalitesi de dünyada ilk 10’a girmeli. Oysa PISA sonuçlarına göre, Türkiye’nin okuma, matematik ve fen bilimlerindeki sıralaması 36, 39 ve 34. sıralarda.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması eleştirisi
TÜSİAD Yönetim Kurulu olarak, bu dönem yoğunlaştığımız başlıklardan birisi de, kadınların yönetimdeki rolünün güçlendirilmesi.
TÜSİAD olarak yönetimde kadın oranının artırılmasını ivmelendirmek amacıyla, kendi üyelerimizden başlayarak iş dünyasını harekete geçirmek üzere bir çağrıda bulunduk. Bu çağrımıza çok olumlu bir cevap aldık. Üyelerimizin artan şekilde bu çağrımıza destek olmasını ve daha fazla kadını şirketlerimizin yönetim kademelerinde görmeyi bekliyoruz.
Kadının rolünü sadece aile içinde tanımlamıyoruz. Kadınlar ve erkekler hayatın her alanında eşit haklara, fırsatlara ve sorumluluklara sahip olmalı. Bunu hayata geçirebilmek için kadın haklarını her boyutu ile gündemimizde bulunduruyoruz.
Toplumsal gelişmenin düz bir çizgide hareket etmediğini, zikzaklarla ilerlediğini biliyoruz.
Bir yandan son yerel seçimlerde, kadın belediye başkanları sayısında dikkati çekecek bir artış oldu. Bunu memnuniyetle karşıladık.
Diğer yandan, İstanbul Sözleşmesinden çıkılması kadına yönelik şiddetin önlenmesine hizmet etmedi. Ayrıca 9. Yargı Paketi taslağında “Kadının soyadı” düzenlemesinin, kadınların toplumsal konumunun güçlendirilmesi hedefi ile uyumlu olmadığını düşünüyoruz.
Türk Ceza Kanunu’na eklenmesi önerilen, etki casusluğu gibi muğlak ve güveni azaltıcı özellikler taşıyan düzenlemelerin paketten çıkartılması olumlu olsa da, gündeme gelen her bir mevzuat değişikliğinin algı ve beklentiler üzerinde önemli bir etki yarattığını gözlemliyoruz. Sonradan değiştirilse ve yasalaşmasa bile, bu tür düzenlemelerin gündeme getirilmesinin güven ortamının iyileştirilmesi ve normalleşme beklentilerine hizmet etmediğini düşünüyoruz.
Konuşmamım başında da söylediğim gibi, zor bir dönemden çıktık. Konjonktürün geçmişe oranla daha elverişli olacağı bir döneme giriyoruz. Her ne kadar kapsamı, derinliği, hızı itibariyle tartışmaya açık olsa da, geçmişe oranla daha umutlu bir yerdeyiz.
Türkiye’de demokratikleşme ve kalkınma mücadelesini çok uzun bir koşu olarak görüyoruz. Ama bizler bu koşunun 100 metresi için burada değiliz. Bunun bir maraton olduğunu biliyoruz. Hızımızı bazen düşüreceğiz; bazen artıracağız. Ama sonunda hedefimize varacağız!”