Merve KÜÇÜKSARP
Sanat eleştirmeni ve yazar Kirsty Bell’in kaleme aldığı ‘Dip Akıntıları’ isimli eser, “Bir Berlin Hikayesi” alt başlığı ve Yasemin Çongar’ın çevirisiyle Siren Yayınları tarafından yayımlandı. ‘Dip Akıntıları’ tarihin dehlizlerinde nice zafere, hezimete, değişime tanıklık etmiş Berlin’in hikayesini çok boyutlu olarak ele alırken, aynı zamanda Kirsty Bell’in hayatını, evliliğini, şehirle ilişkisini ve gözlemlerini de anlatıyor.
“Berlin” şehrinin ismini duyduğunuzda, zihninizde pek çok çağırışım belirebilir. Berlin Duvarı, Benjamin’in “Berlin Günlükleri”, Naziler, son yüz elli yıldır Berlin’de yaşamış sanatçı ve yazarların anlattığı kadim Berlin, şehrin turistik yerlerine dair yazılar ve daha bir sürü şey… Kirsty Bell, Berlin’e dair bu ve daha pek çok ayrıntıyı alarak katmanlı bir sentez haline getirir ve ‘Dip Akıntıları’’nda hem kendi kişisel hikayesini hem de Berlin’in hikayesini mercek altına alır.
Eser boyunca Bell su, akıntı ve sızıntı motiflerini sıkça kullanır. Eserin en başında evliliğini su sızdıran çatlaklarla dolu bir kuruma benzetmesinin yanı sıra yaşamın, zamanın, tarihin ve şehrin, ekseriyetle yaşayan her şeyin aktığını, hatta yazdığı metnin kendisinin de bir tür değişim ve dönüşüm, -yani akış- halinde olduğunu belirtir. Hayatı ve etrafındakiler son hızla akarken, Bell’in yapabildiği tek şey, bu akışın bir yerinde durarak gördüğü manzarayı tasvir etmek, böylece bu biteviye değişimde, yazının kalıcılığına, değişmezliğine sığınmaktır.
“Landwehr Kanalı’nın kıyısındaki bu evi bulduğumuzda suyun hemen kenarında yaşamanın bir akış tutturmaya yarayacağını düşünmüştüm. Yaşadığım yer hakkında yazmak ise demir atmanın ve sürüklenmeye karşı koymanın bir yolu olabilir. Özellikle de yazdığım şeyler bizatihi akıntının sürükleyip getirdikleri –geçmişin bilincin kıyılarına vuran enkazı- ise şayet. Fakat bu konu –bu şehir- belli sınırlar içinde zapt edilmeyi reddediyor. Yazdığım metin giderek yayılan, ele avuca sığmaz bir hal aldı, böylelikle de belirgin kenarları olmaksızın genişleyip yayılan şehrin kendisine, Berlin’e benzemeye başladı.”
Bell zaman zaman Berlin’in içinden ve altından akan kanallara ve nehirlere, kimi zaman üzerinden akan tarihe ve insanların yaşamlarına, kimi zaman da kendi hayatına çevirir kadrajını. Bu açıdan metin üç minvalde seyir alır; Bell’in Berlin’deki hayatı, içinde bulunduğu dairenin, apartmanın ve sakinlerinin hikayesi ve tüm bir şehrin hikayesi babında.
ÇATLAKLARLA DOLU BİR EVLİLİK
Metin, Bell’in eşiyle birlikte satın aldıkları, içini yeniledikleri ve iki çocuğuyla birlikte taşındıkları Berlin’in merkezi Tiergarten semtinde bulunan eski bir binadaki dairesinde yaşanan su baskınıyla başlar. Su baskını, evliliğindeki görünmeyen ama su sızdıran çatlaklarının var olduğunu işaret etmektedir.
“O su birikintisi mutfak zemininde belirdiğinde evliliğimiz çoktan bozulmuştu, fakat nihai kopuşa bu olay vesile oldu. İkimizin de yıllardır alıştığımız ve kolayca görmezden geldiğimiz bir şekilde hiç durmaksızın damlayıp biriken o hüznün aksine, çok sert bir kırılma yaşadık…”
Nitekim bu krizle birlikte ilişkisindeki sorunlar devasa hale gelir ve evliliği noktalanır. Kocası daireden taşındığında, Bell iki oğluyla birlikte kendisi için çok büyük bu dairede yaşamaya devam eder. Bu krizle birlikte düşünsel bir serüvene çıkar.
İlk etapta yaşadığı evi inşa eden aileyi ve ondan sonraki sakinlerini araştıran Bell dairenin sahibi olan kadının da izini sürer. Kendi dairesinden başlayarak apartmanın mimarisine, tarihine ve hikayesine dair bilgi verir.
Bell’in dairesi Landwehr Kanalına bakmaktadır. Bu pencere Bell için yeni bir başlangıç noktası olmanın yanı sıra tarihi arka plana da sahiptir. Zira bu kanal aynı zamanda sosyalist devrimci Rosa Luxenburg’un bir arabaya konarak içine atıldığı ve cesedinin bulunduğu yerdir. Bell, buradan yola çıkarak, başta Luxenburg olmak üzere şehrin son yüz ellik tarihinde iz bırakmış kimi kadın yazarlara ve aydınlara selama durur.
Bell yalnızca kanalı değil, penceresinden görünen Berlin manzarasını da tarihi ve kültürel arka planıyla birlikte anlatır. Ufka kadar uzanan binalarla ilgili tarihler ve mimari ayrıntılar, Berlin açısından bilgi vericidir. Kimi zaman Duvar’dan sonraki yapıların mimari üslubunu taşlasa da, Berlin son kertede eşine az rastlanan bir birikimin üzerinden değişmeye, deveran etmeye, tarih ve zamanla birlikte hızla akmaya devam eder.
Bell, ‘Dip Akıntıları’nda, bir pencereden görünen manzaradan yola çıkarak şehirdeki binaların ve parkların, göçmenlerin, işçilerin, politikacıların, yazarların, nehirlerin ve kanalların, şehirde işlenmiş suçların, yapılan katliamların, buna rağmen medeniyete sena düzercesine yükselen kültürel birikimin ve tüm bunlarda iz bırakan isimlerin zengin bir portresini çizmektedir.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***