Ankara’nın göbeğinde öldürülen Sinan Ateş cinayetiyle ilgili yürütülen soruşturmada MHP’yi hedef gösterdiği iddia edilen 154 kişilik listede ismi bulunan İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu eski dava arkadaşlarına ateş püskürdü. 154 kişilik fişleme listesi hazırlayan MHP’ye seslenen Dervişoğlu, ‘‘Ayrıntıya girip hiç kimseyi mahcup etmek niyetinde de değilim. İçinde yetiştiğim camiayı üzmek, kırmak istemem ancak sabrın da bir sınırı var. Sözlerimin muhatapları maziyi paylaştığım insanlar değil, eline dava arkadaşlarının kanı bulaşmış alçaklardır.’’ dedi.
MHP’nin yüzünden ‘ülkücü’ demeye utandığını söyleyen Dervişoğlu, ‘‘Bütün ömrümce anıldığım ve gurur duyduğum tek bir sıfat var. Onu da öyle bir ayağa düşürdünüz ki sizin yüzünüzden ve utancımdan kullanamıyorum.’’ ifadelerini kullandı.
Partisinin TBMM’deki grup toplantısında gündemi değerlendiren Dervişoğlu’nun konuşmasında öne çıkanlar şöyle:
‘Bugün sansürün kaldırılışının 116. yıl dönümü… Gazeteciliğin suça dönüştürüldüğü bir cadı avı ikliminde basın özgürlüğü, istibdata karşı hürriyet mücadelemizin temel yapı olma mecburiyetindedir. Türk basının sansüre direnişinin bayraklaştığı bu anlamlı günün gazeteciler için ilk anlamına kavuşabilmesi ve gerçekten bayram olabilmesi için suç ve suçludan ziyade, onların ifşa eden gazetecileri cezalandıran bu ucube sistemin yerine basını kimsenin kendi yandaşı haline getiremeyeceği tam demokrasiyi tesis edene kadar mücadelemize devam edeceğiz.
Ne acıdır ki gayri milli tahrifat bakanı Yusuf Tekin’in ‘ruhban okulu açılmalı’ çığlıklarını Fener Rum Patriğini’nin ekümenik sıfatıyla zirvelere katılmasının haberlere taşındığını gördükten daha birkaç gün önce Yunan hükümetinin dört Türk okulunu daha kapatma kararını ne haberlerde gördük ne de buna ilişkin bir tepki duyduk… Hükümetten ve başındaki zattan zaten umudumu kestim, Dışişleri Bakanlığı’nda çalışan ve içinde halen devlet aklı ve ahlakına sahip olanlar varsa onlara sesleniyorum; Batı Trakya Türklerinin okulları kapatılıyor. Bakınız kapandıktan sonra açmak zordur, bu işe acilen müdahale ederek mensubu olduğunuz milleti ve tarihi hem meydanlarda hem masalarda zaferlerle dolu milletimizin size verdiği vazifenin gereğini yerine getirin. Bu büyük Türk milletine karşı sorumluluğunuzdur.
‘TARİHİ DİZİ SENARYOLARINDAN ÖĞRENENLER LOZAN’I OKUSUNLAR’
24 Temmuz tarihinin bize hatırlattığı en önemli şey Cumhuriyetimizin tapu senedi Lozan Antlaşmasının 101. yıl dönümü olmasıdır. Lozan Antlaşması, kesintisiz on bir yıl boyunca yorgun düşmüş bu büyük milletin gün yüzü gördüğü ve uzun on yıllardan sonra hem cephede hem de masada destan yazdığı büyük zaferini taçlandırdığı anlaşmadır. Tarihi çarpıtılmış dizi senaryolarından ibaret sananlar, kendileri çalıp kendileri oynamayı devlet yönetmek zannedenler açıp önce Lozan’ı bir okusunlar. Tanınmanın ne manaya geldiğine baksınlar. Sonra Kuzey Kıbrıs’ın ve uzaktan atıp tuttukları Filistin’in onlarca yıldır süre gelen tanınma mücadelelerini hatırlasınlar. Lozan Antlaşması, Saray Amiri ve avenesinin en büyük karın ağrısıdır. Çok bilmiş kadrolu meczuplarıyla birlikte Lozan üzerinden İsmet Paşa ile, İsmet Paşa üzerinden ise asıl hedefleri olan Atatürk ve Cumhuriyetle kendi fukara akıllarınca bitmeyen bir nefretle savaşlarını icra etmektedirler.
