NECİP F. BAHADIR | YORUM
Yazarınızın futbola ilgisini farkettiniz mi bilmem? Galatasaray şampiyonluğa doğru giderken ‘gülenler ve ağlayanlar’ diye bir yazı yazdım. Çok az okundu. Aslında futbol yazılarının okuru çoktur. Hele bir de fiyakalı kavramlar, beylik cümlelerle işi kahvehane muhabbetine dökersen tadından yenmez. Okuyuculardan sadık bir kitle bile oluşturabilirsiniz. Varsın az kişi okusun ben bildiğimi okur yazar, üslubumun dışına çıkmam.
Hasan Cücük’ün yıllardır topla içli dışlı olduğunu biliyorum. Avrupa şampiyonası yazılarını keyifle okuyorum. Yazılarında bilgi de var, analiz de… Hatta heyecan ve duygu da… Futbolu hiçbir zaman boş uğraş olarak görmedim, hayatın bir rengi. Hatta sanat olarak gördüm. Messi’nin topla ilişkisi bir şairin kelimelerle ilişkisinden farksız. Ya da bir zamanların Ronaldinho’su şiir yazar gibi veya dans eder gibi topu sürerdi.
Artık eski yıldızlar yok. Futbolcuların kaliteleri, beceri ve yetenekleri birbirine çok yakın. Aralarında bir adım öne çıkanlar var elbette. Ama öyle alıp maçı götüren, tek başına kazandıran oyuncu yok denecek kadar az. Düşünüyorum Avrupa şampiyonasında bir Platini, bir Zidane efsanesine yakın birini göremiyorum. Ronaldo büyük yetenek kuşkusuz ama eski halinden eser yok. İzlerken içim acıdı. Keşke zamanında bırakmayı bilseydi. Ronaldo bir maestro yani durarak top dağıtarak oynayacak bir oyuncu değil. ‘Kurt kocayınca maskara olurmuş’ diye bir söz Portekiz’de yok mu acaba? Annesini daha fazla ağlatmasa, sevenlerini daha fazla üzmese keşke.
Dünya ve Avrupa şampiyonalarını elimden geldiği kadar yakından izlemeye özen gösterdim. Avrupa’nın büyük statlarında maç izlememe rağmen turnava karşılaşmalarını tribünlerden izlemek nedense nasip olmadı. Oysa maçın keyfi tribünlerine havasıyla katlanır. Meslek üstadı Hasan Cemal’e imreniyorum. Nerede bir tarihi bir maç var orada. Bana da kameraların gösterdiği kadar sahayı görerek ekranlardan maç izlemek düştü. Olsun… Gençlik yıllarındaki heyecanımdan bir şey kaybetmedim. Avrupa şampiyonasındaki bugüne kadar oynanan bütün maçları izledim.
Türkiye’nin yer aldığı turnuvaların havası bir başka olur. 2002 Dünya Kupası hayatımın unutulmazları arasına girdi. İlhan Mansız’ın altın golünden sonra kendimi sokaklarda kalabalığın arasına karışmış olarak buldum. Brezilya’ya gol atmak hayallerimin bile ötesindeydi. Hasan Şaş başardı. Öyle yıldızlaştı ki Arap dünyasına ‘Yavaş yavaş Hasan Şaş’ diye bir söz hediye etti. Bir zamanlar bu cümle Arapların ağzındaydı. Hakan Şükür’ün bütün turnuvaların en erken golü nasıl unutulur? Dünya döndükçe hatırlanacak.
Sözün nereye geleceğini anlamış olmalısınız… Türk Milli Takımı kelimenin tam anlamıyla Almanya’da bir tarih yazdı. Herkesi ama özellikle ‘en alttakiler’ olarak kodlanan gurbetçileri sevince boğdu. Grup karşılaşmalarında 6 puan toplamak başarıydı. Lakin oyun ve kenar yönetimi hiç ışık vermemişti. Hemen herkes dağınık ve savruk futbolla daha ileri gitmenin mümkün olmadığına inandı. ‘Her maçın havası farklı olur’ sanki Türk futbolu için söylenmiş.
Çeyrek final bileti için sahaya çıkarken favori Avusturya’ydı. Turnuvanın en iyi takımlarından biriydi. Hollanda’ya sahayı dar etti. Gözünü kupaya dikmişti. Şans verenler de hiç az değildi. Heyecan daha ilk dakikada başladı. Avusturya kaleye doğru aktı. Tehlikeli atağı savuşturduk. Ve o da ne… Korner karambole dönüştü ve top bir anda defanstan kopup gelen Merih Demiral’ın önüne düştü. Ve şık bir vuruş, Avusturya kalesinin fileleri havalandı. 60 saniye dolmadan Milli Takım öne geçti.
Pozisyonları anlatacak değilim. Atanı ve tutanı harika bir gece geçirdik. Leipzig gecesi bir rüyaya dönüştü. Kaleci Mert Günok’un son dakika kurtarışı dünya spor manşetlerine çıktı.
