AHMET KURUCAN | YORUM
2013’den bu yana içine girilen süreçte değer üreten insanların başında gelir bana göre Mehmet Ateş. 2000 öncesi İstanbul’da yaşadığım zamanlarda tanışmıştım kendisiyle. Siyami Ersek Hastanesi’nde kalp doktoru olarak çalışıyordu. Sevdik birbirimizi. Dostluğumuz ilerledi. Sonra o İzmir’e ben Amerika’ya taşındım. Aradaki Atlas Okyanusu dostluğumuza halel getirmedi, getiremedi. O koca okyanus dostluğumuza engel olmak istedi mi bilmiyorum ama istediyse bile engel olamadı. Gönüller birdi. Kalpten kalbe yol vardı. Okyanus da ne ola ki? Böyle dostluğa okyanus bile olsa ne yapabilirdi ki?
Muhabbetlerimiz dolu dolu geçerdi kendisi ile. Zaman zaman cedel’e kayan müzakelerimiz de olmuştur. Fıkıh yazılarımın amansız bir takipçisi olarak sorular sorardı bana. Ben de ona tıbbi meseleler sorardım. Bazı hamile kadınların adet görebileceğini ilk defa ondan duymuştum. Meraklıydı İslam fıkhına. Doluydu sorularının altı. Okuyordu. Farklı çiçeklerden bal aldığı ve zihninde mukayeseler yaptığı belliydi. Net cevap isterdi her zaman. Cerrahlığını orada da konuştururdu.
Mesleki bağlamda Şifa Hastaneleri başhekimliği ardından Şifa Üniversitesi’nin rektörü olarak görev yaptı. Mesleki hayatı başarılarla dolu. Aort cerrahisinde tıp literatürüne soy ismi ile mal olan bir tekniğin sahibi kendisi. İsmi “Ateş Scoring System.”
50 günlük mahpus hayatı…
Ama kendisi “Türkiye’de hiçbir başarı cezasız kalamaz!” gerçeğinin kurbanlarından. Cemaat aidiyetinden terörist damgası ile yaftalanmış ve hakkında dava açılmış. 50 gün kalmış hapishanede. “Mahpus” kitabını elinde kağıt kalem o 50 gün içinde hapishanede yazmış. Özgürlüğüne kavuştuktan sonra bilgisayara geçmiş ve editini yapmış.
Kitap bir roman değil. Masal hiç değil. Hikaye’ye “gerçeğe yakın yaşanmışlık” manasını veriyorsanız hikaye de değil. Aksine gözaltı, tutukluluk ve tahliye sürecinde yaşanan hadiselerin ta kendisi.
Günlük mü?
Evet bir açıdan günlük denebilir ama o yaşanmışlıklara getirilen yorumlar da var. Yaşadığı herbir hadise üzerine hissettiklerini yazmış Mehmet Bey. Psikologların “yazı terapisi” dedikleri türden bir eser diyebilirim. İyi ki yazmış. Aksi halde o hissiyat geçtikten sonra yazılacak, “Ben şöyle hissetmiştim!” türü değerlendirmeler o an duyulan hissiyatı tam olarak yansıtamaz.
İlavesi de var. Dini bilgi birikimini de işin işine katarak yorumlarda bulunmuş. Kur’an ayetlerinde yerini alan ister Efendimiz (sas) ve sahabe, isterse sair peygamberler kıssalarındaki benzeşim noktalarını nazara vermiş. Böylece o hadiseler yaşanırken hem inancını korumuş hem o inançla direnç kazanmış hem de geleceğe ümitle bakabilmiş.
Hayata bütün olarak bakmak; hüzün de var, mutluluk da…
Besbelli çok acı çekmiş o 50 gün içinde. Kendisinin böbreğini bekleyen hasta eşi, tıp öğrencisi kızı, dünyalar tatlısı anne ve babası, mesai arkadaşları, öğrencileri, hastaları ama acıyı içselletirmiş. Acının hayatın anlamına aykırı olmadığının bilinci içinde yaşamış. “Hayat bir bütün. Sevgi, neşe ne kadar anlamlıysa acı da o kadar anlamlı benim için.” demiş. Victor Frankl’ın “İnsanın Anlam Arayışı” kitabında dediği gibi varoluşsal boşluğa hiç düşmemiş.
Çok geç olmuş bu günlüğün ve o günlükteki yorumların okuyucu ile yani bizimle buluşması ama olsun. Hiç olmamasından daha iyidir. Keşke herkes yapsa bunu. Mehmet Ateş misali zamanında yapmadıysa aklında kaldığı kadarıyla şimdi yapsa. Zulüm sürecinin malzemeleri birikse bir bir. Şartların değişmesine bağlı olarak bunların her biri ehil insanlar tarafından nice romanlara nice tiyatro ve sinema filmlerine konu olur. Olacaktır da…
Yunanca öğrendi, denklik aldı!
Dr. Ateş yakından takip edenlerin bildiği üzere şu an Yunanistan’da. Yunanca öğrendi; hem de C2 seviyesinde… Tıp doktoru olarak görev yapacak denkliği aldı ve ofis açtı Atina’da. Amerika kendisine green kart verdi ama o orada kalmayı tercih etti. Hollanda’da faaliyet gösteren Sofia İlahiyat Akademisini bitirdi. Çağlayan, Newbahar dergilerinde yazılar yazıyor. Youtube programlarına konuk oluyor. Raindrops kanalında programlar yapıyor. Gördüğünüz gibi kitaplar da yazıyor.
Kendisi ile yazıştım. Bir seri düşünüyormuş. “Kaçak” ismini vermiş serinin ikinci kitabına. Basılmak üzere yayınevinde imiş. Serinin üçüncü kitabı “Hicrete Çıkış” adını alacakmış ve yazıyormuş şu an.
15 Temmuz öncesi tutuklandı.
Her zorlukta bir kolaylık vardır!
‘Nasıl vakit buluyor bunca şeye?’ dediğiniz duyar gibiyim. Cevabımı vereyim; İnşirah suresinde Allah Efendimiz’e (sas) ve onun zatında hepimize şunu salık veriyor: “Unutma ki zorluk varsa kolaylık da vardır. Evet, her zorluğun yanı sıra kolaylık da var. Öyleyse, bir zorluğu aştığında rehavete kapılma, azimle başka bir işe koyul.”
Bana göre işin sırrı burada. Rehavete kapılmamada. Allah’a yaşadığım her bir saniyenin hesabını vereceğim şuurunda olmada. Zamanını iyi tanzim etmede. Hayatını anlamlı kılmak istemede. İnsanlara yardımcı olma duygu, düşünce ve bunları hayata taşıyan davranışlar ile dopdolu olmada. Baki kalan bu kubbede bir hoş sada bırakma inancı ile yaşamada.
Ne güzel der Eflatun: “Boş bir kafa şeytanın çalışma odasıdır.” diye.
Yazının başında “değer üreten” derken kastım işte buydu. Tavsiye ederim herkese Mahpus’u okumasını.
Sağolasın Mehmet Bey. Teşekkürler Süreyya Yayınları. İyi ki varsınız!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***