‘İSTEDİLER Kİ MİLLET UYUSUN’
Bu zavallı ve beyhude hesaplaşma çabasının aslında tek bir düğüm noktası var; nasıl olurda bir öksüz koskoca padişahın teslimiyetinin üstüne söz söyleyip, bir Milleti asırlık uykusundan uyandırır. Milli Mücadeleyi başlatıp, o “gavur dediklerine karşı” cenk ederek kazanır, üstüne bir de cumhuriyeti kurar. Hurafeci çapsızlar işte bunu hiç içlerine sindiremediler. İstediler ki devranları hep sürsün. Bu millet köle olmuş, olmamış onlar için ne fark eder? İstediler ki millet uykusundan hiç uyanmasın. Adı saltanat olmuş, hilafet olmuş, işgal hükümeti olmuş, toprağına İngiliz çizmesi basmış, Yunan’a tekmil vermişler… Onlara göre ne fark eder? Emin olun şimdi de en ufak bir değişiklik yoktur zihinlerinde.
‘MUSTAFA KEMAL’İN ADINI AĞIZLARINA ALAMAZLAR’
Yüz yıl önce bize istiklali çok görenler bugün de çok görüyorlar. Yüz yıl önce Cumhuriyeti çok görenler bugün de şüphesiz aynılar. İşte bu yüzden Türk Milletinin istiklal ve Cumhuriyet ülküsü var oldukça ateşle imtihanı asla bitmemiştir ve bitmeyecektir. Unutulmasın ki Lozan’a düşman olanlar Sevr’in alkışlayıcıları, Sevr’i imzalayanlarının hayranlarıdır. Büyük Ortadoğu Projesi havucunun peşinde koşup memleketi sığınmacı hendeğine çevirenlerdir. Bırakın Lozan’a laf etmeyi, Lozan’ı da İsmet Paşa’yı da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ismini de ağızlarına alamazlar. Bu tarihe böyle yazılacak ve Mustafa Kemal’in ismi ancak temiz ağızlarda anılacaktır!
20 Temmuz günü Kıbrıs’ta Rauf Denktaş’ın mezarını ziyaret ederken İçimdeki utancı ve öfkeyi nereye koyacağımı bilemedim. Rahmetlinin bu dünyadan gözü açık gittiğini unutmadım! Kıbrıs’ı göz göre göre nasıl peşkeş çektiklerini hafızamdan atamadım! Hatırlayın o günleri… Erdoğan, o zaman ki dostu Kostas Simitis’le görüşüyordu. Annan planı ile Rum kesiminin AB’ye alınmasına güya engel olmayacağını söylüyordu. Bir de parola uydurmuşlardı… “Çözümsüzlük çözüm değil” diyorlardı! Sizler statükocusunuz diyorlardı. Hatırlayın… Yıl, 2004. Rahmetli Rauf Denktaş Meclis Genel Kurulu’nda konuşuyorken onu dinlemeyip boykot ettiler. Bunu yapanlar Rauf Denktaş’ın da ismini ağızlarına alamazlar.