Merih mi? Mert mi? Yoksa Ferdi mi? Hangisi maçın adamı… Ayrım yapabilir misiniz? Birini öne çıkarmak diğerine haksızlık değil mi? Tabii atan her zaman göze hoş gelir. O gecenin kahramanı Merih oldu. Sonuna kadar hak etti de… Mert’i nasıl es geçebilirsiniz? O kurtarışı olmasaydı gece kabusa dönüşebilirdi. Ya Ferdi’nin bitip tükenmek bilmeyen enerjisi ne olacak? Adını vermediğim diğer oyuncular? Köşe vuruşlarını asiste dönüştüren sihirli ayak Arda gözardı edilebilir mi?
Futbol sahası siyasi mesaj verilecek yerler değildir
Merih’in elleriyle bozkurt hareketi şık olmadı elbette. Ama fazla takılmamak lazım. Mı acaba? O kadar kusur kadı kızında bile bulunur mu diyelim. Her futbolcunun siyasi ve politik görüşü ve duruşu olabilir. Ama 80 milyonunun gözbebeği olduğunu unutmamalı. Sahalar siyasi mesaj verilecek yerler değil. Merih bozkurt hareketinin gollerini gölgelemesini ister miydi? Maalesef bırakın golleri maçı bile gölgeledi. UEFA soruşturma başlattı. Almanya yönetimi tepki gösterdi. Türkiye bölündü. Küçük bir kesimin alkışını alırken milyonların kalbini kırdı. Değer miydi Merih?
Her başarıdan sonra Erdoğan’ın oyuncuları telefonla aramasına ne demeli? Diğer ülkelerin kralları, başkanları maçları tribünde izliyor. Normal aslında. Ama Türkiye’da siyasetin de hayatın da tadı kaçtığı için her başarı günlük politikaya sermaya yapılıyor. Benim de hoşuma gitmedi ama… Görülecek o kadar güzellik varken neden Erdoğan’ın telefonuna takılayım ki. Görmek istemediğim fotoğraf ve görüntülere arkamı döner, gözlerimi iyiye, güzele çeviririm. Kim beni Erdoğan’ın telefon görüşmesini izlemeye mecbur edebilir?
Erdoğan iktidarının işine yarayacak diye Milli Takım’ın kazanmasına neden sevinmeyeyim. Kaldı ki Erdoğan’ın hiç de işine yaramaz. Toplumun çok az bir kesimi Milli Takım’ın zaferini AKP iktidarıyla ilişkilendirdi. Erdoğan yönetimine olan tepkiyi her alana yaymanın işi futbola kadar vardırmanın hiçbir anlamı yok. Erdoğan gidici… Türkiye kalıcı. AKP bugün var, yarın yok. Ama Milli Takım hep var. Ve bu başarılar tarihe mal olacak. Türkiye 2002 Dünya Kupası’nda üçüncü olurken iktidarda kimin olduğunu hatırlıyor musunuz? Ecevit’in adı bile geçmiyor. Benzer akibet Erdoğan için de mukadder. Anadolu’ya kırgınlık bende de var. Ama bunu Milli Takım’a kadar uzatmıyorum. Tebessümünü unutan ülkenin futbol yüzü güldüğü için seviniyorum.
Birkaç gün önce ölüm yıldönümünde ‘fatihalar, dualar’ gönderdiğimiz Haluk Savaş, “Burası bizim evimiz. Biz ev sahibiyiz. Hiçbir yere gitmiyoruz!” dememiş miydi? İşte o kadar… Zulüm diyarından göç edenler de haklı. Ama burası Mekke! Teşbihte hata olmaz diyeyim de lafı başka yere çekmek isteyenlerin önünü keseyim. Günün birinde büyük dönüş var. Efendimiz (sas) Medine’de yaşadı ama Mekke’yi gözden çıkardı mı?
Futboldan nereye geldik… Evet, ismi her geçtiğinde ‘ahhhh’ çektiğim Merzifonlu’nun ruhu şad olsun demiyorum. Paşa’nın demir döküm toplarla yapamadığı fethi Merih’in meşin topla yaptığını söylemiyorum. Ama devir değişti. Devran döndü. ‘Futbol asla sadece futbol değildir’.
Ya nedir? Çok daha ötesi. Siyasettir, sosyolojidir, psikolojidir, stratejidir, sanattır… 21. yüzyılda fetihler farklı oluyor. Top da buna dahil. Ünlü filozof A. Camus, “Ahlaka dair bildiğim ne varsa futboldan öğrendim. Çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi.” demiyor mu?
Her şeyin kötüye gittiği ve göğünde kesif kara bulutların dolaştığı ülkemin futbol yüzünü güldüren bütün oyunculara ve kenar yönetimine teşekkürler… Rüya gibi bir Leipzig gecesinin sonunda alkışı sonuna kadar hak ettiniz.
Yolunuz açık olsun…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***