‘BEKLEYİN, HESAP SORACAĞIZ’
Anavatan’a kattığı Hatay’a yapılanlar da unutulmasın. Hatay da Lozan’ın önemli bir mührüdür. Onu Anavatana katılışının 85. yıldönümünü idrak ediyoruz. Hatay’ı şahsi meselesi gören ve Türk milletine milli bir miras ve mesele olarak emanet eden büyük Atatürk’ü ve mücadele arkadaşlarını saygı, minnet ve rahmetle anıyorum. Hatay bizim de şahsi meselemizdir. Oysa bugün Hatay’ımız virandır. Şehir merkezinin kimlere pay edildiğini biliyoruz. Binaları mezara çevirenlerin nasıl aklandıklarını da biliyoruz. Bütün bunların hesabını sormak için gün sayıyoruz. Bekleyin geliyoruz, geleceğiz; sıkı durun, hesap soracağız!
‘VERGİMATİK MEHMET’E VE SARAY’DAKİ AMİRİNE ALKIŞ’
100 yıllık hiçbir mücadelenin uzağında değiliz. Lozan Konferansı’na giderken Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Lozan heyetine verdiği başlıca talimat; bir kement misali milletin boynuna geçirilmiş olan kapitülasyonların mutlaka kaldırılmasıdır. Çünkü bu kement Osmanlı’yı öylesine boğmuştur ki sonunda artık Batılı güçler, alacaklarını tahsil etmek için Düyun-ı Umumiye’yi kurarak tüm Devlet hazinesini yönetir hale gelmişlerdir. Mustafa Kemal Paşa’nın “Askeri zaferler, iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça payidar olamaz” demesi işte bundandır. 100 yıllık hiçbir mücadelenin uzağında değiliz. Lozan Konferansı’na giderken Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Lozan heyetine verdiği başlıca talimat; bir kement misali milletin boynuna geçirilmiş olan kapitülasyonların mutlaka kaldırılmasıdır. Çünkü bu kement Osmanlı’yı öylesine boğmuştur ki sonunda artık Batılı güçler, alacaklarını tahsil etmek için Düyun-ı Umumiye’yi kurarak tüm Devlet hazinesini yönetir hale gelmişlerdir. Mustafa Kemal Paşa’nın “Askeri zaferler, iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça payidar olamaz” demesi işte bundandır.
Bugünün Duyun-u Umumiye memurununsa adı bizler için malum, herkes için bilinmektedir, sanı namı da bellidir… Londralı borsa yatırım danışmanı vergimatik Mehmet’tir! Kendisinin geçtiğimiz hafta kredi değerlendirme kuruluşu Moody’s’in Türkiye’nin kredi notunu artırmasından dolayı düğün bayram ettiğini biliyoruz. Peki bu iki puanlık kredi notu artışıyla Türkiye’nin hangi ülkelerle aynı seviyeye geldiğini biliyor musunuz? Bahamalar, Bangladeş, Benin, Fiji, Honduras, Karadağ ve Ürdün. Peki bu Duyun-u Umumiye memuru arkadaşın bizi gelecek aylarda taşımayı vaad ettiği yerde hangi ülkeler varmış, biliyor musunuz? Ermenistan, Özbekistan ve Senegal. Buradan vergimatik Mehmet arkadaşımıza bir alkış tutalım! Ve elbette Saray’daki amiri dünya liderine de bir alkış tutalım. Çünkü bu büyük liderlik onun eseridir, asıl sahibi de odur. Kendileri, “Faiz Sebep, Enflasyon sonuç” başlıklı Nobel ödüllü ekonomi politikalarını sevgili damadı eliyle yürütürken şu açıklamayı yapmıştı:
“Siz bizim arkamızda olduğunuz sürece merak etmeyin. Anlatıldığı gibi, yok kredi derecelendirme kuruluşları şöyle söylemiş, böyle söylemiş. Bırakın o sahtekarları. Onlar bizim hakkımızda çok şey söylediler. Bu dünyada batan ülkelere bir anda 4 derece artırmak suretiyle not veren bu teşkilatlardır. İşte bunlar böyle teşkilat. Biz işimize bakalım. Ne durumdayız ona bakalım.”
‘ERDOĞAN BİR MÜJDEYİ BAKANINA VERDİRİYORSA…’
Batan ülkelere bir anda 4 derece arttırmak suretiyle not verenler… Peki, bir anda iki derece artırmak suretiyle not verenler kim oluyor? Bu hangi tür ülkeye giriyor sayın Erdoğan? Batmakta olan mı yoksa siz rakamları pek seversiniz, yarı batmakta olan bir ülke mi oluyoruz? Henüz Saraydan bu konuda bir açıklama gelmedi ama bildiğiniz üzere, Erdoğan, büyük müjdeleri bizzat kendisi verir. Bir müjdeyi bir bakanına verdiriyorsa bilin ki o müjdeyi kendisi bile beğenmemiştir.
‘TEFECİ KAPISINDA KREDİ DİLENİYORLAR’
Dün faiz lobileri, küreselciler diye ortalığı inlettiler… Bugünse tefeci kapısında kredi dileniyorlar. Adı konmamış IMF politikalarını uyguladıkları için de alkış alıyorlar. O alkış aldıkları şeyin adı milletin ümüğünün sıkılmasıdır. Milli servet soygunudur. Tefecilerin 3 kuruş dövizini, rica minnet ve 5 kuruş faiz alma garantisiyle ülkemize getiriyorlar. Bu Kur Korumalı Mevduat sisteminin bir başka versiyonudur. Türkiye’nin başına çok daha büyük belalar açacak, Türkiye ekonomisini uyuşturan ve bağımlısı haline getirecek olan tam bir “benden sonrası tufan” politikasıdır!
‘KAYNAKLAR KİME HARCANDI?’
Bütçe açığı bugün tam 1,4 trilyon liraya ulaşmış durumda. Devletin yandaşlardan affettiği vergi geliri miktarı da ne biliyor musunuz? Tam 1.4. trilyon lira! Bu kaynaklar kime harcandı? Emekliye mi, çiftçiye mi, emekçilere mi? Hayır! Bu kaynaklar saltanata, şatafata, yandaşa, kaçaklara göçmenlere harcandı. Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan “faiz sebep, enflasyon sonuç” teorilerine harcandı. Bunun da kılıflarını hep hazır tuttular. Dış güçler dediler, pandemi dediler, deprem dediler… Halbuki bunlar bile sonuçtu…
Türkiye bu ucube tek adam sistemine yani Saray rejimine geçtikten sonra bu noktaya gelineceği ayan beyan ortadaydı ve biz bunu defalarca milletimizle paylaştık. Sonunda bahaneler bitip makyajlı rakamların dahi saklayamadığı çürüme artık su yüzüne çıkınca ve körfezdeki şeyhlerden bile para bulamaz hale gelince İngiltere’nin ünlü finans ve yatırım danışmanı vergimatik Mehmet’i Hazine ve Maliye Bakanı olarak ithal ettiler.
‘VERGİMATİK MEHMET PATRONDAN PAPARAYI YEDİ’
O da bir Londra bir Ankara gidip gelip mekik dokuyup ‘sıkı para politikası’ dedi, ‘sıkı maliye politikası’ dedi ve milletin gırtlağını sıktı, sıkmaya da devam ediyor. Ekonomi paketleri yağmur gibi yağmaya başladı. Araçlar satılacaktı, tasarruf edilecekti, çok kazanandan çok vergi alınacaktı… Sonra koyunların yünü dikenlere dolanacaktı, sonra o dikenlerden hırka örülecekti, sonunda borcumuz ödenecekti… Bu hikayeyi biliyorsunuz değil mi? Ama ne oldu? Dağ fare doğurdu. Tasarruf paketi diye memurun servisini kaldırdılar ama kendileri Amerika’ya 5 uçakla, Hollanda’ya maç izlemeye 3 uçakla gittiler. Sayın Bakan göstermelik dahi olsa kendi makam aracından bile vazgeçemedi. Tasarruf paketi Meclis’e gelemeden kuşa çevrildi. Vergimatik Mehmet sarayın harcamalarını ve yandaşlara yapılan ödemeleri kısamayınca az biraz zenginden almasak mı diye gelir vergilerine yöneldi. Ama nafile çünkü patron müsaade etmedi. Demiştik geçen hafta, “Dikkat et, Bakıp da görmeyen bakan başına iş açma diye uyarmıştık” Anlaşılan para bulayım derken paparayı yedi vergimatik Mehmet! Şimdi Vergide adaleti sağlayacağız, az kazanandan az çok kazanandan çok vergi alacağız diyorlar. Meclise getirdikleri tekliflere bakıyorsunuz; imar rantlarının vergilendirilmesi yok. Rantçılığa tam gaz! Paradan para kazanana vergi yok, tefeciliğe devam! Borsa kazançları, kripto varlıkların vergilendirilmesi yok, para aklamaya devam! Buradan da görüyoruz ki, kurumların yüzlerce sayfalık çalışmalarında yer alan Bakan tarafından zikredilen düzenlemeler Meclis’e gelmiyor, gelemiyor. Çünkü güçleri tefeci bezirganlara, beton ağalarına, Sanal vurgunculara yetmiyor, yetemiyor. Çünkü kendi kendini yiyen yılan misali dönüp dolaşıp her şey sarayda düğümleniyor! Olan da çiftçiye, işçiye, memura, gence ve emekliye oluyor!
‘ÖLÜMLE BAŞLAYAN HİÇBİR CÜMLEDEN HAYIR GELMEZ’
Bugün sokaklarda öfke var, trafikte şiddet var, evlerde güvensizlik var. Her yerde cinayet var, her an insanlığımızın sınandığı olaylarla karşılaşıyoruz. Her an bastıramadığımız yeni bir öfke seliyle karşılaşıyoruz. Daha önce bu kürsüden dile getirdiğim gibi, işte tam böyle bir durumdayken, Saray iktidarı bir vicdan bombası attı önümüze…Ve bize dedi ki; çocuklar mı ölsün, köpekler mi? Çünkü biri ölmeli… Çünkü yaşamak ve yaşatmak lügatlerinde yok. Çünkü saklayıp örtmek zorunda oldukları o kadar büyük ihanetler vardı ki yeni bir tuzak kurmaları gerekiyordu. Bu attıkları vicdan bombasıyla da günlerdir uğraşıp duruyoruz. İşte bu yüzden ben buradan, bu kürsüden vakti zamanında Türkiye’nin çok kötü zamanlarını yaşamış, o zamanlarda da çok kan ve şiddet görmüş biri olarak; yani bir parti genel başkanı olarak değil, sade vatandaş Müsavat Dervişoğlu sıfatımla sesleniyorum; ölüm ve yok etmeyle başlayan hiçbir cümleden hayır gelmez! Bunu fazlasıyla yaşamış ve tecrübeyle sabit bilen kiminize göre abiniz, kimine kardeşiniz, kiminize göre ise evladınız olarak söylüyorum; sokak hayvanları meselesini ortak akıl ve en önemlisi ortak emek ve çabayla çözmek hepimiz için çok önemli bir imtihandır.
‘YASAYLA OYALANMAK BOŞUNADIR’
Saray iktidarı sonrası için de birlikte ayağa kaldıracağımız yeni baştan hep birlikte inşa edeceğimiz o güzel Türkiye’miz için bir ön sınavdır. Evet, Türkiye’de sahipsiz başıboş köpek sürüleri bir sorundur. Bir sağlık sorunu, bir güvenlik sorunudur. Ancak ölüm lafıyla değil, hayır lafıyla başlayacağız. Sonra da bu sorunun en makul çözümünü bulacağız. Bu işi de sadece yasayla çözmek ya da yasayla çözümsüz bırakmak kolaycılığına da düşmeyeceğiz. Emin olun, bu iktidar ne yasa çıkarsa lafta kalacaktır. Yasayla oyalanmak boşunadır. Önce geleceğimiz olan çocuklarımızı, sonra da bu ülkede yaşayan tüm canlıları korumakla mükellefiz. Bu yüzden de Ne imhacı ne de redci bir kolaycılığa düşmeyeceğiz. Vicdanı akılla, aklı da vicdanla dengeleyeceğiz. Biz İYİ Parti olarak bu imtihanı önemsiyoruz. Bu sebeple de en başta sivil toplumun, gönüllülerin ve yerel yönetimlerin sorumluluk aldığı, kimsenin kimseye bahane uydurmadığı bir toplum seferberliği arzuluyoruz. Bunun için de ne gerekiyorsa yapmaya hazırız.
‘GÖLGE ETMEYİN, BAŞKA İHSAN İSTEMİYORUZ’
İktidardakilerden tek beklenti, gölge etmemeleridir. Başka ihsan istemiyoruz! Biz bu seferberliğin Türkiye’de bozulan birlik ve beraberlik iklimini, insanların birbirine karşı yitirdikleri güven duygusunu yeniden temin edebileceğine inanıyoruz. Sorunları biriktirerek, çözümsüzlük batağına saplayan Saray rejimine karşı yapılabilecek en ciddi itiraz millet ve toplum olmak duygusuyla hareket edebilmektir. Gelin bir yerden başlayalım, gelin bu işten başlayalım! Çocuklarımızı da koruyabiliriz, hayvanları da koruyabiliriz. Şehirlerimizi de imar edebiliriz, ormanlarımızı da ihya edebiliriz. Bizler Türk milleti olarak, bütün bunlara mahiriz. Emin olun başarırız, emin olun başaracağız!
154 KİŞİLİK FİŞLEME LİSTESİNE SERT TEPKİ
Bir de biliyorsunuz kamuoyunu meşgul eden benim de içinde bulunduğum 154’ler tartışması var. Aslına bakarsanız bu tartışmaya hiç girmek istemiyorum. Ama tamamen sessiz kalmayı da uygun görmüyorum. İki cihanda yan yana gelemeyecek bazı insanları Aynı torbaya doldurarak adeta eşitlemiş; “Bölücü, Liberal, Marksist, Fetöcü” yapıların elemanı diye yaftalamışlar. Buradan bunu yapanlara sesleniyorum; bu insafsızlıktır, izansızlıktır, saygısızlıktır, ahde vefasızlıktır. Çok bir şey söylemek istemiyorum. Ayrıntıya girip hiç kimseyi mahcup etmek niyetinde de değilim. İçinde yetiştiğim camiayı üzmek, kırmak istemem ancak sabrın da bir sınırı var. Sözlerimin muhatapları maziyi paylaştığım insanlar değil, eline dava arkadaşlarının kanı bulaşmış alçaklardır.
TAHMİN EDEMEYECEĞİNİZ KADAR AĞIR KONUŞURUM
Hayatım boyunca ‘bölücü, liberal, Marksist ve Fetö’cü diye hiç anılmadım. Bütün ömrümce anıldığım ve gurur duyduğum tek bir sıfat var. Onu da öyle bir ayağa düşürdünüz ki sizin yüzünüzden ve utancımdan kullanamıyorum, Allah sizi ıslah eylesin! Beni sakın ha sakın ve hangi sebeple olursa olsun başkalarının havuzuna bir daha dâhil etmeyin. Hatıralarıma saygısızlık yaptırmayın. Ayrıca beni kimseyle de karıştırmayın. Tahmin edemeyeceğiniz kadar ağır konuşurum! İsteyen kendine yeni yön çizebilir. Hatta ikbal, istikbal ve iktidar için kendisini satabilir de. Ben varlığını Türk varlığına adamış bir memleket evladıyım. Doğduğum gibi öleceğim ve bununla övüneceğim. Hayatımın sonuna kadar da “Tek bayrak değil, Türk Bayrağı. Tek devlet değil, Türk Devleti. Tek millet değil, Türk Milleti. Tek vatan değil, Türk Vatanı” diye haykırmaya devam edeceğim. Ne mutlu Türküm diyene.”
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***